27 Ağustos 2005
Sayı: 2005/34 (34)


  Kızıl Bayrak'tan
  Kamuda toplu görüşme oyununda üçüncü perde
  İncirlik'e yürüyoruz!
  26-28 Ağustos’ta İncirlik’e yürüyoruz.
  Özelleştirme saldırısında gelişmeler
  Üniversitelerde soruşturma saldırısı ve
alınması gereken tutum
Sendikal ihanet ve kokuşma
Sendikalar Kanunu değişiyor
  Hacıbektaş Şenlikleri ve devrimci müdahale sorumluluğu
  1900 okul birincisi açıkta
  Formula 1 “kentsel dönüşüm” projesinin bir parçasıdır!
  Büyük depremin 6. yılında deprem
manzaramız
  Sefaköy İKE’de TUYAB etkinliği
  Hakkını arayan DERBY işçilerine polis
azgınca saldırdı.
  Sermaye düzeninin Kürt sorununda
tarihi çözümsüzlüğü (Orta sayfa)
  Burjuvazi İçindeki Bölünmenin
Anlamı ve Sınırları
  Siyonistler Gazze Şeridi’nden çekildi
  Gazze fiyaskosunu seyretmek

  Irak’ın anayasa taslağını işgalciler
belirliyor

  Pentagon şefleri işkence görüntülerine
sansür koyuyor
  Brezilyalı genç işçi Menezes’in
yargısız infazı belgelendi
  Daha zorlu günlere hazırlanmalı!
  Almanya’da yaşayan tüm sınıf bilinçli
işçiler ve emekçiler
  Bültenlerden
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Tek Gıda-İş yönetiminin 1,5 trilyon lirayı zimmetine geçirdiği ortaya çıktı...

Sendikal ihanet ve kokuşma

Bugün bazı istisnalar dışında sendikalar, işçi sınıfına yabancılaşmış, burjuva sınıfın bir parçası haline gelmiş ihanet çetelerinin denetimindedir. Sendikal ihanet çeteleri sermayenin saldırılarına karşı işçi ve emekçilerin elini kolunu bağlayarak, mücadelenin gelişimine türlü biçimlerde köstek olarak sermayeye paha biçilmez bir hizmette bulunmaktadırlar.

Sendikal ihanet çetelerini burjuva sınıfının bir parçası olarak nitelememizin tek nedeni sermayeye sundukları işçi sınıfını denetim altında tutma hizmeti değildir. Bu ihanet çeteleri içinde yeralanlar aynı zamanda gelir düzeyleri, yaşam tarzları, duygu ve düşünceleri bakımından da burjuva sınıfının parçası durumundadırlar. Dolayısıyla burjuva sınıfına özgü her türlü çürüme ve yozlaşmanın da doğrudan taşıyıcısı, temsilcisidirler.

Sendikal ihanet çetelerine mensup olanların birer burjuvadan farkının olmadığı işçilerin çoğu tarafından bilinir aslında. Sendikaların tepesindeki yöneticiler için kullanılan sendika ağası nitelemesinin sınıf içerisinde bu kadar yaygın kabul görmesi boşuna değildir. Fakat gene de bu ihanet çeteleri gerçek sınıfsal konumlarını gizlemek, kendilerini gece-gündüz işçilerin çıkarları için çalışıp çabalayan insanlar olarak göstermek konusunda oldukça ustadırlar.

Fakat zaman zaman bazı gelişmeler bu ihanet çetelerinin ipliğinin pazara çıkmasına neden olur. Çoğu burjuvayı kıskandıracak gelir düzeyleri, bunca parayı ne tür dolaplar çevirerek elde ettikleri, nasıl bir yaşam sürdükleri, kafalarının nelerle meşgul olduğu bu gelişmeler sayesinde açığa çıkar, işçi ve emekçiler tarafından da somut şekilde görülür hale gelir.

Geçtiğimiz hafta gene böyle oldu. Yaşanan bir gelişme ihanet çetelerinin işçi sınıfının sırtından geçinen asalaklar olduklarını, işçilerin ücretlerinden kesilen paraları nasıl har vurup harman savurduklarını bir kez daha gözler önüne serdi.

Tek Gıda-İş yönetimi hem ihanet hem de soygun çetesi

23 Ağustos tarihli Vatan gazetesi ‘İşçinin parası atlara gitmiş' manşetiyle çıktı. Konu bir gün önce yayınlanan Evrensel gazetesinde ise ‘Trilyonluk yolsuzluk iddiası' başlığıyla yeraldı. 24 Ağustos tarihli Vatan gazetesinde konuyla ilgili bir haber daha yayınlandı.

Bu haberlere göre, Tek Gıda-İş Sendikası'nın hesaplarının denetlenmesi sırasında 1 trilyondan fazla açık çıkmıştı. Bunun üzerine sendikanın Denetim Kurulu tarafından ayrıntılı bir araştırmaya gidilmiş, yapılan incelemeler sonunda genel başkan Korkut Güler'in sendika kasasından değişik zamanlarda toplam 1 trilyon lira civarında usulsüz avans çektiği ve bu parayı zimmetine geçirdiği saptanmıştı. Gene Yönetim Kurulu üyeleri Mesuthan Çolak ve Turhan Aybar da sendikanın kasasından 500 milyar lira kadar bir para çekerek zimmetlerine geçirmişlerdi. Zimmete para geçirme iddialarının somut verilere dayanması nedeniyle Genel Başkan Korkut Güler istifa etmek zorunda kalmıştı. Yani Tek Gıda-İş yönetimi başkanı ve yönetim kurulu üyeleri bir hırsızlık şebekesi kurmuşlardı ve hesap soran olmadığı için işçilerden toplanan paralarla hep birlikte saltanat sürüyorlardı.

Aslında genel olarak sendikaların, özelde ise Tek Gıda-İş'in nasıl yönetildiğini biraz yakından takip edenler için bu çok da sürpriz bir gelişme değildi. Zira Tek Gıda-İş yöneticilerinin sendika kasasından çekilen yüklü miktarda paraları at yarışı ve bahis oyunlarına yatırdıkları yönünde iddialar geçmişte de gündeme gelmiş, fakat bir biçimde bu iddialar ispatlanamamış ve örtbas edilmişti. Tüm yönetimin içinde olduğu soygun mekanizması da yıllar boyunca sorunsuz bir şekilde işlemişti.

Konuyla ilgili gelişmeler sürüyor. 25 Ağustos'ta tüm şube yönetimlerinin de katılacağı bir toplantı yapılacağı ve denetimle ilgili raporların bu toplantıya sunulacağı, toplantı sonucuna göre de Olağanüstü Genel Kurul için harekete geçileceği bildiriliyor.

Kişilere değil sisteme bakmak gerekir

Yıllardır sorunsuz bir şekilde işleyen soygun mekanizmasının bugün birden bire gündeme gelmesinin ve pisliğin ortalığa saçılmasının nedeni sendikadaki denetim mekanizmasının sağlamlığı değil kuşkusuz. Zira yönetim kurulu da denetim kurulu da yıllardır aynı. Hesaplardaki usulsüzlüğü ortaya çıkaran kişi olduğu söylenen Mustafa Türkel de yıllardır sendikanın Genel Sekreterlik koltuğunda oturuyor. Kesin bir şey olmamakla birlikte rant paylaşımındaki anlaşmazlıklar ve yaşanan çıkar çatışmalarının gürültüsü nedeniyle pisliğin ortaya saçılmış olması çok daha güçlü ve akla yatkın bir ihtimaldir. Konuyla ilgili gazete haberlerinde genel merkez yöneticileri dışında bazı şube yöneticilerinin adlarının da geçmesi bu ihtimali daha da güçlendirmektedir. Yani ortaya dökülen pislik buzdağının sadece tepesidir, görünen kısmıdır. Bütün bunlar bir tek şeye işaret etmektedir. Tek Gıda-İş'te yaşananlar kötü niyetli birkaç kişinin eseri değildir. Çürüme ve kokuşma bireysel değil yapısaldır.

Konu sadece Tek Gıda-İş yönetimi de değildir kuşkusuz. Faşist sendika Türk Metal'in başındaki Mustafa Özbet'in sendikacılık sayesinde elde ettiği büyük kişisel serveti herkes bilmektedir. Türk-İş'in eski genel başkanlarından Bayram Meral'in oğlunun kumar masalarında bir gecede binlerce dolar kaybettiği türden haberler de gene birçok insanın hatırındadır. Elindeki mali kaynakları sınıf hareketinin ihtiyaçları için harcama konusunda son derece cimri davranan sendikaların yöneticilere 5-10 milyar dolaylarında maaş bağladıkları, lüks genel merkez binaları ve tatil merkezleri inşa ettikleri de bilinen gerçeklerdir. Buradan şu sonuç çıkmaktadır ki, Türk-İş yönetiminden tutalım da diğer pek çok sendikalara kadar, ihanet çetelerinin hepsi bugün Tek Gıda-İş'te bir örneğini gördüğümüz türden yağma ve hırsızlık şebekelerinin içindedir. Bunları sendika yönetimlerinde tutan şey sınıfa hizmet aşkı değildir. Onlar sermayeye hizmet etmek ve bunun karşılığı olarak kendilerine sunulan yağma ve talan olanaklarından faydalanmak, saltanatlarını devam ettirmek için o makamlarda oturmaya devam etmektedirler.

Pisliği işçi sınıfı temizleyecek!

Sendikal ihanet çetelerinin bulaştığı pislik sermaye düzeninin pisliğidir. Yolsuzluk, zimmet, yağma ve talan sermaye düzeninin yapısal özellikleridir. Usulüne göre, yoluyla yordamıyla yapılmak kaydıyla bu tür hırsızlıklar sermayenin meşru gördüğü servet ve sermaye biriktirme yöntemleridir. Kısacası sermaye düzeni çürüme ve kokuşmanın ta kendisidir. Durum böyle olunca da sermayeye hizmet eden sendikal ihanet çetelerinin bu kokuşmanın dışında kalması mümkün değildir. Sermayenin çürümüş ve kokuşmuş düzenine işçi sınıfının tarihsel eylemi son verecektir.
Aynı şekilde yağmacı ihanet çetelerinin sendikalardaki egemenliğine son verecek olan şey de işçi sınıfının kendi kaderine sahip çıkması ve harekete geçmesidir. Sermayeye karşı mücadele güçlendikçe, sınıfın bilinç ve örgütlülük düzeyi arttıkça, ortaya çıkacak rüzgar bu işbirlikçi hırsızlar çetesini de önüne katıp sınıf örgütlerinin dışına atacaktır.

---------------------------------------------------------------------

Sendikalar ve sendika bürokrasisi

Sendikaların burjuvaziye karşı inatçı direnişlerin sonucu olarak ve onyılları bulan bir mücadeleyle kendilerini kabul ettirdiklerini biliyoruz. Başlangıçta sendikaları engellemeye çalışan ve yasaklama yoluna giden burjuvazi, onların kendilerini işçi sınıfının direnişiyle zorla kabul ettirmesinin ardından ise olanaklı olduğunca etkisizleştirmeye çalıştı. Bu çabalar da istenen sonucu vermeyince ve işçi hareketi bünyesindeki gelişmeler uygun zemini oluşturunca daha değişik bir yol denedi. Sendikaların sınıf mücadelesinde oynadığı ve oynayabileceği son derece önemli rolü de gözönünde bulundurarak, çok yönlü çabalarla bu örgütleri kendi denetimi altına almaya çalıştı ve dünya çapındaki tarihsel deneyimlerin açıkça gösterdiği gibi sonuçta bunda bir hayli de başarılı oldu.

(...)
Emperyalist metropollerde burjuvazinin işçi sendikalarını denetim altına almadaki büyük tarihi başarısı, evrensel bir deneyim olarak bağımlı ülkeler burjuvazisi önünde de ‘yeni ufuklar' açtı. Birçok ülkede (ve bu arada İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye'sinde) işçi sendikaları, işçi sınıfının tabandan gelen dinamizmini mümkün mertebe bloke ederek, daha baştan devlet denetimi ve yönlendirmesi altında kuruldular. Türkiye gibi ülkelerde ve genel olarak bağımlı ülkelerde sendika bürokrasisinin dayanabileceği sözü edilebilir bir işçi aristokrasisi bulunmadığı için de, burjuvazi sendikalar üzerindeki denetimini çok daha özel yöntemlerle sürdürme yoluna gitti. Bunda temel dayanağı ise özel olarak eğitilmiş ve desteklenmiş bir profesyonel sendikacılar kastı oldu.

İşçi aidatlarıyla oluşturulan fonlar üzerinden kendini sayısız ayrıcalıklarla donatmış bulunan bu özel burjuva kastı devletle ve sermaye çevreleriyle çok yönlü sıkı bağlara sahiptir. Yaşam seviyesi ve tarzı, gelirleri, düşünce ve duygularıyla bu sınıfın bir parçasıdır. Görevi burjuvazi ve devlet adına işçi hareketini denetim altında tutmak ve kelimenin en tam anlamıyla işçileri düzenli olarak kapitalist patronlara satmaktır. Bu hainler güruhu işçi sendikalarını adeta bir çiftlik gibi kullanmakta, onları birçok durumda mafyavari yöntemlerle yönetmekte ve elde tutmakta, sendika içi demokrasiyi boğmakta, tabandan gelen dinamizmi döne döne kırmak için bin bir yola başvurmakta, sözün kısası, bir kez daha kelimenin en tam anlamıyla, işçi sınıfı içinde sermayenin ajanı olarak hareket etmektedir.

(Sendikalar ve Sınıf Mücadelesi, Ekim, sayı:238, Ağustos 2004, başyazı