27 Ağustos 2005
Sayı: 2005/34 (34)


  Kızıl Bayrak'tan
  Kamuda toplu görüşme oyununda üçüncü perde
  İncirlik'e yürüyoruz!
  26-28 Ağustos’ta İncirlik’e yürüyoruz.
  Özelleştirme saldırısında gelişmeler
  Üniversitelerde soruşturma saldırısı ve
alınması gereken tutum
Sendikal ihanet ve kokuşma
Sendikalar Kanunu değişiyor
  Hacıbektaş Şenlikleri ve devrimci müdahale sorumluluğu
  1900 okul birincisi açıkta
  Formula 1 “kentsel dönüşüm” projesinin bir parçasıdır!
  Büyük depremin 6. yılında deprem
manzaramız
  Sefaköy İKE’de TUYAB etkinliği
  Hakkını arayan DERBY işçilerine polis
azgınca saldırdı.
  Sermaye düzeninin Kürt sorununda
tarihi çözümsüzlüğü (Orta sayfa)
  Burjuvazi İçindeki Bölünmenin
Anlamı ve Sınırları
  Siyonistler Gazze Şeridi’nden çekildi
  Gazze fiyaskosunu seyretmek

  Irak’ın anayasa taslağını işgalciler
belirliyor

  Pentagon şefleri işkence görüntülerine
sansür koyuyor
  Brezilyalı genç işçi Menezes’in
yargısız infazı belgelendi
  Daha zorlu günlere hazırlanmalı!
  Almanya’da yaşayan tüm sınıf bilinçli
işçiler ve emekçiler
  Bültenlerden
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

İşçi sınıfı olarak hak ve özgürlüklerimizi elde etmek istiyorsak...

12 Eylül'le ve bu düzenle hesaplaşmalıyız!

‘99 seçimlerinde özel bir tarzda yıldızı parlatılan Ecevit 2002 seçimlerinde sandığa gömüldü. Demirel ise yıllarca düzenin uşaklığını yapmış biri olarak yaptığı yolsuzlukların üzerini örtmeye çabalıyor. Ve 12 Eylül'ün ön süreçlerini düzleyen bu iki şahsiyet şimdilerde Vahdettin üzerinden ‘hain kim'' tartışması yapıyorlar. Peki tarihin tozlu sayfalarını karıştıran bu baylar, neden yakın tarih, mesala 12 Eylül üzerine bir tartışma yürütmüyorlar' Dökülen her damla kanda, işçi ve emekçilere yönelik her saldırıda kendi payları olduğu için bunu yapmıyorlar.

Bundan 38 yıl önce, yani 1977'de Ecevit hükümeti ‘kemer sıkma' politikasını ilk kez telaffuz etmeye başladı. Ardından gelen Demirel hükümeti 24 Ocak Kararları'nı ilan ederek ‘kemer sıkma' politikasına start verdi. 12 Eylül askeri faşist darbesi, 24 Ocak Kararları'nın uygulanabilmesi için gerçekleştirildi. Bu ikili bir süreliğine kenara çekilerek meydanı ABD'nin ‘bizim oğlanlar' dediği cuntacılara bıraktılar. Kendi tabirleriyle, ‘burjuva demokrasisi askıya alındı'.

Oysa askıya alınan işçi ve emekçilerin hak ve özgürlükleriydi, devrimci mücadeleydi. ‘Kardeş kavgasını engellemek, anarşik olayları önlemek' vb. söylemlerle iş başına gelen faşist generaller, yıllar sonra bunu inkar edemediler. Zira, işkence tezgahlarındaki kan kokusunu silmeyi başaramadılar.

24 Ocak Kararları, toplumsal düzeni işbirlikçi sermayenin ihtiyaçları çerçevesinde yeniden şekillendirmeyi amaçlıyordu. Kararların özü ve esası, işçi ve emekçileri yoğun sömürü koşulları altında çalıştırmak, böylece sermaye birikimine hız vermek, patronların kârlarına kâr katmaktı. Cuntacıları görevi ise bunun toplumsal ve siyasal koşullarını sağlamaktı. Cuntacılar 24 Ocak Kararları'nı harfiyen hayata geçirebilmek için vahşi bir terör estirdiler:

* Emekçilerin tüm kazanımları gaspedildi, sendikaları kapatıldı. Mücadeleyle elde edilen tüm demokratik haklar yasaklandı, tüm demokratik kurum ve derneklerin kapısına kilit vuruldu.
* Toplumsal muhalefet zorbalıkla susturuldu. Yüzbinlerce ilerici, devrimci insan gözaltına alındı, işkenceden geçirilip hapishanelere dolduruldu. Yüzlerce devrimci katledildi... Kitaplar yasaklandı. Kitaplar yakıldı. Yazar ve düşünürler sürgün edildi.
* Toplumsal uyanışın ve başkaldırının önüne geçmek için, gericilik alabildiğine tırmandırıldı. Tarikatlar güçlendirildi. İmam hatip okulları yaygınlaştırıldı. Gericiliğin hortlatıldığı ortamda üfürükçüler, yobazlar, cinciler, medyumlar kolay yoldan para kazanan gözde meslekler haline geldi. Şimdi Amerika tarafından korunan ve beslenen Fettulah Gülen 12 Eylül'ün öz çocuklarından birisidir.
* Bir taraftan milliyetçi nutuklar atılırken, diğer taraftan emperyalizme bağımlılık ve ABD'ye uşaklık pekiştirildi.
* Ve nihayet, 24 Ocak Kararları'nın mimarlarından olan Turgut Özal'ın başkanlığında, neo-liberal politikalar bir bir uygulanmaya başlandı. Ekonominin dizginleri IMF'nin eline verildi, KİT'lerden başlanarak özelleştirmeler hızlandırıldı, 12 Eylül askeri faşist yasaları, cilalanarak devlet terörü katlanarak sürdürüldü.

(Esenyurt-Kıraç İşçi Bülteni'nin Ağustos ‘05 tarihli son sayısından alınmıştır...)

-------------------------------------------------------------------------------

Bütün tekstil işçileri İşçi Kurultayı'nda yerini almalıdır!

Tekstil sektöründe son yılların en yoğun sömürüsü yaşanıyor. Özellikle genç ve çocuk işçilerinin yoğun çalıştırıldığı sektörde hiçbir sosyal güvence yok. Düşük ücret, sigortasız çalıştırma, fazla mesai, performans dayatması, kolayından işten çıkarmalar, bozuk yemek, hakaret, aşağılamalar ve kimi yerlerde uygulanan şiddet ve dayak tekstil sektöründe günlük yaşanan sorunların başında geliyor. Örgütsüzlüğün yaygın olduğu bu sektörde, taşeronlaştırmalarla birlikte sömürü daha da artmıştır. Ortaçağ koşullarını aratmayacak uygulamalar tekstil işçisini tamamen köleleştirmiş durumda.

Zamanının ve ömrünün büyük bir kısmını patronlara çalışmakla geçiren tekstil işçisi sinema, tiyatro gibi sosyal aktivitelerden uzaklaştırılmış, düzenin yoz kültürüyle kişiliksizleştirme ve kimlikleştirmeye terkedilmiş durumdadır.

Tekstil sektöründeki örgütsüzlük, tekstil patronlarını daha da pervasızlaştırmaktadır. Yaşanan bu sorunlar karşısında tekstilde çalışan öncü işçilere büyük sorumluluklar düşmektedir. Yaşanan bu sömürü ve baskı karşısında tekstil işçisi, kendi öz örgütlülüğünü kurmalı, sermaye sınıfına karşı sınıf bilinciyle hareket etmelidir.
Tek yumruk tek yürek olmak için Esenyurt, Kıraç ve Büyüçekmece sınırlarında bulunan fabrikalardaki öncü işçiler, bir işçi kurultayı düzenlemek için adım atmış durumdalar. Yapılacak işçi kurultayı bölgemizdeki tüm işçi ve emekçileri biraraya getirmek, kendi sorunlarını tartışmak ve bu sömürü çemberini bir yerden kırmak amacıyla yapılacaktır. Bu sömürü çemberini kırmanın tek koşulu da örgütlenme çalışmalarına bir yerden başlamaktır. Bu nedenle yapılacak işçi kurultayının böyle bir görevi yerine getirebilmesi için tüm öncü ve bilinçli işçiler bu kurultaya katılmalı, tekstil işçileri de bu kurultayda yerini almalıdır.

Sınıf bilinçli bir tekstil işçisi

(Esenyurt-Kıraç İşçi Bülteni'nin Ağustos ‘05 tarihli son sayısından alınmıştır...)

--------------------------------------------------------------------------------------

12 Eylül sürüyor!..

12 Eylül'le hesaplaşmak demek, sınıf mücadelesini yükseltmek demektir!

Ecevitler, Demireller, Kenan Evrenler 12 Eylül'ü tartışmazlar. Onlara kalırsa, bazı hatalar dışında 12 Eylül faşist darbesi doğruydu, haklıydı ve gerekliydi. Nitekim sermaye sınıfı da bu uşaklarına her vesileyle minnet borçlarını, şükranlarını ifade ediyorlar. Tekmili birden 12 Eylül'ü unutmamız için ellerinden geleni yapıyorlar.

Peki unutulabilir mi-unutturabilirler mi? Buna yanıt vermek için tarihin kanlı sayfalarını karıştırmaya da gerek yok. Çünkü 12 Eylül, tarihin karanlık sayfalarında kalmış bir olay değil. Çünkü 12 Eylül bütün kurumları ve uygulamalarıyla sürüyor.

Sermaye iktidarı 12 Eylül'le uygulama imkanı bulduğu neo-liberal saldırıları asıl şimdi gerçekleştiriyor. 12 Eylül'ün yarım bıraktığı bütün işler, sivil kılıklı uşaklar tarafından asıl şimdi yerine getiriliyor. Gerek yetki, gerekse politikadaki ağırlığı bakımından bugünün general takımının 12 Eylül cunatcılarından eksiği yok fazlası var. Bir emirle bir sendikayı kapatabiliyor, ‘post-modern' darbelerle siyasal yaşama yön verebiliyor, sözde sivilleşmiş demokratik ortam içinde her konuda iktidarda olduklarını gösterebiliyor.

Evet 12 Eylül sürüyor. Bunun için sınıf bilinçli bir işçi gözüyle siyasal tabloya bakmak bile yeterli. 12 Eylül sermaye iktidarıdır. İşçi sınıfı hiçbir demokrasi şaklabanlığı, hiçbir kirli propagandayla gizlenemeyecek kadar açık biçimde süren 12 Eylül'le hesaplaşmak zorundadır.

12 Eylül, özelleştirmedir, taşeronlaştırmadır!
12 Eylül, sosyal güvenliğin tasfiyesidir!
12 Eylül mezarda emekliliktir!
12 Eylül köleci iş yasalarıdır!
12 Eylül tüm kamusal hizmetlerin paralı hale getirilmesidir; paralı sağlık, paralı eğitimdir!
12 Eylül, devlet terörü, demokratik hak ve özgürlüklerin gaspıdır!
12 Eylül emperyalizme uşaklık, halklara düşmanlıktır!
12 Eylül, inkar ve imha politikasıdır!
12 Eylül çürüyen sermayenin gerici faşist iktidarıdır!

(Esenyurt-Kıraç İşçi Bülteni'nin Ağustos ‘05 tarihli son sayısından alınmıştır...)

---------------------------------------------------------------------------------------------------------

İş kazası değil, katliam...

İşte gerçek terör!

Dünyada her yıl 1 milyon 200 bin işçi, iş kazalarında hayatını kaybediyor... Türkiye de ise bu rakam ortalama olarak yılda 1200 işçi. 2004-2005 arasında iş kazaları ve iş kazalarında ölümler arttı... Çünkü son bir yılda çalışma koşulları daha da kötüleşti: Çalışma saatleri uzadı, performansa dayalı ücret sistemi oturtuldu. Zorunlu mesailer arttırıldı. Yani kısaca sömürü arttı!..

Dünyada yılda 1 milyon 200 bin kadın ve erkek işçi ‘iş kazası' adı altında katlediliyor. Bu sayı sadece kayıtlara geçen katliamın bilançosu. Buna kayıtlara geçmeyenler de eklendiğinde, katliamın bilançosu çok daha yüksek rakamlara ulaşıyor. Ancak bu rakam bile egemen sınıfın işçi sınıfı üzerinde uyguladığı vahşi terörün boyutunu gözler önüne sermeye yetiyor. Dile getirilmesi bile zor olan bu ürpertici rakamlar, ne kirli bir savaştan ne de doğal bir afetin ardından kalan rakamlardır. Bu rakamlar, kapitalistlerin (patronların) sömürüde sınır tanımayan aç gözlülüğü sonucu katlettiği işçi sayısıdır. Yaşanan katliamdır, katledilen işçilerdir.

‘İş kazası' adı altındaki cinayetler sömürü düzeninin eseridir!


İnsana, insanların insanca yaşama hakkına zerre kadar değer vermeyen kapitalizm, bu korkunç vahşete farklı gerekçeler gösterip, çoğunlukla da suçu işçilerin üzerine atıyor. Kazaları birer kadermiş gibi gösterip bütün sorumluluğu işçilere yükleyerek işin içinden sıyrılabileceğini düşünüyor. Katliamın boyutlarını gizlemek için bu vahşete ‘iş kazaları' adını veriyor.

Bu katliamın sorumlusu biz değiliz. Hele hele bu cinayetler kaderimiz hiç değil. Bizler kader kurbanları değil, kapitalizmin aşırı kâr hırsının yolaçtığı katliamların kurbanlarıyız. Suçlu aç gözlü bir avuç patrondur. Suçlu, kölelik yasalarıyla ağır çalışma koşullarını dayatan, işçinin güvenliği için tedbir almayı gereksiz gören, milyonları sefalet ücretlerine ve işsizliğe mahkum eden bu düzendir. Suçlu kapitalizmdir. Kendilerine karşı yapılmış en ufak bir eylemi terör olarak niteleyen, bunun üzerinden yaygara koparan sermayenin işçi sınıfına uyguladığı gerçek anlamda bir terördür, bir katliamdır bu yaşananlar.

Bugün işyerlerinde iş güvenliği ve iş sağlığı adına yapılan tek şey fabrikanın bir takım yerlerine uyarı levhaları asmaktır. Meslek hastalıkları için ne bir özel hastane var, ne de bu hastalıkları gidermeye-iyileştirmeye ilişkin tedbir ve yatırımlar. Tedbir almaları bir yana yüzlerce işçinin çalıştığı fabrikaların ezici bir çoğunluğunda bir doktor bile yok. Çalışma saatleri 12-14 saate kadar çıkartılmış. Bazı fabrikalarda işçiler16-18 saat çalışmak zorunda bırakılıyor. Hafta tatili hakkımız gaspedilmiş. Çocuk yaşta işçilerin yoğun bir şekilde çalıştırılmasıyla ve performansa göre ücret sistemiyle birlikte düşünüldüğünde, tüm bunlar birarada kazalara kapı açıyor. Ve böylece her yıl büyük bir kentin nüfusunu aşan sayıdaki işçi, katliama kurban gidiyor. Göz göre göre 1 milyon 200 bin işçi.

İnsanca çalışma ve insanca yaşama hakkı için kapitalizme karşı mücadele!

Bu katliam, kapitalizmin gerçek yüzünü, onun işçi düşmanı kimliğini, aç gözlülükte sınır tanımayan sınıfsal konumunu gözler önüne seren olgulardan yalnızca bir tanesidir. Ve kuşkusuz ki en önemlilerinden biridir. Biz işçiler sessiz kaldığımız sürece onlar bu suçu işlemeye devam edecek, bu katliam, bu insanlık dışı sömürü sürüp gidecektir. Yılda 1 milyon 200 bin sınıf kardeşimizin katledilmesine sessiz kalmak, bu suça ortak olmaktır.

Gelinen yerde bırakalım insanca yaşamayı, yaşama hakkımız bile elimizden alınmıştır. Artık bu katliama dur demenin zamanıdır. Kaybedecek hiçbir şeyimiz yok. Şöyle düşünelim: Bu katliamda katledilerek verdiğimiz kayıpları, dişe diş bir sınıf savaşında vermiş olsaydık, bu asalaklar bu kadar pervasız olabilirler miydi' Evet, ya birer birer katledilip her yıl 1 milyon 200 bin kardeşimizi sessizce toprağa gömmeyi içimize sindireceğiz ve sıranın bize gelmesini bekleyeceğiz. Ya da geleceğimiz, onurumuz, yaşam hakkımız için savaş meydanına çıkıp kazanmak için savaşacağız. Böyle bir durumda dişe diş bir mücadele ile hak ve özgürlüklerimizi kazanma yolunda önemli bir adım atmış oluruz. Seçim bizim!

(Tersane İşçileri Bülteni'nin Ağustos ‘05 tarihli son sayısından alınmıştır...)

--------------------------------------------------------------------------------

Yarını yakalamak, gücümüzü birleştirmek için tek yürek tek barikat olalım!

Tersane işçileri dostlar, kardeşler!
16 Haziran'da gücümüzü hem dosta hem de düşmana gösterdik. Yıllarca yanımızdaki işçi arkadaşımıza duyduğumuz güvensizliğin boş olduğunu o gün anladık. Çünkü zincirlerde o güne kadar güvenmediğimiz arkadaşlarla kolkola girmiştik. Bu eylem aslında bizlere yarınımızı, geleceğimizi de göstermiştir.
Tersane İşçileri Bülteni olarak bu eylemde en ön saflarda yerimizi aldık ve eyleme kattığımız güçle, yoğun emekle eylemin başarılı bir şekilde sonuçlanmasını sağladık. Sonrasında da bu eylemin bize yüklemiş olduğu sorumlulukla hareket ettik. Eylemle yakalanmış olan birlikteliğin daha ileriye gitmesi için elimizden geleni yaptık.

Kardeşler!
Bizler, yakalanan bu birlikteliğin daha ileri bir düzeye taşınması için bölgedeki ilerici, öncü işçilerin birlikte mücadele etmesi gerektiğini vurguladık. Havzadaki tüm işçilerin örgütlülüğünü sağlamak için bir komite kurulmasını önerdik. İlerici, öncü işçiler biraraya gelmeden tersanelerde örgütlenme yapmak kolay değildir, hatta bugünkü koşullarda imkansız gözükmektedir. Oysa bu önerimiz, ‘sınıf sendikacılığı' yaptığını iddia eden Limter-İş Sendikası'na hakim anlayış tarafından önce oyalama mantığı ile karşılanmış, daha sonra ise ‘sendika belirler siz de yaparsınız' tutumu ile karşımıza çıkılmıştır.

Bu süreçte yaşananlara havzada çalışma yürüten Tersane İşçileri Komitesi ise, seyirci kalmayı tercih etmiştir. Bu arkadaşlar, toplantılarda net bir tutum ortaya koymayarak, tersane işçilerinin birliği konusunda ortaya çıkan fırsatın heba edilmesine seyirci kamışlardır. Öte yandan bu arkadaşlar, eyleme yaklaşık bir saat sonra katılmalarına rağmen, eylemde tali olan rollerini fazlasıyla abartmışlardır. Oysa eyleme asıl emek harcayanlar Limter-İş ve Tersane İşçileri Bülteni çalışanları olmuştur, tüm enerjileri ile çalışmışlardır.

Eylem sonrası süreçte ise Limter-İş Sendikası birliği bozucu tutumuyla, Tersane İşçileri Komitesi ise net tutum alma iradesi gösteremediği için, havzada eylemle yakalanan birliktelik ileriye götürülememiştir.

Bunun sorumlusu bu iki kurumdur. Bizim birliktelik sağlanması için tüm çabamız bu kurumlar tarafından boşa düşürülmüştür. Bunun üzerine bizler Tersane İşçileri Bülteni olarak, bu kurumların olumsuz tavırlarına takılmadan tüm çabamızı ve emeğimizi tersane işçilerinin birliği için harcayacağız. Bu birliği sağlamak amacıyla, tüm samimi tersane işçilerini biraraya getirecek bir kurumun oluşması için çaba sarfedeceğiz.

Bu vesileyle havzadaki tüm ilerici, öncü işçilere açık çağrı yapıyoruz: Sizin de tanık olduğunuz gibi tersane işçilerinin birliği zorunludur. Bu birlikteliği sağlamak dar kaygılarla hareket edenlerin işi değildir, olamaz. Bu sorumluluk havzadaki diğer öncü ve ilerici güçlerin omuzlarındadır. Bu bilinçle sorumluluğumuza sahip çıkmak zorundayız.
Yaşasın tersane işçilerinin birliği!

(Tersane İşçileri Bülteni'nin Ağustos ‘05 tarihli son sayısından alınmıştır...)

-------------------------------------------------------------------------------------

2. Çiğli İşçi Kurultayı 18 Eylül'de toplanıyor...

Ortak sorunlarımıza ortak çözümler üretmek için İşçi Kurultayı'nda buluşalım!

Biz işçiler için yaşam her geçen gün daha da kötüleşiyor. Geçmişten bugüne büyük mücadeleler sonucu kazanılmış olan haklarımız bir bir elimizden alınıyor. Bu ülkede yaşayan her işçi bilir ki bizler ne hak, ne de hukuk sahibiyiz. Ama parası olan hakka da hukuka da sahip oluyor. Bu ülkede eşitsizlik ve sömürü had safhada. Bunu çalıştığımız fabrikalarda bizzat yaşıyor ve görüyoruz. Çiğli Organize'de binlerce işçi, emeğiyle çalışıp üreterek patronları sırtında taşıyor. Sabahın erken saatlerinden geceyarılarına kadar çalıştırıldığımız fabrikalardaki durum sömürü düzeninin aynasıdır. Bunun adı ücretli kölelik düzenidir. Fabrikalarda canımız çıkana kadar çalışıyoruz, buna rağmen çok düşük ücret alıyoruz. Çalışma koşullarımız çok kötü. Sağlıksız yemekhaneler, tuvaletler, kötü yemekler, pis sular vb. Patrondan başlayarak ustasına kadar hepsi başımızda terör estirirler. Hiçbir söz hakkımız yoktur. Çalışma koşullarımızın iyileştirilmesi için bir öneri dahi sunamayız. Hakkımızı aradığımızda ‘kapı orada, isteyen gidebilir' türünden tehditler alırız. Birlikte çalıştığımız işçi arkadaşımızla sürekli rekabet etmeye zorlanırız. Sırf patron daha çok kazansın diye! Yorgun günün sonunda evimize döneriz. Biraz dinlenip, uyuyalım ki yarın kalkıp yine patronun işlerini en iyi şekilde yapalım diye. Bu kölelik koşullarında hiçbir iş güvencemiz olmadan çalışırız. Bu haliyle Çiğli Organize Sanayi Bölgesi yarı açık cezaevinden farksızdır.

Çiğli Organize'de son bir yılda yaşanan bu kölelik koşullarına örnek verecek olursak; Zirplast Fabrikası'nda işçiler toplu olarak ücretsiz izine çıkarıldı, Üniteks Fabrikası'nda 150 işçi toplu olarak işten atıldı, Aydınel Tekstil patronu ‘iflas ettim' diyerek işçileri topluca işten çıkardı, Klimasan Fabrikası'nda sözleşmelerden dolayı her dönem yüzlerce işçi çıkartılıyor ve Esen Plastik'te bir işçi kardeşimiz iş kazası sonucu hayatını kaybetti, Sun Tekstil patronu fabrikayı Torbalı'ya taşıyarak işçileri mağdur etti vb.
Geçtiğimiz yıl Çiğli Organize'de çalışan bazı işçi kardeşlerimiz ise sömürü koşullarına ve baskılara tepki gösterdi, hakkını aradı. Örneğin; Lay Tekstil'de sendikalaştıkları için işten çıkarılan işçiler işe geri iade davasını kazanarak geri döndüler. Lara Tekstil'de patron işçileri ücretsiz izne çıkartarak fabrika mallarını kaçırmak isteyince işçiler 3 gün fabrika önünde direnişe geçtiler. Karyoka Tekstil işçileri, patronun ücretleri ödememesine karşı direnişe geçerek fabrika içinde beklediler. Haklarını isteme iradesi gösterdiler.

Bunların yanısıra Çiğli Organize tarihinde ilk kez grevler yaşandı. Tariş İplik, Depolama ve Bakım Fabrikaları'nda toplu iş sözleşmesinde yaşanan anlaşmazlıktan dolayı grev kararı alındı. Grev işçilerin taleplerini elde etmesiyle başarıyla sonuçlandırıldı. Gimas işçileri ise hala insanca yaşamaya yetecek bir ücret için grevdeler.

Örneklerden anlaşılacağı gibi baskının olduğu yerde direniş de vardır. Önemli olan sömürüye ve baskılara karşı verilen bireysel tepkileri örgütlü bir güce dönüştürebilmektir.

Ama patronlar sınıfı, işçilerin örgütlenmesinin, hakkını aramasının önüne geçmek için işçilerin yaşamını büyük bir baskı altına alır. Bu düzenin efendileri gerçekleri bilmeyim, duymayalım, görmeyelim, konuşmayalım diye binbir türlü yol denerler. Çünkü, işçinin gözünü açmasını, sömürü düzenine karşı isyan etmesini istemiyorlar. Eğer işçiler isyan ederse patronların saltanat sürdüğü bu düzen tehlikeye düşecektir. Bu nedenle işçilerin bilinçlenmesine vesile olabilecek herşeyden korkuyorlar. İşçilerin kazanılmış hakkı olan sendikalardan da bu yüzden korkuyorlar ve işçileri de korkutuyorlar.

Şu bir gerçek ki, örgütlü olan güçlüdür. Biz sömürülen işçiler örgütlü olursak kazanırız. Çünkü biz milyonlarız, onlarsa bir avuç asalak. Bu gerçeği görmeyelim diye gözlerimizi bağlayanlara diyoruz ki;

‘Gözbağımız açıldı mı bir kez, anlarız herşeyi. Çünkü görürüz sömürünün ana damarını. Bizim yüreğimizden kan çaldığı için. Ve söküp atarız vantuzunu yüreğimizin ortasından.'

Biz 2. Çiğli İşçi Kurultayı'nın düzenleyicisi işçiler olarak, gözbağlarımızdan hep birlikte kurtulmak için mücadele veriyoruz. 2. Çiğli İşçi Kurultayı, fabrikalarımızda ve Çiğli Organize'de kölelik koşullarına karşı başlattığımız bu mücadelede önemli bir adım olacaktır.

İnanıyoruz ki, Çiğli Organize'deki yüzlerce fabrikada yaşanan sömürüye karşı tepki veren birçok işçi var. Önemli olan verilen bu tepkileri bilinçli ve örgütlü bir hale dönüştürmektir. Çünkü sorunlarımız ortaksa çözümlerimiz de ortak olmalıdır. Çiğli Organize işçileri olarak sorunlarımıza ortak çözümler üretmek, mücadelenin önünde birikmiş engelleri aşabilmek için 2. Çiğli İşçi Kurultayı'nda buluşalım. Biraraya gelip örgütlenme sorunlarımızı konuşmak, ücretli kölelik düzenine karşı bilinçlenmek ve birleşmek için tüm işçileri mücadelemize omuz vermeye çağırıyoruz.

Birlik olmanın önemini bilen, bir şeyler yapmanın gereğine inanan, haklarına ve geleceğine sahip çıkan işçilere sesleniyoruz:
Bu kurultay senin kürsündür! Sen de katıl, söz sahibi ol! Birlikte konuşup, birlikte çözüm üretelim! Sömürüye, baskılara, yoksulluğa hep birlikte karşı duralım!

‘Sömürüye boyun eğme,
Ses ol, ışık ol, yumruk ol!'

Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!

Kurultay Hazırlık Komitesi

-----------------------------------------------------------------------------

Bursa'da dayanışma pikniği

21 Ağustos günü BDSP ve Ekim Gençliği okurları olarak bir piknik düzenledik. Katılım beklediğimizin altında oldu. Ancak pikniğimizin içeriği güçlüydü.

Açılış konuşmasında kapitalizmin gençlik üzerinde yarattığı tahribata değinildi. Örgütlü mücadelenin önemi ve gerekliliği vurgulandı. Hep bir ağızdan söylenen türkü ve marşlar eşliğinde halaylar çektik. Yemeğimizi kolektif olarak hazırladık ve yedik. Emekçi gençler bir günlüğüne de olsa paylaşım ve dostluk eşliğinde, eğlenceli saatler yaşadılar.

Bir süre dinlendikten sonra ‘Neden devrimci olmalıyız'' ve ‘Bir devrimci nasıl olmalıdır'' başlıklı konular tartışıldı. Katılan arkadaşların devrimcileri sınıfın öncüleri, eşitliğin ve adeletin temsilcileri olarak tanımlamaları gurur vericiydi.

Piknikten sonra hepimiz ‘Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm!' şiarının doğruluğu bir kez daha görmüş olduk.

BDSP/Bursa

--------------------------------------------------------------------------

Bursa'da bir gençlik pikniğinden izlenimler...

Gençlik gelecek, gelecek sosyalizm!

21 Ağustos günü Bursa'da bir gençlik pikniği düzenlendi. Baştan sona kolektif bir biçimde örgütlenen pikniğe, birlikte üretmenin coşkusu hakimdi.

Ekim Gençliği okurlarının katıldığı piknikte, pikniği örgütleyen genç yoldaşlarımızın coşkusu ve heyecanı görülmeye değerdi. Beraber türkülerin söylendiği piknik programı içerisinde iki ayrı tartışma yapıldı. İlk başlık gençlik sorunu ve geleceksizlik, ikinci başlık ise devrimci kimlik üzerineydi. Pikniğe katılan bileşenin neredeyse tamamının katıldığı tartışmalar, canlı ve gerçekten umut vericiydi. Zira kurulan her cümle eşitlik, özgürlük ve sosyalizm özlemi içeriyordu. Pikniğin yapıldığı o güzel yeşilliğin orta yerinde devrimci düşlerin çiçek açtığını hissettik. Özellikle bu umut ve inanç dolu cümlelerin gencecik insanların ağzından çıkıyor oluşu, her cümleyi bin kat etkileyici hale getiriyordu.

Benim için pikniğin ek bir güzelliği daha vardı, çünkü yoldaşlık sevgisi ve bilincinin doruk noktasında açığa çıktığı bir gün yaşamış oldum. Katılım açısından beklenenin altında kalındıysa da, yarınlar için önemli bir adım atıldığını düşünüyorum. Bu pikniği bir başlangıç olarak algılamak ve bundan sonra daha güçlü adımların atılmasının bir kaldıracına dönüştürmek önümüzdeki önemli görevlerden biri. Ve ben inanıyorum ki, yüreğimizdeki inancı kararlılıkla birleştirdiğimizde önümüzde hiçbir engel duramayacak.
Tüm yoldaşlara devrimci selamlarımla...

Pikniğe katılan bir Ekim Gençliği okuru