15 Ocak 2005
Sayı: 2005/03(03)


  Kızıl Bayrak'tan
  CHP operasyonu ve yansımaları
  Sağlıkta özelleştirmenin ilk adımı atıldı
  İlaç üretiminde "veri imtiyazı" geliyor
  Afet bölgesine yardım sahtekarlığı
  Düzenin her kurumundan pis kokular yükseliyor
  İÜ'de iki kutup, iki farklı seçim
  Beytepe'de faşizme geçit yok!
  Sermayenin yeniden yapılanması ve "emeğin Avrupası"
  Fethullah Hoca'ya kulak verin!
  "İnsanlık için Küresel Kadın Şartı..."
  Sağlıkta tasarruf ölüm demektir
  Güvencesiz Çalışmaya Geleceksiz Yaşamaya Hayır Kampanyası
  Bilinç katliamının derinleştirilmesi
  Filistin; bölge barışı ve Mahmut Abbas
  Kirli savaş taktikleri işgalcileri kurtaramaz
  Kanlı pastadan beslenen leş kargaları
  Felaketin sorumluları bölgeye askeri yığınak yapıyor
  Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht anıldı
  I. Ekim Gençliği kampı
  İLGP kampanyası
  Bültenlerden
  Düzenin yoz kültürü ve "Kurtlar Vadisi"
  Bir damlacık hayatlar...
  2005'te imparatorluk .
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 

Binlerce Amerikan askeri Endonezya, Sri Lanka ve Tayland'da...

Felaketin sorumluları bölgeye askeri yığınak yapıyor

ABD'nin, elinde imkan olmasına rağmen, 26 Aralık'ta Güneydoğu Asya ülkelerini vuran deprem ve tsunamiden bölge ülkelerini haberdar etmediği kesinlik kazandı.
Kanadalı araştırmacı Michel Chossudovsky, 31 Aralık'ta kaleme aldığı son makalesinde, ABD Ordusu ve Dışişleri Bakanlığı'na, depremle ilgili ön uyarının geldiğini, Hint Okyanusu'ndaki ABD ileri üssü Diego Garcia adasının haberdar edildiğini kaydetti. Bu uyarılar; Hindistan, Sri Lanka ve Tayland gibi ülkelere iletilseydi, onbinlerce insanın kurtulması mümkün olacaktı. Çünkü dev dalgaların bu ülkelerin sahillerine ulaşması saatler aldı.
Havai Adası'ndaki ABD'li araştırmacıların açıklaması, Chossudovsky'nin söylediklerini doğruluyor. Adada bulunan Pasifik Uyarı Merkezi'nden Charles McCreery, ‘ölümcül sismik dalgalar meydana geleceğini ancak 02.30'da (9. şiddetindeki deprem 00.58'de olmuştu), yani dalgalar Sri Lanka'ya vurduğunda anladıklarını' öne sürüyor. Oysa bilim dünyası, 6.5'ten büyük depremlerin tsunamiyi tetikleme olasılığının yüksek olduğunun farkındaydı.
McCreery Asya ülkelerinin uyarılmamasını ise ‘bölgeyle temasları olmaması' ile açıkladı. Oysa bölge ülkelerinin bazıları, McCreery'nin başında bulunduğu Tsunami Uyarı Sistemi'nin üyesiydiler. Bunlar Avustralya, Tayland, Singapur ve Endonezya'ydı ve hepsiyle de ‘temas' vardı.
Tsunami Vakfı Başkanı Prof. Tad Murty felaketle ilgili şöyle diyordu: ‘Bir tsunamide tek bir insanın ölmesi için bile neden yoktur. Çünkü birçok bölge, dalganın vurmasından önce 25 dakika ila 4 saat kadar süreye sahiptir. Bir kez daha; kayıtsızlık ve yozlaşma nedeniyle, binlerce masum insan can verdi.'
Dev dalgalar bölge halklarını yutarken, bütün bu süreç, uydular tarafından sürekli fotoğraflanmakta ve araştırma ekiplerine gönderilmekteydi. Yani Havai'deki merkez ve ABD Dışişleri Bakanlığı, Sri Lanka felaketi öncesinde, tsunamiden haberdardı. ABD donanması önceden uyarılmıştı. Zaten ordu için çalışan uydu gibi gelişkin sistemler, donanma komutanlarının sismik dalgaları zamanında takip etmesine olanak tanımaktaydı. Nitekim, Diego Garcia adasında hiç hasar olmadı.
Felaketi bilmesine rağmen bölge ülkelerine bildirmeyen ABD emperyalizmi, insanlığa karşı işlediği suçlar zincirine yeni bir halka daha eklemiş oldu. Sonraki gelişmeler ise, Beyaz Saray'daki zorbaların suç zincirine yeni halkalar ekleme derdinde olduklarını gösterdi.
Önce 15 milyon, ardından 35 milyon, gelen eleştiriler üzerine de son olarak 350 milyon dolar yardım yapacağını açıklayan Amerikan rejiminin, bu ‘insani yardım'ı iletme şekli, niyetin yardımdan öte olduğunu herkese gösterdi. Savaş kundakçılarının ‘başka bir niyetimiz yok' türünden ikiyüzlü açıklamaları ise, has Amerikan uşakları dışında kimseyi ikna edecek cinsten değil.
Yardım ‘operasyonu'nu işgalci ordu eliyle ve ‘Bağdat fatihi' komutasında yürüten ABD emperyalizmi, bu ‘fırsatı' bölgedeki askeri gücünü artırmak için kullanıyor. Savaş çetesinin bu askeri gücü, ‘terörle mücadele'de kullanacağı dile getiriliyor. ‘Terörle mücadele'den neyin kastedildiğini ise Afganistan ve Irak'ta yaşananlardan biliyoruz.
Tsunamiden en çok etkilenen Endonezya, Sri Lanka ve Tayland'da yığınak yapan ABD ordusu bu ülkelerde; aralarında uçak gemilerinin de bulunduğu çok sayıda savaş gemisi, uçak, helikopter ve 13 bini aşkın askerle konuşlanmış durumda. Ciddi bir engelle karşılaşmazsa eğer, bu güçlere yenileri de eklenecektir.
Bilgisi ve olanağı olduğu halde tsunamiyi bildirmeyerek onbinlerce insanın ölümüne neden olan ABD emperyalizmi, şimdi de ‘insani yardım' adı altında bölgenin stratejik noktalarına işgalci güçlerini yerleştiriyor. Bu ise bölge halklarına yeni felaketler hazırlamak anlamına geliyor.

----------------------------------------------------------------------------

BM artık ‘şal' işlevi göremiyor!

‘Barış evi' olacağı iddiasıyla kurulan Birleşmiş Milletler, vaadedilen misyonu yerine getirmedi ama başka işlevler üstlendi. Bu işlev, esas olarak, sistemin dolaysız sonucu olan yıkımların belli sınırlarda tutulması noktasında görülüyordu. Tabii BM'nin faaliyeti bu ‘masum' işlerle sınırlı değildi. Siyonist İsrail devletinin Filistin halkı ve Ortadoğu'nun başına musallat edilmesi örneğinde görüldüğü gibi büyük günahları da var.
Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra ise, barışa katkı sunmak bir yana, emperyalist saldırganlık ve savaş politikasını meşrulaştırma aracına dönüştü. Bu işlev, emperyalist merkezlerle arası açık olan ülkelerin işgali için Güvenlik Konseyi kararı çıkarma derecesine kadar vardı. ‘Barış evi' artık ezilen halklara ölüm saçıyor.
BM'nin bir diğer önemli işlevi ise çatışmalı bölgelere ‘Barış Gücü' konumlandırmaktır. Emperyalistlerin kışkırttığı çatışmaların sonucu yaşanan insani dramlar, güya ‘Barış Gücü' askerleri eliyle çözülüyor. Bu çözüm, çatışmalardan kaçan, çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan insanların toplandığı kamplara kapatılması şeklinde oluyor.
Bu kamplar yoksulluk ve sefilliğin kol gezdiği, dolayısıyla kadın ticareti, insan kaçakçılığı gibi kirli işleri yapan çetelerin de musallat olduğu yerlerdir. Elbette bu işler kampın ‘güvenliğini' sağlayan BM'ye bağlı askerlerin işbirliği olmadan yapılamaz. Daha önce bu kirli işbirliğini belgeleyen pek çok haber kamuoyuna yansımıştı.
‘Barış Gücü' askerlerinin kamplardaki kadın ve çocuklara cinsel istismarda bulundukları da sık gündeme gelen bir diğer sorun. Şimdi BM de bunu kabul etmek zorunda kaldı. BM Dahili İzleme Ofisi tarafından yayınlanan bir raporda, Kongo'da görev yapan BM ‘Barış Gücü' askerlerinin aralarında 13 yaşındaki kız çocuklarının da olduğu kadın ve kızlara yönelik cinsel istismarda ve sömürüde bulunduğuna dair iddialar doğrulandı. Ofis'in raporunda, ‘Barış Gücü' askerlerinin yiyecek ya da küçük paralar karşılığında Kongolu kadın ve kızlarla düzenli bir şekilde ilişkiye girdiğinin tespit edildiği ve bu istismarların devam ettiği belirtiliyor. Raporda bahsedilen bir vakada, çaresiz ve aç olan 14 yaşındaki bir kız çocuğunun 1-2 dolar veya 2 yumurta ya da bir paket süt karşılığında bir ‘Barış Gücü' askeri tarafından cinsel açıdan istismar edildiği ve mağdur kızın daha sonra askeri teşhis ettiği anlatılıyor.
Annan'ın Kongo Özel Temsilcisi de, özellikle cinsel istismar kurbanı olan kadınları korumak üzere yemin eden askerlerin mağdur insanlara koruma sağlamak yerine, cinsel istismar ve sömürü gibi affedilemeyecek eylemlerde bulunduğunu ve bulunmaya devam ettiğini söyledi.
‘Barış Gücü' askerlerinin yargılanması ve cezalandırılması tamamen bu askerleri gönderen ülkelerin yetkisinde olduğu için, raporda, ülkeler gönderdikleri askerlerin işledikleri suçlar karşısında uygun bir şekilde harekete geçmeye çağrıldı. Demek oluyor ki, bu askerler işledikleri suçlardan dolayı, göstermelik de olsa yargı önüne bile çıkarılmıyor.
Bunlar da emperyalistlerin paravan örgütü BM'nin ‘barışı korumak' için gönderdiği güçler!