27 Ağustos 2005
Sayı: 2005/34 (34)


  Kızıl Bayrak'tan
  Kamuda toplu görüşme oyununda üçüncü perde
  İncirlik'e yürüyoruz!
  26-28 Ağustos’ta İncirlik’e yürüyoruz.
  Özelleştirme saldırısında gelişmeler
  Üniversitelerde soruşturma saldırısı ve
alınması gereken tutum
Sendikal ihanet ve kokuşma
Sendikalar Kanunu değişiyor
  Hacıbektaş Şenlikleri ve devrimci müdahale sorumluluğu
  1900 okul birincisi açıkta
  Formula 1 “kentsel dönüşüm” projesinin bir parçasıdır!
  Büyük depremin 6. yılında deprem
manzaramız
  Sefaköy İKE’de TUYAB etkinliği
  Hakkını arayan DERBY işçilerine polis
azgınca saldırdı.
  Sermaye düzeninin Kürt sorununda
tarihi çözümsüzlüğü (Orta sayfa)
  Burjuvazi İçindeki Bölünmenin
Anlamı ve Sınırları
  Siyonistler Gazze Şeridi’nden çekildi
  Gazze fiyaskosunu seyretmek

  Irak’ın anayasa taslağını işgalciler
belirliyor

  Pentagon şefleri işkence görüntülerine
sansür koyuyor
  Brezilyalı genç işçi Menezes’in
yargısız infazı belgelendi
  Daha zorlu günlere hazırlanmalı!
  Almanya’da yaşayan tüm sınıf bilinçli
işçiler ve emekçiler
  Bültenlerden
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Büyük depremin 6. yılında deprem manzaramız...

Deprem konusundaki tek icraat daha büyük felaketlere zemin hazırlamaktır

Büyük depremin 6 yılında, Türkiye, orta şiddette depremlerle sarsılmaya devam ediyor. Ülkenin dört bir yanında aralıksız süregelen bu sarsıntılarla doğa adeta ‘99'u unutturmamaya çalışıyor, bir nevi kendi üstüne düşeni yapıyor. Onun dışında da üstüne düşeni yapan yok denebilir. Sadece, elinde hiçbir yetki bulunmayan bir takım kurum ya da kişiler uyarı görevini yerine getirmeye çalışıyor. Bir şeyler yapabilecek durumda olan ve yapmak zorunda olan tek kurum durumundaki devletin bir şey yapma niyeti taşımadığı da bu uyarı açıklamalarıyla açığa vurulmuş oluyor.

‘99'daki büyük yıkımdan sonra her 17 Ağustos'ta olduğu gibi, bu yıl da çeşitli kişi ve kurumlar Türkiye'de deprem riski ve alınması gereken önlemler üzerine çeşitli açıklamalar yaptılar. Medya 6 yıl önce yaşanan felaketten anılarla ‘uyarı' görevini yerine getirdiğini farzetti. Devrimci basını, devrimci kurumları bir yana bırakırsak, tümüyle düzen cephesinde olup-biten bu gelişmelerin ortak yanı, devlete düzen içinden yöneltilmiş eleştiriler olarak özetlenebilir. Devlete yönelik hiçbir açık eleştiride bulunmayan haberler bile, yapılması gerektiği/yapılabilir olduğu halde yapılmamışları ortaya koyduğu için dolaylı eleştiri metinleri mahiyetinde.

Böyle bir habere çarpıcı bir örnek Milliyet gazetesinden: ‘Afet İşleri Genel Müdürlüğü 2 kattan fazlası risk dediği halde Gölcük'te 7-8 katlı binalar yükseliyor.' Haber o derece çarpıcı ki, değil bir eleştiri metni, haberin ayrıntısına bile ihtiyaç yok. Afet İşleri devlete ait bir kurum. Gölcük'te 2 kattan fazlasının risk olduğunu açıklıyor. Aynı Gölcük'te 7-8 katlı binalar yükselirken bu Afet İşleri ya da devletin başka ilgili kurumları ne yapıyor, neyle uğraşıyor, belli değil. Ortada olan tek şey, binlerce insanımıza mezar olan Gölcük'te yeni toplu mezarların inşasına göz yumulduğu, izin verildiği, hatta teşvik edildiğidir. Ortada olan, devletin binlerce insanın birkaç saniye içinde mezara gömülmesini zerre kadar umursamadığıdır.

‘99 depreminde, bir deprem yönetmeliği çıkarmamak/ uygulamamakla, yapı denetimi yapmamakla suçlanan sermaye devleti, yeni depremlerde bu suçlardan arınmanın yolunu denetim işini üstünden atmakta bulmuş görünüyor. Yıldönümü vesilesiyle TMMOB'un yaptığı açıklamada, yapı denetim görevinin özelleştirilip ticarileştirildiğini okuyoruz. Komünistler, çeşitli gelişmeler üzerinden defalarca, devleti depremi bir kâr hanesine çevirmekle suçladılar. Bunlar isnatsız suçlar da değildi. Böyle olmadığını, TMMOB gibi bir kurumun aynı paraleldeki açıklaması da ortaya koymuş bulunuyor. TMMOB'un deprem konusunda devlete yönelttiği tek eleştiri, tek suçlama denetimin özelleştirilip ticarileştirilmesi de değil. Aradan geçen 6 yıldan sonra daha da vahimleşen tabloyu şöyle özetliyor TMMOB Yönetim Kurulu:

‘Gerek yasal düzenlemelerin eksikliği, gerekse denetimlerdeki boşluklar sağlıksız yerleşim alanlarının önünü açmakta, yaşanan doğal afetlerde can kayıplarının artması ile acılarla başbaşa kalmaktayız. Özellikle 17 Ağustos 1999 depremi sonrasında ‘güvenli yapılaşma' adına getirilen yapı denetimi düzenlemeleri de deprem sonrası sorunları çözememiş, hatta yeni kargaşalar yaratmıştır. 17 Ağustos, 12 Kasım ve diğer depremlerden ders almayarak denetimsiz bir yapılaşmayı teşvik eden, kamusal denetim alanını bütünüyle ticarileştirerek özelleştiren, demokrasinin temel gereklerinden olan katılımcılığı reddeden, meslek odalarının her türlü önerilerine kapılarını kapatan bir anlayışı değil, ülke ve toplum yararına sağlıklı, planlı, güvenli yapıların gereklerinin denetleneceği bir anlayışın ortaya çıkarılmasını ve uygulanmasını istiyoruz.'

İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubesi bu ilde yaptığı incelemelerde ise 71 inşaattan 68'inde denetim yapılmadığı sonucuna varmış.
2001'de çıkarılan yapı denetimi yasasının yetersiz olduğunu belirten Oda da eleştirilerini maddeler halinde şöyle sıralıyor:
‘-29 ilde uygulanan yasa 19 ile indirildi.
- 2 yıl önce bazı olumlu değişiklik önerileri içeren yeni taslak hala başbakanlıkta bekletiliyor.
- İmza mühendisliği yaparak onur kırıcı ücretlerle çalıştırılan denetçi ve yardımcı kontrol elemanları var.
- Hizmetin kalitesinin düşürülmesi, beton ve demir malzemelerinin imalat ve kontrolünün yeterince yapılmaması ve diğer malzemelerde denetimsizliğe rastlanıyor.
- Yasadışı şekilde proje hizmetleri promosyon olarak yaptırılabiliyor.'

Depremin 6. yıldönümü, sadece kurumların değil, Prof. Dr. Ahmet Ercan'ın yaptığı gibi, bireylerin de eleştiri oklarını devlete yöneltmelerine vesile oldu. Konuyu içten bilen ve değerlendirebilen Ercan'ın verdiği bilgiler de, yönelttiği eleştiriler de kurumlarınkinden aşağı kalır düzeyde değil:

‘Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'nın depremden sonra çıkarmış olduğu jeoteknik, jeolojik etüt şartnamesi çağın gereklerini karşılayamamaktadır. İçinde depremle ilgili olan jeofizik yoktur. Konu depremdir ve depremle ilgili konu şartnameye girmemiştir' diyor Ercan. Ve devam ediyor suçlamaya: ‘Deprem vergisi olarak bugüne kadar halktan 14 milyar dolar toplanmıştır. Bu para belediyelerin hizmetine verilirse bu saydığımız şehirlerdeki deprem korkusu sıfıra iner. Yapıların güvenliği ise yüzde 100'e çıkar. Ama bu para bu yönde kullanılmıyor. Büyük bölümü banka batıklarının açığını kapatmak için kullanılıyor.'

Sadece devlete yönelik suçlamalarla yetinmiyor, halkı bilgilendirme amacıyla bir takım verileri de döküyor ortaya. Yapı güçlendirmelerinin ‘yalnızca varlıklı kesimlerin binalarında' yapıldığını, depreme dayanıklı konutlarda oturabilmemiz için yapılması gereken toplam yatırımın sadece 25 milyar dolar olduğunu ondan öğreniyoruz. Türkiye'de yaklaşık 18 milyon yapı olduğu, bu 18 milyon yapının sadece yüzde 2'sinin depreme dayanıklı, yüzde 98'ininse deprem güvencesiz yapılar olduğunu da...

Gerek ‘99 depreminde gerekse de sonrasında yaşanan her orta şiddetli sarsıntıda öncelikle ve en fazla kamu binalarının zarar gördüğü artık biliniyor. İstanbul için verilen rakamlar bu gerçeği doğrulamak dışında, bir kez daha, devletin birinci elden sorumluluğunu gösteriyor.

İstanbul'da 48 hastane, 478 okul binasının takviye edilmesi gerekiyor. 6 yılda sadece 54 okul binası yeniden yapılmak üzere yıkıldı. 1783 okul ise hala incelenmedi. Uzmanların beklenen bir İstanbul depremi üzerine tüm uyarılarına rağmen, devlet, 6 yıl boyunca kendine ait binaların denetimini bile bitirmemiştir. Binalar kendine aittir, ama o okul binalarının enkazına gömülecek olan bizim çocuklarımızdır. Burjuvaların ya da devlet erkanının çocukları değil. Onların okuduğu özel okullar büyük oranda sağlam yapılardır veya denetimleri öncelikli olarak yapılmıştır. Mesele devlet açısından işte bu kadar basittir. Denetlenmeyen, sağlamlaştırılmayan, çürükse yıkılıp yenilenmeyen hastaneler için de aynı mantık işlemektedir. Bu hastaneler devlet hastaneleri, yani işçilerin, emekçilerin tedavi olduğu hastanelerdir. 31'i İl Sağlık Müdürlüğü'ne, 13'ü SSK'ya, 3'ü üniversitelere, biri de Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı 48 hastaneden sözediliyor. Bir tek olsun özel hastane adı yok. Devlete yönelik eleştirilerin başında, yapılan çalışmaların sadece deprem sonrasına yönelik olduğu, depremden daha az zarar görmeye yönelik önlem alınmadığı geliyor. İstanbul'daki hastanelere ilişkin verilen haberin gösterdiği kadarıyla, devletin, deprem sonrasını da düşünmediği, hesaplamadığı, önemsemediği görülüyor. Çünkü böyle bir durumda hastane binaları, malzemeleri, personeli sağlam kalmalı ki sağlık hizmeti sürdürülebilsin. Öncelikle hastanelerin yıkılacağını bile bile el atmaya yanaşmamak, en hafifinden insan hayatını hiçe saymaktır. Ama sermaye devleti bu en hafif suçlamayı haketmiyor. Onun açıktan ve yüksek sesle toplu katliam hazırlamakla suçlanması gerekiyor.

Sözde yerel yönetimleri de bu suçlamanın kesinlikle dışında tutmamak gerekiyor. Özellikle Büyükşehir belediye yönetimleri devlet ve hükümetle paralel bir icraatla büyük yıkımlara zemin hazırlıyor. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Topbaş'ın ‘17 milyar dolarlık maliyeti nedeniyle riskli binaları yıkamayacakları' yönündeki açıklaması, bu suç ortaklığının resmi kanıtı. Prof. Ercan'ın tüm Türkiye için 25 milyar dolarlık bir maliyet göstermesi, Topbaş'ın sadece İstanbul için verdiği rakamın ne kadar abartılı olduğunu anlatıyor ama, öyle bile olsa, deprem vergisinin yerinde kullanılmasıyla bile bu sorunu büyük oranda çözülebilirdi. Kaldı ki, deprem için kullanılmayan tek kaynak deprem vergileri de değil. Gelen iç ve dış yardımların nasıl yağmalandığına zamanında tanık olduk.

Sistem dahilinde yapılacak hiçbir şey yok mu denilirse, Japonya örneği önümüzde duruyor. Son 7.2'lik depremde tek bir ölü yok. Ve erken uyarı sistemiyle 15 saniye civarında bir zaman kazanıldığı bildiriliyor. Dolayısıyla, bir doğal olayın bir toplumsal felakete dönüşmesini tümüyle önlemenin yolu her ne kadar devrimden de geçse, bunu kaderciliğe dönüştürmeden, devrime kadar elimiz kolumuz bağlı beklemeden, sistem dahilinde de yapılabilecek bir şeyler olduğunu bilmek ve yapmak gerekiyor. Sistemi yapabileceklerinin son sınırına kadar yapmaya zorlamak gerekiyor.