17 Eylül 2005 Sayı: 2005/37 (37)

  Kızıl Bayrak'tan
  Hesabı işçi sınıfı soracak!
  Başbakan ABD’ye 5. gezisinde
   Tüpraş işçisi talana karşı ayakta!
  Burjuva hukuku ve devlet terörü
  Faşist darbeciler 25 yıldır gülüyorlar...
Son gülen iyi güler!
Faşist 12 Eylül askeri darbesi protesto
edildi
Eylül karanlığını yırtacağız! Yeni Ekimler yaratacağız!
  12 Eylül tartışmalarının gösterdikleri
  12 Eylül hukuku sürüyor: Yeni yasal düzenlemeler/1
  AKP sağlığa zararlıdır!
  “Okulumuzu geri istiyoruz!”
  Faşizme Karşı Gençlik Buluşması başarıyla gerçekleştirildi! Yeni dönemde mücadeleyi büyütmek için ileri!
  12 Eylül sendikacılarının son marifeti... Sınıfa ihanet, Kürt halkına düşmanlık!
(Orta sayfa)
  12 Eylül’ün turnusol kağıdı: DİSK
  Ruth Tekstil işçilerinin açıklaması

  Emperyalist ordular katliamlar eşliğinde
Telafer’i yakıp yıkıyor!

  Katrina sarsmaya devam ediyor
  Almanya’da seçimler...
  12 Eylül faşizmi üzerine/2
  Yılmaz Güney anıldı
  İnkar ve imha sisteminde ısrar ile
teslimiyetin sefaleti!
  Eylem ve etkinliklerden
  Bültenlerden/ Anadolu Yakası İşçi Bülteni
  Almanya’daki seçimler üzerine
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Burjuva hukuku ve devlet terörü

Sermaye iktidarı, Avrupa Birliği patentli liberal demokrat maskesini bir kenara fırlattığından bu yana devlet terörünü azgın bir biçimde uygulamaya koydu. İngiltere'de patlayan bombaların yarattığı atmosferi kendisi açısından uygun bir propaganda malzemesine dönüştürerek, çok yönlü bir saldırı harekatı içerisine girdi. Bu harekatın bir yanını burjuva yazılı hukukunun güncellenmesi, diğer yanını ise uygulaması oluşturuyor.

Hukukun uygulaması denilince akla ilk önce yargı organlarının kararları, tutuklamalar vb. geliyor. Ancak bunlar uygulama kavramını açıklamaya yetmiyor. Uygulamanın dar bir yargı faaliyeti olarak algılanmasının temel nedeni, hukukun salt kanun metinlerinden oluştuğunu varsaymak. Aksine, hukuk denilen olgu, ait olduğu siyasal iktidarın tüm edimlerinin arka planı ve gerekçelendirmesi olduğundan, bu noktada yargı kurumu uygulamaların sadece bir ayağını oluşturuyor. Gözaltında kayıplardan işkenceye, son günlerde artan katliamlara kadar geniş bir yelpazeyi burjuva hukuk uygulamaları içerisine sokabiliriz.

Özünde bu genel geçer bir gerçeğin altının çizilmesinden ibarettir. Ancak neredeyse son bir yıla damgasını vuran gündemler gözönüne alındığında, ortaya çıkan tablo, bu genel geçer gerçeği güncel planda önemli hale getiriyor. Ardarda çıkartılan yasalar ve keskin demokratik söylemlerin bir anda yerini tehditlere bırakmasıyla toplumda bir bilinç bulanıklığı yaratılmış bulunuyor. Oysa burada anlaşılması gereken nokta şudur; burjuva hukukun hedefi düzenin geleceğini güvenceye almaktır. Bu noktada, yeri geldiğinde katliam yapacaktır, yeri geldiğinde barış çubuğu uzatacaktır. Bu yüzden, uygulamaya kanun metni oluşmadan önce mi geçilmiş yoksa sonra mı, bu önemsiz ve tali bir tartışmadır.

Bu noktada bugün terörle mücadele yasasının güncellenmesi tartışmalarına bakalım. Tayyip Washington yolculuğunun hemen başında, Terörle Mücadele Yasası ile beraber artık kapı-pencere kıranlara göz yumulmayacağını söylemiştir. “Kapı-pencere kıranlar”, sermaye iktidarı açısından demagojik ama bir o kadar da simgesel bir tanımlamadır. Kastedilen, düzenin icazet sınırlarını aşmış bir biçim ve söylemle devrimci siyasal mücadele yürütenlerdir. Tayyip bu uygulamalara Ekim ayında geçileceğini ifade etmektedir. Ancak hedef gösterilen kesimlere burjuva iktidarın tarihi boyunca uygulanan zaten hep baskı ve zor olmuştur. Yenilenip piyasaya sürülecek Terörle Mücadele Yasası'nın aslında salt uygulamayı takip ettiğinin açık bir örneği ise, geçtiğimiz günlerde Van'da yapılan bir eylem sonrası 14 kişinin izinsiz gösteri düzenlemek gerekçesi ile tutuklanması ve 71'inin tutuksuz yargılanmasının karara bağlanmasıdır. Yani yeni çıkacak olan yasa, uygulamalara zemin yaratmak için değil, uygulamaları hızlandırmak için gereklidir.

Önümüzdeki süreçte Terörle Mücadele Yasası çıkartılsın ya da çıkartılmasın, bu tür uygulamalarla daha sık karşılaşacağız. Zira sermaye iktidarının en büyük kozu olan yargı kurumunun asıl işlevinin politikalara uygun kararlar almak olduğu yerde, bugün ve gelecekte bu kurumdan “toplumsal adalet”i gerçekleştirmesini beklemek boş bir hayaldir.

Yargı kurumları ile sermaye iktidarı arasındaki kopmaz bağı emekçilere kavratabilmek durumundayız. İşçi ve emekçileri sefalet batağına sürükleyen kölelik yasaları ile, işçi ve emekçilerin kurtuluşu için mücadele eden devrimcilerin hareket alanlarını kısıtlayan yasalar aynı kaynaktan, aynı zihniyetten ve aynı iktidar algısından kaynaklanıyor. Bunun anlamı sermayenin yasalarının her birinin doğrudan ya da dolaylı olarak işçi ve emekçileri hedef aldığıdır. Bugün bunun görünümü, terörle mücadele adı altında geniş kitleleri hedef alarak uyguladığı devlet terörünün meşrulaştırılması biçimindedir.

Sonuç olarak demokratikleşme adı altında başlatılmış olan süreç tam da komünistlerin işaret ettiği doğrultuda gelişmiş ve bugüne ulaşmıştır. Bugünün liberal solcularını karamsarlığa büründüren tablo komünistler açısından farklı bir anlam taşımaktadır. Karamsarlık bu düzenden hala medet umanların işidir. Aksine tüm veriler derinleşen krizi içerisinde paniğe kapılmış bir burjuva iktidara işaret etmektedir. Bugün üretilmesi gereken tam bu yüzden karamsarlık değil, aksine sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyanın bugünün egemen düzenine ne denli güçlü bir alternatif olduğu gerçeğidir.

---------------------------------------------------------------------------------------

Aliağa'da 4 bin TÜPRAŞ ve PETKİM işçisi tam gün iş bıraktı...

Özelleştirmeye karşı omuz omuza!

Tüpraş'ın özelleştirilmesine karşı başlatılan eylemler ihale tarihi olan 12 Eylül yaklaştıkça hız kazandı. Aliağa'da Tüpraş'ın özelleştirilmesine karşı yapılan eylemlere Petkim işçileri de destek veriyor.

İşyeri önünde yapılan eylemlerin yanısıra 8 Eylül günü Petrol-İş Aliağa Şubesi'nde toplanan işçiler buradan Demokrasi Meydanı'na doğru yürüyüşe geçtiler. Yol boyunca “KİT'leri satan vatan haini!”, “Bu ülke bu halk satılık değil!”, “İMF defol bu memleket bizim!” sloganlarını haykıran işçilere hitaben Türk-İş 3. Bölge Başkanı Mustafa Kundakçı bir konuşma yaptı. Kundakçı, “Haydi Türk-İş eyleme!” sloganına karşı artık konfederasyonların harekete geçmesi gerektiğini, özelleştirmeye karşı mücadelenin sadece Petrol-İş'in omuzlarında olduğunu ve sendikalar topyekûn harekete geçmedikleri müddetçe bu saldırıların püskürtülemeyeceğini söyledi. Tüm bu saldırılara karşı işçilerin birlikte mücadele etmesi gerektiğini söyleyen Kundakçı, özelleştirme saldırılarına karşı birlik mesajları verdi. 20 yıldır özelleştirmeye karşı verilen mücadelenin kolay kolay söndürülemeyeceğini dile getirdi.

8 Eylül günü Aliağa Demokrasi Meydanı'nda özelleştirmeye karşı “Memleket Nöbeti Çadırı” kuruldu. Alanda kurulan çadırda günlerce Aliağa halkının ve Aliağa'da bulunan partilerin, sendikaların ziyaretleriyle oldukça hareketli geçiyor. Çadırda özelleştirme saldırılarıyla ilgili yapılan sohbet ve toplantıların yanısıra kurulan ekranlarda da konuyla ilgili filmler izletiliyor.

İhalenin yapılacağı 12 Eylül'den bir gün önce 500 Tüpraş işçisi Ankara'ya hareket etti. Toplam 4 bin Tüpraş ve Petkim işçisi ise 12 Eylül günü iş bırakma eylemi gerçekleştirdi. Petkim B kapısında toplanan işçilere önce Sendika Genel Merkezi tarafından hazırlanan basın açıklaması okundu. Ardından Petrol-İş Aliağa Şube Mali Sekreteri Salih Aydın işçilere hitaben bir konuşma yaptı. Satışın yapıldığı 12 Eylül'ün Türkiye'nin kara tarihi olduğunu, 12 Eylül darbesiyle birlikte bu tarihin bir utançla daha anılacağını belirtti. 12 Eylül'ün ilk olarak haklarımızı ve özgürlüğümüzü elimizden aldığını, aynı zihniyetin bugün de işyerimizi, ekmeğimizi elimizden alarak bizi yoketmeye çalıştığını vurgulayarak şunları söyledi: “Tüpraş'ı satan zihniyet hemen ardından Petkim'i de satıp özel sektörde entegrasyonu sağlayacaktır. Bizler de entegrasyondan yanayız. Ama bu kârlı verimli ve tekel olan işyerleri mutlaka kamuda kalmalıdır. Entegrasyon mutlaka kamu eli yapılmalıdır. Bu nedenle Petkim'de de bugün işbaşı yapmıyoruz. Bugün Tüpraş'larda ve Petkim'de hiçbir ürün satışı yapılmayacak. Eğer sesimize kulak verilmezse eylemlerimiz daha da artarak devam edecek.”

Gün boyu Petkim ve Tüpraş'ta üretim yapılmadı. İhalenin sonuçlanmasından sonra da devam eden eylemler meydanda kurulan çadırın ziyaret edilmesiyle bitirildi.

Satış haberinin gelmesinin ardından çadırda konuştuğumuz 7 yıllık bir Tüpraş işçisi şunları söyledi: “Bundan sonra da özelleştirmeye karşı elimizden geleni yapacağız. Ama bu mücadele ancak bütün işçiler özelleştirmeye karşı birlikte hareket ettikçe başarıya ulaşır. Bizim çabalarımız elbette yetersiz. Ama gün gün öğreniyoruz. Daha önce diğer sektörlerde çalışan işçiler bizi ilgilendirmiyordu. Onların sorunlarını görmüyorduk. Ama şimdi daha iyi anlıyoruz sorunlarımızın ortak olduğunu, saldırıların hepimize olduğunu. Daha iyi anlıyoruz ki birleşik bir mücadele olmazsa saldırıları göğüsleyemeyiz, karşı koyamayız. Gücümüzü birleştirebilirsek kazanan biz olacağız.”

Aliağa'da özelleştirmeye karşı eylemler ve “Memleket nöbeti çadırı”ndaki protestolar devam ediyor.

Kızıl Bayrak/İzmir