15 Ocak 2005
Sayı: 2005/03(03)


  Kızıl Bayrak'tan
  CHP operasyonu ve yansımaları
  Sağlıkta özelleştirmenin ilk adımı atıldı
  İlaç üretiminde "veri imtiyazı" geliyor
  Afet bölgesine yardım sahtekarlığı
  Düzenin her kurumundan pis kokular yükseliyor
  İÜ'de iki kutup, iki farklı seçim
  Beytepe'de faşizme geçit yok!
  Sermayenin yeniden yapılanması ve "emeğin Avrupası"
  Fethullah Hoca'ya kulak verin!
  "İnsanlık için Küresel Kadın Şartı..."
  Sağlıkta tasarruf ölüm demektir
  Güvencesiz Çalışmaya Geleceksiz Yaşamaya Hayır Kampanyası
  Bilinç katliamının derinleştirilmesi
  Filistin; bölge barışı ve Mahmut Abbas
  Kirli savaş taktikleri işgalcileri kurtaramaz
  Kanlı pastadan beslenen leş kargaları
  Felaketin sorumluları bölgeye askeri yığınak yapıyor
  Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht anıldı
  I. Ekim Gençliği kampı
  İLGP kampanyası
  Bültenlerden
  Düzenin yoz kültürü ve "Kurtlar Vadisi"
  Bir damlacık hayatlar...
  2005'te imparatorluk .
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 

"İnsanlık İçin Küresel Kadın Şartı"...

İşçi ve emekçi kadınları sınıf mücadelesinin dışına çekmeye çalışarak sisteme hizmet ediyor

A. Aydın

4-12 Aralık tarihleri arasında Ruanda'nın Kigali kentinde yapılan Dünya Kadın Yürüyüşü 5. Uluslararası Toplantısı'nda, ‘İnsanlık İçin Küresel Kadın Şartı' kabul ve ilan edildi.
Eşitlik, özgürlük, dayanışma, adalet ve barış başlıkları altında, toplam 31 maddelik bir beyan listesi oluşturan ‘şart', bu çalışma grubunun tahayyülündeki ‘yeni' dünyayı tanımlıyor. Diğer bir ifade ile, grubun çalışma programı niteliği taşıyor. Dolayısıyla, bu grubu ve programını anlamak için ‘şart'ın beyanlarına gözatmakta yarar var. Ancak, genel bir okumada göze çarpacak kadar belirgin olduğu için, daha baştan söylenebilecek bir özelliği belirtmeden geçmemek gerekiyor. Bu ‘kadın' çalışmasının temel zayıflığı ‘aşağıda ele alacağımız bütün diğer zayıflıkların da esası anlamında- sınıflar olgusunun anlam ve öneminin kavramamış olmasıdır. Ama bu, uluslararası düzeyde bir çalışma, toplantı vb. düzenleyebilen delegelerin eğitim düzeyi düşünüldüğünde, son derece hafif ve naif bir itham olur. Gene de, yazıya başlangıç aşamasında bu kadarıyla yetinebiliriz.
‘Şart'ın ilk bölümünü oluşturan ‘eşitlik'in birinci beyanından başlayalım.
‘Her ülkede ve her toplumda yaşayan insanların ve halkların' (metnin devamında da görüleceği gibi onların dilinde sınıf yoktur) tamamının özgür olduğu ifadesini, yine bu ‘insanların ve halkların' eşit yararlanma hakkına sahip olduğu savunulan bir dizi ihtiyaç sıralaması takip ediyor. Beslenme, barınma, sağlık, eğitim gibi en temel, en zorunlu, vazgeçilemez ihtiyaçların arasına ise, ‘mülkiyet' gibi, neye tekabül ettiği açıklanamaz bir madde sıkıştırılıveriliyor. Bilindiği gibi mülkiyet, bir sıfat almadığı sürece özel mülkiyet anlamına gelir. Yani, onların hayalindeki o ‘çok eşitlikçi' dünya, yine o çok karşı oldukları ‘ataerkil ve kapitalist' dünya gibi, özel mülkiyeti temel almaktadır.
Yine aynı maddenin, ‘eşitlik'in, beşinci beyanı, ‘şart'la tarif edilen ve tüm insanlara katılım çağrısı çıkarılan yeni dünyanın ‘bugünkünden farkı ne'' sorusunu sorduracak nitelikte. Madde özetle kadın emeğini, ‘servet yaratan ve değer biçilmesi ve paylaşılması gereken ekonomik etkinlikler' olarak tanımlıyor. Kapitalizmin kadın hayatında gerçekleştirdiği ‘devrim' de tam olarak bu değil mi' Kapitalizmin egemen olduğu toplumlarda, şartta parantez içinde sayılan, ‘ev emeği, eğitim, çocukların ve yakın akrabaların bakımı vs.'nin bir değeri yok mu' Yani bunlar, bu toplumlarda karşılığı para olarak belirlenmiş ekonomik etkinlikler içinde değiller mi' Hızla yaygınlaşan kreşler ve bakım evleri, hazır yemek ve temizlik hizmetleri ve daha pek çoğu, kapitalizmin bugünkü evresinde, maddi üretim alanlarından çok daha kolay ve fazla kâr getiren alanlar olarak öne çıkmaktadır. Hepsine çoktan değer biçildi ve bu değer üretilen hizmete bakıldığında son derece yüksektir. Ve bu yükseklik, sektör çalışanlarının ücretlerini değil, sektörde faaliyet gösteren kapitalist şirketlerin kasasını doldurmaktadır. Sonuçta durum değişmiyor. Eğer emek gücüne bir değer biçiliyorsa, eğer emek gücü tüm diğer mallar gibi parayla alınıp satılıyorsa, bu bir ekonomik (siyasal, toplumsal) sistemi anlatmaktadır, ki bu yaşadığımız kapitalist sistemden başkası değildir.
‘Şart'ın ikinci başlığı ‘özgürlük'. Bu başlığın ikinci beyanında da yine ‘bütün bireyler'in yararlanacağı özgürlükler sıralanırken, araya, ‘mallarının sorumluluğunu üstlenme özgürlüğü' sıkıştırılmış. ‘Mal ve mülkiyet' hakkından bir türlü vazgeçemeyen bir kapitalizm karşıtlığı bu!
Bu başlığın 3. ve 5. maddelerinde ise, arzulanan sisteme artık bir ad koyma zamanı gelmiş görünüyor. 3. beyanda; özgürlüklerin, ‘hoşgörü ve karşılıklı saygı ile ve demokratik ve katılımcı bir sistem içinde' kullanılacağı belirtiliyor. 5. beyanda ise ‘özgürlük ve eşitlik' demokrasinin kaynağı olarak gösteriliyor. ‘Demokratik ve katılımcı'!!! Burada, Bush ve benzerlerinin literatürü dışına çıkan, verili sistemin kendini tanımlamasını aşan bir tanım yoktur. Demokrasinin kaynağı olarak gösterilen ‘özgürlük ve eşitlik'e bir de ‘kardeşlik'i eklediğinizde, Fransız burjuva devriminin temel sloganına ulaşırsınız. Zaten, sınıflı bir toplumda, sıfatıyla anılmadığı sürece, pek çok isim gibi demokrasi de burjuva demokrasisi anlamına gelmektedir. Burjuva demokrasisi, proleter demokrasi sıfatlarını kullanmaktan kaçınan her kişi, grup ya da örgüt, utangaç burjuva lakabını haketmektedir.
Burjuva demokrasisinin bu utangaç savunusu, bu ham hayal, ‘adalet' başlığı altında sıralanan beyanlarda da sürdürülüyor. Yeni sistemin adı, ‘adalet'in birinci beyanında ‘gerçekten demokratik'leşiyor. İkinci beyanda ise ‘sosyal adalet'i sağlamak, ‘servet sahibi olmanın sınırlandırılması' ile sınırlandırılıyor. Tabii ki sınırlar belirgin değil. Belirgin olan tek şey, ‘özel mülkiyetten ve servetten' vazgeçilemediğidir.
Adaletin konuşulduğu yerde yeni sistemin yargısı da tanımlanıyor doğal olarak. Tanım dördüncü beyanda aynen şöyle: ‘Ulaşılabilir, eşitlikçi, etkin ve bağımsız bir yargı tesis edilir.' Tanımda altı çizili ifade, bilindiği gibi, kapitalist sistemde ezilen sınıfların talepleri içinde geçer. Anlamı ise, yargıçların siyasi iktidarın emir kumanda zinciri içinden çıkarılması, sadece ellerindeki yazılı hukuka bağlı çalışması vb. düzeyindedir. Bu sistemin yargılama kurumu ve düzeninden zarar görenlerin, bu sisteme yönelik bir talebi içinde yeralır. Oysa yeni bir sistem, kendini korumaya yönelik yeni bir yargı kurumu oluşturmak durumundadır. Ve bu kurum da, o yeni sisteme ‘bağlı' olarak çalışacaktır. Yeni bir düzen isteyen ve kuranlar olarak, yargının kimden ve neyden bağımsız olmasının savunulduğu belli değildir.
Şart'ın son başlığı ise ‘barış'. Tüm metin içinde en ciddi, en sinsi, en vahim sistem savunusu da bu başlığın beyanları altında yapılıyor.
Öncelikle; ‘Hoşgörü, diyalog ve farklılıklara saygı barışın temelleridir' (Beyan 2.) ifadeleriyle, savaş nedenlerine de dolaylı bir gönderimde bulunuluyor. Bunun dışında savaşlar ve nedenleri hakkında herhangi bir açık beyan yeralmıyor. Oysa, savaşın karşıtı olarak barıştan ve nasıl kurulacağından sözedecekseniz, öncelikle savaş ve nedenlerine açıklık getirmelisiniz ki, gerçek ve kalıcı bir barış kurabilmek için bu nedenleri ortadan kaldırma vaadi getirebilesiniz. Fakat böyle bir şeyi gerçeklerden kopmadan yaptığınızda, verili sistemi ‘kökten' biçimde karşınıza almanız gerekecektir. Çünkü bugünün dünyasında savaşlar, esasta, sınıflar savaşının yansımalarıdır. Son yüzyıla damgasını vuranlar da, emperyalist paylaşım savaşları olmuştur. Emperyalizmi tümüyle yoketmeden, dünyada barış, ham bir hayal değilse eğer, barışa en fazla ihtiyacı olan/savaşlardan en fazla zarar gören ezilen sınıf ve kitleleri kandırmak, boş hayallerle oyalayıp sınıf savaşımından alıkoymak çabasıdır.
Örneğin; ‘Hoşgörü ve diyalog barışın temelidir' çağrısı bugün Irak ve Filistin halkına nasıl bir mesaj gönderir dersiniz' Emperyalist işgal ve ilhakı, emperyalist orduların toplu katliamlarını hoşgörmeleri, katilleriyle diyalog kurmaya çalışmaları mı gerekiyor bu mazlum halkların' Kendilerine yöneltilen bu haksız, bu eşitliksiz, bu kirli savaşı böyle mi durdurabileceklerdir'
Beşinci beyan, bu sorulara yanıt mahiyetinde ve fakat çok daha vahim ifadelerle yüklü: ‘Hiçbir görenek, gelenek, ideoloji, din, politik ya da ekonomik sistem şiddet kullanımını haklı gösteremez.'
Açıkça görüleceği gibi, burada, sadece emperyalist işgale karşı direniş değil, kurulu düzene karşı devrimci mücadele de dışlanmakta, yadsınmaktadır. Yukarıdaki ifadeyi güncel somutluklar üzerinden yeniden kurgulayalım: İsrail'in Filistin halkına karşı devlet terörü uygulaması Filistin halkının direnişini haklı gösteremez. Çünkü bu direniş ‘şiddet' içermektedir. Amerika'nın işgal ve imha saldırısı Irak halkının direnişini haklı gösteremez, çünkü bu direniş de ‘şiddet' içermektedir. Türkiye'deki egemen kapitalist sistemin ve devletin işçi sınıfı ve emekçi kitleler üzerindeki baskı ve sömürüsü, bu sınıf ve kitlelerin politik örgütleri üzerindeki devlet terörü, Türkiye'de devrimci mücadele yürütülmesini haklı gösteremez, çünkü bu mücadele şiddet içermektedir' Görüleceği gibi, son derece ‘masum' ifadelerle ortaya konulan ‘her türlü şiddet' karşıtlığı, insanı, kendinden daha masum ve hiç kuşkusuz daha mazlum olanların karşısına dikebiliyor.
Aslında, ‘Şart'ın ‘Çağrı' bölümü, bu etkinlik grubunun hedefini ‘ya da sınırlarını- çok daha açık biçimde ortaya koymaktadır:
‘Bütün toplumsal hareketleri ve toplumsal güçlerin hepsini (bu güçler bir üst paragrafta, kadınlar ve erkekler, gezegenin bütün ezilen halkları ve grupları olarak sıralanıyor, sınıf adlandırmasından yine özenle kaçınılıyor) bu şart tarafından savunulan değerlerin etkin biçimde uygulanabilmesi ve politik karar-alıcıların bunların hayata geçmesi için gerekli önlemleri kabul etmesini sağlayacak biçimde eyleme geçmeye çağırıyor.'
Politik karar alıcılar!!! Yani günün egemenleri, yani emperyalist efendiler!!! Yani, sömürü sistemlerinin devamı için binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce insanın hayatına kıyanlar' Azami kâr uğruna dünyanın havası-suyu-toprağını kirletenler, insanları katledenler' Şimdi, neden baskı ve sömürünün ve bunların ana kaynağı olarak özel mülkiyetin ortadan kaldırılmasından değil de ‘sınırlandırılması'ndan sözedildiği anlaşılıyor. Ancak hala anlamanın kolay olmadığı bir durum var. Egemenlikten vazgeçmeyeceği açık olan bu sınıf, egemenliğinin sınırlandırılmasına nasıl razı edilecektir' Uluslararası tekeller ve onların egemenlik aracı olarak kapitalist-emperyalist devletler (ki egemenliklerini sürdürebilmek için her türlü kıyıcılığı yapmaktadırlar) ‘Şart'ın savunduğu değerleri hayata geçirecek kararları nasıl alacaklardır' Onların bu önlemleri kabul etmesini sağlayacak ‘eylem biçimi' nedir'!
Feminist hareket bir burjuva kadın hareketi olarak doğmuştu. Gelinen noktada ve bu ‘Şart'ın beyanlarında bu niteliğini korumayı sürdürdüğü görülüyor. Görünen bir başka temel nokta, koruyamadığı ve korumasının mümkün olmadığı temel bir özellik var. Feminizm başlangıçta devrimci bir hareketti. Tıpkı mensubu olduğu burjuva sınıfın da o çağda ‘devrimci' oluşu gibi. Egemen feodal sisteme ve devlete karşı ‘kökten', sık sık şiddet de içeren savaşımlara girişti. Onların literatüründe krallardan ‘ki dönemin egemenleri onlardı- hak dilenmek yoktu. Haklarını silahlı savaşım yoluyla alma yolunu tuttular.
Ama o çağın çoktan geçtiği, egemenliği ele geçiren burjuvazinin hızla devrimciliğini yitirdiği, kendi altındaki sınıflara karşı gerici bir kimliğe büründüğü biliniyor. Burjuva bir hareket olarak feminizm de doğal olarak mensubu olduğu bu sınıfın evrimine ayak uydurmuştur.