15 Ocak 2005
Sayı: 2005/03(03)


  Kızıl Bayrak'tan
  CHP operasyonu ve yansımaları
  Sağlıkta özelleştirmenin ilk adımı atıldı
  İlaç üretiminde "veri imtiyazı" geliyor
  Afet bölgesine yardım sahtekarlığı
  Düzenin her kurumundan pis kokular yükseliyor
  İÜ'de iki kutup, iki farklı seçim
  Beytepe'de faşizme geçit yok!
  Sermayenin yeniden yapılanması ve "emeğin Avrupası"
  Fethullah Hoca'ya kulak verin!
  "İnsanlık için Küresel Kadın Şartı..."
  Sağlıkta tasarruf ölüm demektir
  Güvencesiz Çalışmaya Geleceksiz Yaşamaya Hayır Kampanyası
  Bilinç katliamının derinleştirilmesi
  Filistin; bölge barışı ve Mahmut Abbas
  Kirli savaş taktikleri işgalcileri kurtaramaz
  Kanlı pastadan beslenen leş kargaları
  Felaketin sorumluları bölgeye askeri yığınak yapıyor
  Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht anıldı
  I. Ekim Gençliği kampı
  İLGP kampanyası
  Bültenlerden
  Düzenin yoz kültürü ve "Kurtlar Vadisi"
  Bir damlacık hayatlar...
  2005'te imparatorluk .
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 

İÜ'de iki kutup, iki farklı seçim...

Üniversite bürokrasisi statükoyu,
öğrenciler özerk-demokratik üniversiteyi seçti!

Türkiye'deki onlarca üniversite, en faşistinden en liberaline, en ‘laik'inden en şeriatçısına kadar farklı farklı rektörler tarafından yönetilmektedir. Kimi rektörler afişlere saldırır, kimisi demokrat olan öğrencilere komik gerekçelerle soruşturma açar, kimisi okula polisi-jandarmayı davet eder, kimisi ‘üniversite sanayi işbirliği kulübü', teknopark gibi projelerle eğitimi sermayenin hizmetine sunar. Bütün bunlar bizim burjuva gazetelerimizin köşe yazarlarının yazılarında ya bir-iki satır yer bulur, ya da hiç tartışılmadan, değinilmeden geçer gider. Bu icraatların sahibi, daha doğrusu uygulayıcısı olan rektörler de zamanla küpünü doldurur, saltanatı başkasına bırakır. Bu devir teslim töreni de çoğu zaman boyalı basında kendine bir yer bulamaz. Tabii bir üniversiteyi bu genellemenin dışında bırakmak zorundayız'
O öyle bir üniversitedir ki, oradaki rektörlük seçimleri çoğu zaman genel seçimlerle eşdeğer bir ilgi görür. Orada rektörlük seçimleri için yarışanlar kişiler değil, kişilerin arkasındaki çıkar odaklarıdır. Bu çıkar odakları arasındaki mücadele, adeta siyasi partilerin, derin devletin, laiklerin, şeriatçıların birbirlerine üstünlük sağlamayı deneyecekleri bir platformdan galip çıkma mücadelesidir. Tüm Türkiye bu üniversitedeki seçimlerin galibinden yola çıkarak ekonomik ve siyasi dengeleri yorumlamaya çalışır. O üniversitenin rektörünün türbanlıları okula almamaya başlaması tüm ülkede devletin ‘laiklik' mesajı olarak algılanır. Oranın rektörü de zaman zaman kendisini bu psikolojiye fazla kaptırıp, Genelkurmay Başkanı edalarında Yunanistan'a savaş açmaktan bahsetmeye kadar götürür işi.
Tabii burası İstanbul Üniversitesi'dir ve buranın rektörü olmak demek artık Türkiye siyasetinde söz sahibi olmak demektir.

Alemdaroğullar'ı saltanatının sonu

‘Efsanevi' rektörümüz Kemal Alemdaroğlu'nun uzun yıllardır süren saltanatı, suç dosyasının artık hiçbir hasırın altına sığamayacak kadar kabarması ve kendisinin üniversite telefonunu evine bağlatacak kadar da yüzsüzleşmesi sonucunda sistemin zorunlu müdahalesiyle sona erdi. Bununla birlikte de ‘yeni rektör kim olacak, pastadan büyük dilimi kim kapacak'' tartışmaları başlamış oldu. Yıllardır Alemdaroğlu politikalarına karşı tek bir söz söylememiş olan ve rektör vekili olarak atanan Tankut Centel, göreve geldiği gibi eski rektörün anti demokratik uygulamalarından bahsetmeye başladı. Yapılan bir koridor sohbetine katılan Centel, bundan sonra soruşturma açılmayacağını, üniversite kapılarının herkese açık olacağını söylemişti. Bugün gelinen noktada gördüğümüz ise; 100'e yakın öğrenciye, aralarında ‘yasadışı örgüte üye olmak' iddiasının da bulunduğu birçok suçlama ile soruşturma başlatılmış olduğu ve kapıların sadece satırlı faşistlere açıldığıdır.
Centel gerçekten de vekillik görevini başarıyla gerçekleştirdi ve aslında her rektörün yaşadığı ‘önce demokrat görün, sonra tepelerine bin!' sürecini 4 ay gibi kısa bir süre içinde yaşamış oldu. Ve üniversiteyi seçimlere taşıyarak görevini tamamladı. Artık sıra üniversitenin gerçek rektörünü seçmeye gelmişti. Adaylar birbiri ardına ortaya çıkmaya, web siteleriyle, röportajlarla, broşürlerle vaadlerini açıklamaya başladılar.

Dar bir akademisyen çevresinin oy kullandığı resmi seçimin galibi: Statüko!

Adaylar kesinleştikten sonra, ‘Demokratik Katılımcı İstanbul Üniversitesi İçin Çalışma Grubu' adındaki ne olduğu belirsiz zorlama-uydurma bir kurum tarafından üniversitede bir aday tanıtım etkinliği gerçekleştirildi. Tabii ki bu tanıtım oy hakkı bile olmayan öğrencileri ilgilendirmemeliydi, bu nedenle olsa gerek tanıtım etkinliğine öğrenciler alınmadı. Bu etkinlikte bir konuşma yapan Centel, aslında sayfalarca yazı ile anlatılabilecek durumu birkaç cümleyle açıkladı:
‘Hangi aday olursa olsun, kendisini 550 yıllık bir geçmişi olan İstanbul Üniversitesi'nin şimdiye dek izlemiş bulunduğu çizgisi dışında gösteremeyecektir. Çünkü, İstanbul Üniversitesi'nin tarihi çizgisi bellidir ve gelecekte de kimse üniversitemizi bu çizginin dışına çıkaramaz...'
Rektör vekilimiz sözlerini ‘‘İnsanlara tepeden bakmayan, horlamayan(!), aşağılamayan yönetimleri iş başında görmek istiyoruz'' ile sürdürdü ve bu anlamlı konuşmasının ardından tüm adaylar kendilerinden ve seçim vaadlerinden bahseden birer konuşma yaptı. Bu konuşmalar birbirinden ilginç cümlelerle doluydu.
Hepsi de eski yönetimi eleştiriyor, öğrencilerin yönetime katıldığı üniversitelerden bahsediyordu. Fakat bu kavram onlara o kadar yabancıydı ki, bunu ifade etmek için bile birbirinden komik tanımlamalar yapıyorlardı. İlk olarak sözalan Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Yavuz Alangoya; ‘Öğrenci olmadan üniversite olmaz. Öğrencilerin önemli katkıları olabilir, öğrenciler de aktif olmalı' diyerek öğrencilere bakışını ‘olabilir' kelimesi ile açıklamış oldu.
İşletme Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Kemal Kurtuluş ise bir işletmeci beyniyle üniversitenin nasıl yönetileceği ile ilgili açıklayıcı bir konuşma yaptı: ‘İÜ'nün önce bir analizini yapıyorum. Bir kurumun güçlü ve zayıf yönleri neler, bunları belirliyorum. Buradan da bir strateji üretiyorum. Her bir fakülte için analiz yapacağım ve gidebileceği maksimim noktaları belirleyeceğim. Fakülteleri geliştiren yöneticilere destek vereceğiz' şeklinde konuşan Kurtuluş amacını da, ‘Hedef öğrenci memnuniyetini dört yılda yüzde 20 artırmak' şeklinde ifade ederek bize ne kadar iyi bir şirket yöneticisi olabileceğini kanıtlamış oldu.
İstanbul Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Faruk Erzengin'in vaatleri arasında ‘Merkez Kampüs'te kaloriferleri yaktıracağım' ve ‘öğretim üyelerinin gelirlerini arttıracağım' gibi ibarelerin bulunması oldukça ilgi çekiciydi. Kışın kalorifer yanması gibi doğal ve normal birşeyin bugün vaadler kapsamına alınacak kadar bize uzak olması (okul doğalgaza geçmeye çalıştığı için uzun süre kaloriferler yanmadı, şimdi de sınırlı yanıyor!), hatta gelirlerin arttırılması gibi uzun vadeli bir hedef ile birlikte ele alınması tam bir karamizah örneği oluşturuyor.
Bunların yanında İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nur Serter, ‘Türkiye'nin ulusal çıkarlarından asla ödün vermeyeceğim' diyerek içindeki şovenizmi kusarken, seçimlerde en yüksek oyu alacak olan Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mesut Parlak ‘Sevginin egemen olduğu bir üniversite olacak' gibi anlamsız sözlerle tanıtımını tamamladı.
Adayların hiçbiri diğerlerine göre farklı bir şey söylemedi, farklı bir vaatte bulunmadı. Genel demokrasi ve katılım masalları, laiklik söylemleriyle kendilerini tanıttılar. Zaten seçime katılan sekiz adaydan en çok oy alan altısının YÖK'e gitmesi ve üçünün YÖK tarafından Cumhurbaşkanı'na yollanması, Cumhurbaşkanı'nın da istediğini atayacak olması, demokrasiden ne anladığımızı göstermek için yeter de artar bile...

İşçilerin, öğrencilerin, akademisyenlerin
oy kullandığı alternatif seçimin galibi:Özerk-demokratik üniversite!


Resmi seçimlerin yapılacağı tarihi öğrendiğimiz anda alternatif bir seçim düzenleme kararı alarak bunun çalışmasına başlamıştık. Polis Cumali, darbeci Derman Demirkol, hırsız-kapitalist Cem-i Uzan, faşist hoca Abdülzambak Donuk, ‘ben beton halimle bunlardan iyi yönetirim' diyen okulun ‘kolon'u ve bizim desteklediğimiz aday olan ve 13 Aralık'ta polisin okula saldırısı sırasında tutuklanan ‘Tutuklu Öğrenciler' gibi simgesel adaylar ile hazırlandığımız alternatif seçim çalışmamızı iki seçim mitingi, bir basın açıklaması, koridor sohbetleri, seçim şarkıları ve binlerce el ilanı-seçim broşürü dağıtımı ile tanıttık. 6 Ocak Perşembe günü, yani resmi seçimlerden bir gün önce birçok fakültede onlarca sandık kurarak oy toplamaya başladık. Öğrencilerin ilgiyle karşıladığı seçimlerde, okuldaki öğrenci sayısının azlığına rağmen 2 binden fazla oy topladık. Yüzlerce öğrenciyle birebir sohbet etme, seçimlerin teşhirini yapma imkanı bulduk. Ayrıca yemekhane işçileri ve erken saatlerde bulabildiğimiz çeşitli öğretim üyeleri de oy kullandılar.
Seçimlerin sonucunda ‘Tutuklu Öğrenciler' ile simgelenen demokratik üniversite programı %71.82 oy alarak birinci oldu. %18.18 oy alan ‘kolon' da en çok oy alan ikinci aday oldu. 7 Ocak Cuma günü resmi seçimlerin yapıldığı Fen-Edebiyat Fakültesi kapısında alternatif seçimlerin sonuçlarını duyurmak için bir basın açıklaması düzenledik. Sonuçların açıklandığı basın açıklamasının ardından oyları fakültenin önüne döktük ve içeriye girerek bu oy pusulalarını seçimlerin yapıldığı yere götürmek istediğimizi söyledik. Seçimler nedeniyle okula öğrenci alınmaması üzerine oy pusulalarını sandıklara doldurarak içeriye yolladık.
Bu seçim kampanyası ile sahte rektörlük seçimlerine karşı alternatifimizi sınırlı imkanlarla da olsa ortaya koymuş olduk. Kendilerinin bile ‘kim gelirse gelsin birşey değişmez' dediği rektörlüğe ve onun arkasındaki sisteme karşı ‘Söz, yetki, karar hakkı istiyoruz!' şiarımızı haykırdık, sınırlı da olsa seçimlerin yarattığı sahte demokrasi havasını teşhir ettik. Şimdi artık önümüzde bu kampanyanın yarattığı etkiyi farklı kanallara aktarmak görevi duruyor.
YÖK'ün seçim oyununu bozalım!
Yaşasın özerk-demokratik üniversite!

Ekim Gençliği/İstanbul Üniversitesi