Kavgamıza soluk katan bir ozan:
Şilinin en büyük yüreği
Neruda yüz yaşında!
Benim hayatım, bütün hayatlardan oluşmuş bir hayattır...
Bir şair hayatıdır
Pablo Neruda (1904-1973)
Yalnızca Latin Amerikanın ve ispanik şiirin değil, dünyanın en büyük ozanlarından olan Pablo Neruda 12 Temmuz 1904de Güney Şilide dünyaya gelmiştir. Asıl adı Neftali Ricardo Reyes Basoaltodur. Genç yaşlarda okuduğu ve çok sevdiği Çek öykü yazarı Jan Nerudadan etkilenerek Pablo Neruda ismini alır. Babası demiryolu işçisidir. Bir öğretmen olan annesini henüz bir yaşındayken kaybeder.
Gençlik dönemi
Şili halkının yoksul yaşamı ve kavgası, ormanlarla, sert ve yüksek dağlarla kaplı Şilinin doğası yaşamında ve şiirinde çok önemli bir yer tutar. Şili iklimi gibi, Nerudanın yaşamı da sert çatışmalarla, direnişle doludur. Erken bir dönemde kazandığı ozan duyarlılığı onu gitgide yaşadığı çağın ve içinde bulunduğu toplumun sorunlarına karşı da duyarlı hale getirir. Ama politikleşmesi ve mücadeleye bir nefer olarak daha ilerden katılması acı deneyimlerden sonra gerçekleşir. Ve katıldığı, soluğunu ve tüm bir yaşamını kattığı mücadeleden asla kopmaz.
Çok okuma, iyi bir gözlemci olma sayesinde şiirle erken bir yaşta tanışır. 1917-1920 yılları arasında ilk şiirlerini kaleme alır. Neruda daha genç yaşlarda Şilide ismini duyurmaya başlar. 1921de okumak için gittiği Santiagoda etkinliklerine katıldığı solcu Öğrenci Birliğinin düzenlediği şiir yarışmasında birinci olur. Sol düşüncelerle ilk kez burada tanışır. 1924te kazandığı bir şiir yarışmasının karşılığında üç yıl Fransız edebiyat öğrenimi gördükten sonra gazeteci olarak çalışmaya başlar. Elindeki eşyaları satarak ilk şiir kitabını (Akşam Alacası) 1923te yayınlar. Ona asıl ün kazandıran eseri ise bir yıl sonra yayınladığı Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı kitabıdır. Lirik bir aşk öyküsü tadında kaleme aldığı bu şiirler, hala da dünyanın en çok okunan şiir kitapları arasındadır. (Yalnızca Şiide iki milyon adet baskı yapmıştır.)
Ülkesinden uzaklarda arayışlarla
geçen ilk yıllar
1927-1933 yılları arasında Güneydoğu Asyada (Birmanya, Seylan, Kalküta, Java) konsolosluk görevi yapar. Bu bölgedeki toplumsal sorunlar yüzünden bu dönemi ömrünün en çok acı veren dönemi olarak niteler. Tanık olduğu sömürgecilik, yoksulluk, uyuşturucu ve yozlaşma girdabındaki Asya halklarının çektiği acılardır. Bu sıralarda aşk acısı da yaşamakta, herşeye bir anlam kazandırmaya çalışmaktadır. Yeryüzünde Konaklama adlı iki ciltlik şiirini bu dönemin sonunda yayınlar. Bu eseriyle birlikte, ilk dönem şiirlerinde görülen melankoliyi bir kenara bırakıp yaşamın acılarının dolaysız anlatımına verir kendisini. Bu dönem şiirlerindeki arayışlarla olgunluk döneminin kapısını aralar.
Faşizme karşı mücadele
Fakat şiir anlayışında asıl sıçramayı ve bu arada gerçek anlamda siyasallaşmayı 1934te gittiği İspanyada yaşar. Daha doğrusu, İspanyada iki temel kaynak, hem şiir anlayışı hem de yaşamı üzerinde çok güçlü etkiler bırakır. Birincisi, biçemini daha da geliştirmesinde, kendilerini 1927 Kuşağı olarak adlandıran sembolizm, sürrealizm ve fütürizm etkisindeki bir toplulukla ilişkiye girmesi, İspanyol edebiyatı ve sanatında iz bırakan Lorca ve Alberti gibi birçok sanatçıyla tanışmasıdır. İkincisi ise, en çok sevdiği sanatçı dostlarından bir kısmını kaybettiği İspanya İç Savaşına tanık olmasıdır. Tanık olmaz yalnızca, aynı zamanda taraf da olur. Bu aynı yıllarda öz annesi kadar sevdiği üvey annesini ve dostlarını kaybetmenin acısıyla şöyle yazar:
göçüp gittiler içimde,
bir yanım artık öksüzdür
diğer yanım halk cephesi
Görevinden alınmasını dert etmeksizin Halk Cephesini destekler, Franko faşizmine karşı verilen direniş, o ana kadar adeta ruhunda uyuyan çığlığı isyana dönüştürür. Lorca gibi sevdiği şairlerin, sanatçıların katledilmesiyle boğazına düğümlenen acı dolu çığlık, faşizme karşı duyduğu nefret ve öfke ile bir patlamaya dönüşür; politik şiirin en etkili, en güzel ürünleri çıkar ortaya. Oğulları Öldürülen Analara Ağıt gibi yetkin şiirlerinin de bulunduğu Yürekte İspanya adlı kitabı bu dönemin ürünüdür.
1937de Halk Cephesi yenilince İspanyadan sınırdışı edilen Neruda, Pariste İspanya halkını savunmak için komitelerin kurulmasına destek olur. En verimli çağında politik bir şahsiyettir artık. Sonraları politikaya bu kadar geç adım attığı için kendisini sorgulayacaktır.
1940tan 1943e kadar bu kez Meksikada diplomatlık yapar. Orada, Latin Amerika sanatının Orosco, Rivera gibi parlak isimleriyle dostluk kurar. Bir taraftan da Latin Amerika kültürünün izlerini sürer. 1941 yılında, burada bir Nazinin saldırısına uğrar. Tıpkı Nazım gibi o da, faşizmin yenilmesi için kalemini keskinleştirir. Stalingrad Şarkısı adlı şiiri afişlere bastırılıp Meksika duvarlarına asılır.
Halkın temsilcisi bir ozan
1945te Şili Komünist Partisine girerek senatör olur. Maden işçilerinin, yoksul köylülerin temsilciliğini yapar mecliste. Meydanlarda okuduğu şiirleriyle de savunur, temsil ettiği emekçi halkı:
yukardaki maden ocaklarından seçildim,
senatoya geldim, oturdum ant içtim
üstlerinden kibarlık akan baylarla.
Ant içerim, ama,
boştu, kanlarıyla değil,
kravatlarıyla ant içerlerdi;
sesle, dille, dudaklarla, dişlerle
ant içerlerdi, ama
burda kalıyordu antları
Geniş bir halk oyu ve bu arada Şilili sol güçlerin desteğiyle başkan seçilen Gonzales Videla, halka verdiği sözlere ve ettiği yemine ihanet etmesi üzerine Nerudanın eleştiri oklarının hedefi olur. Videlaya açık bir mektup yazar. Bunun üzerine 1948de devlet düşmanı ilan edilir ve hakkında tutuklama kararı çıkarılır. Susmaz, bu kez Suçluyorum adlı ünlü nutkunu kaleme alır.
Arjantine kaçmadan önce Şilide bir kaçaklık dönemi yaşar. Şilili emekçiler bu dönem boyunca onu evlerinde saklarlar. Neruda sürekli yer değiştirir ve bu arada Şili şarkısı adını vermeyi düşündüğü bir eser üzerinde çalışır. Çıkış noktası Şili ve Latin Amerikadır. Amacı, yaşadığı topraklara ait bir şiirsel yapıt vermektir. Kaçak olmasına rağmen bol bol araştırır. Şilinin, Amerikanın tarihi ve geleneklerini inceler. Kendi deyimiyle, misafir olarak ağırlandığı her evde mutlaka ilgi alanına giren kitaplar bulur. Yanısıra halkla sürekli içiçedir ve yazılı olmayan, söylenceye dayalı zengin repertuarından da beslenir. Yoksul emekçi halkın bir lokma ekmeklerini onunla bölüşmesi, başlarına geleceklerden korkmadan, üstelik gururla onu saklamaları, onun Şili ve Latin Amerika sevgisinin ana kaynağına sürekli önmesine, sürekli buradan esinlenmesine katkıda bulunur. Ama bu hiçbir şekilde, dar yerel ya da ulusal sınırlara sıkışmış bir halk sevgisi olarak kalmaz, genişler, büyür ve kollarıyla tüm dünyayı, tüm halkları kucaklar.
Mitleri, gelenekleri, tarihi ve doğasıyla zengin yerel-kültürel-doğal bir miras ile yıllardır çeşitli biçimler altında süren sömürgeciliğe, baskıya, sömürüye karşı destansı bir toplumsal mücadele tarihi; yerellik ile evrensellik; tüyden hafif sevda sözleri ile patlayan bir volkanın ağzından dile gelen öfke!.. Hep yanyana, içiçe, birarada dururlar. Ve bunları kendi yaşamında, kendi şiirinde yoğuran marksist dünya görüşü ve maddeci bir sanatsal duyarlılık! Nerudanın şiiri, yatağını genişleterek akan ama bu arada verimli kollar da çıkaran bir nehir gibidir.
Gezginlik yıllarında olgunlaşma
Arjantinden sonra bir süre Batı Avrupayı, Macaristan, Polonya, İtalya, Sovyetler Birliğini ve Çini dolaşır Neruda. Kuşkusuz bu kez resmi bir görevi yoktur. Gittiği her yerde daha özgürdür ve şairliği kadar politik kimliğiyle de kendisini ortaya koyar. Pariste toplanan Dünya Barışseverler Kongresi başkanlığına seçilir. Politik ilişkilerini genişletir. Neredeyse tüm dünyayı dolaşmıştır. Böylece aslında Şili şarkısı olarak başladığı çalışmasını bu gezi deneyimleriyle daha da zenginleştirerek Evrensel Şarkı adıyla 1950de tamamlar.
Yalın, duru ve yoğun bir şiire doğru
1952de Şiliye geri döner. Bu dönemin Neruda şiirleri arı ve duru bir dille yazılmış yalın şiirlerdir. Dilin dolambaçlı ve simgesel anlatımından bu uzaklaşma, daha basit gibi görünen fakat daha derine inen anlama yoğunlaşan şiirler çıkarır ortaya. Daha az sözcük daha yoğun bir anlam ve daha yalın bir anlatımla sürdürür Neruda arayışını. Kaptanın Dizeleri ile başlayan bu yeni tarz, Nerudanın en çok eser verdiği döneme denk düşer: Temel Övgüler, Üzümler ve Rüzgar, Yeni Temel Övgüler, Taşkın Dalga vd...
Pablo Neruda, 1960ta Kübayı ziyaret eder. Küba devrimi için Parlak Başarıya Şarkı şiirini yazar.
Bu gezginlik dönemlerinde Nazım Hikmetle de tanışır Neruda. Onunla kurduğu dostlukta, bu iki ozanın benzer yanlarının payı çoktur. Her ikisi de hemen hemen aynı yaşlarda şiire başlar, aynı yaşlarda ilk eserlerini verir. Her ikisi de halkına, yaşadıkları topraklara son derece bağlıdır. Her ikisi de sürgünlüğü, baskıyı yaşamıştır. Her ikisi de kavgadan asla kopmamış, en güzel kavga şiirlerini yazmıştır. Bugün her ikisi de dünyanın önde gelen iki büyük ozanı olarak, dünya halkları tarafından aynı biçimde sahiplenilmektedir. Bir antoloji kitabı hazırlayacak olsanız ve sadece 10 tane şair alacak olsanız bu kitaba Nâzım Hikmeti alır mıydınız? sorusuna Bir tane şair de koyacak olsam kesinlikle Nâzım Hikmeti koyardım diyecek kadar değer verir Neruda, Nazıma.
Bir faşist darbe daha
1969 yılında Şili Komünist Partisi tarafından başkan adayı gösterilmek istenir. Fakat Neruda, Salvador Allendenin lehine adaylıktan çekilmeyi ve Allendeyi desteklemeyi daha uygun görür. 1970 yılında Allendenin, Halk Cephesi adayı olarak başkan seçilmesinin ardından Neruda, Fransaya büyükelçi olarak atanır. 1971de Nobel Edebiyat Ödülüne layık görülür.
Şilide işbaşına gelen halkçı hükümet daha iş başına gelir gelmez, ABD destekli gerici sınıfların ve faşist muhalefetin hedefi haline gelir. Allende, izlediği halkçı politikalarla daha çok tepki çekerken sokaklarda faşist saldırılar tırmanmaya, Allende hükümeti üzerinde baskılar artmaya başlar. Özellikle yabancı şirketleri ulusallaştırmaya dönük çıkarılmak istenen yasalar, ABDnin darbe hazırlıklarını hızlandırmasının da başlangıcıdır. Bu sıralarda Neruda, Nixonu Devirmeye Çağrı ve Şili Devrimine Övgü adlı bir kitap yazarak, içerde ve dışarda artan saldırılara karşı direnişe güç katmaya çalışır, herkesi destek olmaya çağırır: Nixon, namussuzlukta, kendinden öncekilerin bütün günahlarını bir araya getirmekte. Şili devrimini yalnız bırakmak, yok etmek için ekonomik ablukayı o uyguladı. Bunu sağlamak amacıyla, ITT#146;nin zehirli casus ağı gibi, kimi zaman maskeleri düşmüş çeşitli aracılar kullandı. Terörizmin en azılı düşmanıyım. Ama başka çıkış yolum yok; halkımın düşmanlarına karşı, şarkım bir Araucania taşı gibi saldırgandır, serttir. Koruyun kendinizi, fırlatıyorum şarkımı!
11 Eylül 1973te Pinochet kuklasının yönetimindeki askeri faşist cunta kanlı bir kıyıma başlar. Allende başkanlık sarayında kuşatılır. Onurlu bir direniş sergileyerek teslim olmayı reddeder ve katledilir. O sıralarda Neruda Şilidedir ve kanserle cebelleşmektedir. Yakınları Allendenin katledildiğini ondan gizlerler. Faşist cunta ağır hasta olduğu için Nerudaya dokunmak istemez, kendi halinde ölmesini bekler. Fakat hakkında bir gözaltı kararı çıkarmaktan da geri kalmaz. Kaldığı yer kuşatma altına alınmış, evi basılmış, tüm eşyaları yağmalanmıştır. Nerudanın hasta bedeni buna ancak birkaç gün dayanır, 23 Eylül 1973te hayata gözlerini yumar.
***
Neruda bol ödüllü bir ozandır. 1950de Picasso ile birlikte Dünya Barış Ödülünü, 1953 de Stalin Ödülünü ve 1971 de ise Nobel Edebiyat Ödülünü kazanır.
Dünya halklarının, ezilen, sömürülen işçi ve emekçilerin yüreğinde, bilincinde ve kavgasında yaşıyor olmak ise, onun gibi ozanların kazandığı ve kazanmayı hak ettiği en büyük ödüldür.
Onların bize bıraktığı mirasa sahip çıkmak, sınıfsız, sömürüsüz bir dünya için kavgaya sahip çıkmak demektir!
|