03 Eylül 2005
Sayı: 2005/35 (35)


  Kızıl Bayrak'tan
  Hesabı işçi sınıfı soracak!
  Başbakan ABD’ye 5. gezisinde
   Tüpraş işçisi talana karşı ayakta!
  Burjuva hukuku ve devlet terörü
  Faşist darbeciler 25 yıldır gülüyorlar...
Son gülen iyi güler!
Faşist 12 Eylül askeri darbesi protesto
edildi
Eylül karanlığını yırtacağız! Yeni Ekimler yaratacağız!
  12 Eylül tartışmalarının gösterdikleri
  12 Eylül hukuku sürüyor: Yeni yasal düzenlemeler/1
  AKP sağlığa zararlıdır!
  “Okulumuzu geri istiyoruz!”
  Faşizme Karşı Gençlik Buluşması başarıyla gerçekleştirildi! Yeni dönemde mücadeleyi büyütmek için ileri!
  12 Eylül sendikacılarının son marifeti... Sınıfa ihanet, Kürt halkına düşmanlık!
(Orta sayfa)
  12 Eylül’ün turnusol kağıdı: DİSK
  Ruth Tekstil işçilerinin açıklaması

  Emperyalist ordular katliamlar eşliğinde
Telafer’i yakıp yıkıyor!

  Katrina sarsmaya devam ediyor
  Almanya’da seçimler...
  12 Eylül faşizmi üzerine/2
  Yılmaz Güney anıldı
  İnkar ve imha sisteminde ısrar ile
teslimiyetin sefaleti!
  Eylem ve etkinliklerden
  Bültenlerden/ Anadolu Yakası İşçi Bülteni
  Almanya’daki seçimler üzerine
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

İnkar ve imha sisteminde ısrar ile teslimiyetin sefaleti!

“Cumhuriyetin temel niteliklerinin” gereğini yapıyor. Gerçek iktidar gücü ordu, günlük siyasete tüm ağırlığını koydu, son MGK bildirisiyle bunu, hükümete de kabul ettirmiş oldu. Yasal planda bunu kurumlaştıracak yasal düzenlemelerin hazırlıkları da yapılıyor. Hazırlanmaya çalışılan Terör Mücadele Yasası özel savaş rejimini dört başı mamur hale getirmeyi, eksiklerini, gediklerini tamamlamayı hedefliyor. Bunun anlamı, AB'ye uyum çerçevesinde getirilen kimi biçimsel düzenlemeleri, kırıntı düzeyindeki kimi olanakları tamamen ortadan kaldırmaktan, özel savaş rejimini pekiştirmekten başka bir şey değildir.

Daha da önemlisi özel savaş aygıtının psikolojik ve siyasal düzeyde kazandığı “üstünlüktür”! 2004 ortalarından bu yana yakalanmak istenen düzey buydu. Hükümet karşısında yakalanan bu “rüzgârı”, günlük politik gelişmelerin okunmasında, medyanın her alanında izlemek mümkündür! Bunu hükümetin yaklaşım ve davranışlarında görmek de olanaklıdır. Tayyip Erdoğan, bir ara dile getirdiği “Kürt sorunu”, “Kürt sorununu daha geniş demokrasi ile çözeriz” laflarının anlamsızlığı ve içinin kofluğu da çok zaman geçmeden anlaşıldı. Önce Diyarbakır'da “Tek devlet, tek dil, tek bayrak” vurgusuyla “çözüm” konusunda ne anladığını ortaya koydu. MGK bildirisini imzalamakla özel savaş aygıtına teslimiyetini, onun karşısındaki iktidarsızlığını belgeledi, son ABD gezisinde ise “Güneydoğudaki halk için her şeyin yapıldığını, demokratikleşmenin bütün bölgeler için olduğunu, hiçbir etnik gruba kolektif bir hak tanınmayacağını” net bir biçimde belirterek gerçek niyetini ve çapını ortaya koydu. “Kürt sorunu vardır” lafı ile biraz inisiyatif kazanma eğiliminde olan hükümetin bu “macerası” kısa sürede başarısızlığa mahkum oldu.

Özel savaş aygıtı, yakaladığı bu görece psikolojik ve siyasal üstünlüğünü sokağa taşıyarak pekiştirmekten de geri durmadı. Çatışmalarda ölen askerler için düzenlenen törenler, dahası MHP eliyle gerçekleştirilen linç girişimleri, Kürtler'e karşı tırmandırılan ırkçı şoven histeri bunun en açık göstergeleridir. Özel savaş aygıtı linç, ırkçı şoven ayinlerle çok tehlikeli bir oyun oynuyor. Belli ki onlar, bunu kontrollü götürmek, bunun ortaya çıkardığı korkuyla Kürt halkını ve devrimci güçleri teslim almak istiyorlar. Bu, hedefe varmak için özel savaşın her türlü canavarca çılgınlığı denemekten çekinmediğini göstermektedir.

Kuşkusuz bu noktada Türkiye ve Kürdistanlı devrimci, sosyalist ve yurtsever güçlere önemli görevler düşmektedir. Dayatılan topyekûn savaş politikaları, inkar ve imha sistemindeki ısrarı anlattığı gibi, bunun birincil plandaki hedeflerinin gerçek anlamdaki devrimci güçler ve hareketler olduğunu da bir kez daha göstermektedir.

Özel savaş aygıtı kendisini yeniden kurumlaştırırken, “yeni” ihtiyaçlara göre kendisini yeniden örgütlerken Kürt halkı örgütlülük içinde örgütsüzlüğü, iktidar içinde iktidarsızlığı, yönsüzlüğü, iradesizliği yaşıyor; daha doğru ve tam ifadeyle, “önderliği” teslimiyetin sefaleti içinde debelenirken, kendisi trajik paradokslar içinde çaresizliği yaşıyor. Az direndiği için değil, yıldığı, yorulduğu, bıkkın düştüğü için değil! Tersine 6 yıllık teslimiyet, bilinç, bellek ve ruh katliamına, ufku daraltılmasına, enerjisi boşa akıtılmasına, devlete hizmet çizgisinin uysal bir uyruğu, yurttaşı haline getirilme çabalarına rağmen Kürt halkı direniyor, bir yönüyle birikimlerinden, değerlerinden, ulusal istem ve duyarlılıklarından vazgeçmiyor. Bu ne kadar gerçekse, İmralı çizgisiyle ufuksuzlaştırılması, enerjisinin boşa akıtılması, dahası kimi zaman özel savaş politikaları için “dolgu malzemesi” yapılması da bir o kadar gerçektir… Batman'da, Beşiri'de, Yüksekova'da ve daha birçok yerde özel savaş uygulamalarına karşı tavır alması, bunu kitlesel eylemlerle ortaya koyması, bu eylemlerde ulusal istemlerdeki duruşunu ve ısrarını vurgulaması ondaki diri ve dinamik yanları vurgulamaktadır. Ancak öte yandan denetiminde olduğu İmralı Partisi'nin istemleriyle yanılsamalı olarak kendisini İmralı'nın teslimiyetine bağlaması, bu bağlamda ortaya koyduğu eylemler ise onun trajik paradoksunu anlatmaktadır! Bu paradoks, bu çelişik gerçeklik, aynı zamanda, Kürt halkının büyük açmazını anlatmaktadır!

Eylemlerde adını andıkları “adam”, İmralı'da ne yapıyor, 6 yıldır ne yapıyordu? Bu soruların yanıtlarını tam olarak biliyorlar mı?

Bilinen yönler var, ancak bilinmeyenler de az değil. Demokratik tartışmanın olmadığı bir yerde gerçeklerin her yönüyle açığa çıkması olanaksızdır. Yine böyle bir ortamda farklılıkların kendini ifade etmesi, örgütlemesi de olanaksızdır. On yılların ortaya çıkardığı iktidar olanaklarının tekeli ve mutlak denetimi, bunun kendisini despotik bir tarzda icra etmesi gerçeklerin de karanlıkta kalmasını sağlıyor, halkın seçeneksizlik çaresizliğini yaşamasını koşulluyor!

Öcalan İmralı'da şu anda ne yapıyor? Bu soru önemli, teslimiyet ve ihanetin düştüğü derin çukuru anlatıyor! Son gelişmeler, İmralı çizgisinin iflasını belgeliyor! Bu iflasın çok daha sefil boyutları var. Bunlar, A. Öcalan'ın kardeşi Mehmet ile yaptığı son görüşmenin notlarında var. PKK/Kongra-Gel ve onun denetimindeki organlar bu önemli notları sansürleyerek vermeyi tercih etti. Sansürleyerek gerçeklerin karanlıkta kalacağını sandı. Ancak bunun mümkün olmadığı açıktır. İnternet sitelerine yansıyan bu görüşme notlarında sansürlenen noktalar önemli, Öcalan'ın şimdiki durumunu ve duruşunu özetlemektedir. Anılan bu notlarda şunlar yazılı:

“Zaten bilinçli bir şekilde geç getirdiniz. Zaten görüş hakkımız elimizden alınmıştır. Daha önceleri avukat görüşme süresi fazlaydı, yavaş yavaş her şeyi elimizden aldınız.

Başkan bu koşullarda görüşmeyi yapmayacağını söyleyerek ayağa kalktı.

Kendisi, zaten sabahta gerginlik çıkardınız, temizlik konusunda gerginlik çıkardınız. Bunlar bahanedir. Bunun altında ne yattığını bilemiyorum. Ben kaldığım yeri zaten temizliyorum, bir de görüşmenin yapıldığı yeri temizletme konusunda gerginlik çıkarıyorsunuz. Temizledim gelip bahane buluyorsunuz tekrarlatıyorsunuz. Sürekli proveke ediyorsunuz. Ben bu provokasyonlara gelmem. Ben her şeye dayanırım. Arkamdan kimse koşullara dayanmadı demesin. Bana leke sürmesinler. Yarın farklı bir şey olursa, hiçbir şey benden kaynaklı değil. Ben her tür koşula dayanırım. Son nefesime kadar yaşamayı bilirim. Havalandırma süresini de bir saate indirdiniz. Havalandırma süresi kısalınca sağlık problemlerim artmaya başladı. Ağzımın içi paramparça olmuş, hepsi yara olmuş dedi.

(Doktor geliyor mu?)

Doktor gelip bakıyor, bir şey yapmıyor. Bu sorunlar havasızlıktan kaynaklanıyor. Başımdaki şişkinlikler arttı. Geceleri ya bir saat yatıyorum ya yatamıyorum. Nefessiz kalıyorum. Bu şekilde görüşme yapmakta sağlıklı değil. Bu süreç içerisinde yanlış yaptığımı düşünmüyorum. 7 yıllık süre içerisinde demokrasiye ve barışa hizmet yaptığımın kanısındayım.” (31 Ağustos 2005 tarihinde Mehmet Öcalan ile yapılan görüşmenin notlarından)

Belli ki, devlet, Öcalan'a yaklaşımda yeni bir aşamaya geçmiştir. Bunun yeni Ceza İnfaz Yasası ile başlatılması boşuna değildir ve hükümetin tutumuyla açıklanması da doğru değildir. İmralı Genelkurmay'ın kesin denetimindedir, hiçbir uygulama onun bilgisi ve yönlendirmesi dışında değildir! Yeni aşama, aşağılama ve burun sürtme aşamasıdır, “dışarıdaki” genel gelişmelerle de, yani özel savaşı yeniden düzenleme, linç, ırkçı şoven histeri dalgası ile de uyumludur! Zindanları yatanlar bilir, görüşme notlarına yansıyan temizlik yaptırma, bir aşağılama, onursuzlaştırma, kişiliksizleştirme politikasının kendisidir. Bu tür uygulamalara boyun eğen birinin direnme, karşı koyma, itiraz etme, bir irade kırıntısını gösterme gücü ve olanağı yoktur. Hele bu boyun eğme, teslimiyet duruşu kurumlaşmışsa her yeni boyun eğiş ve teslimiyet, daha büyük ve onursuz uygulamaların basamağı haline gelir! Bu, bir dipsiz kuyu gibidir, düşüşün sınırı artık olmaz, düşüş sonsuzdur artık… Diyarbakır vahşetini yaşayanlar, onu okuyanlar bunun anlamını çok daha somut olarak anlamakta zorluk çekmezler… 6 yıldır İmralı'da dayatılan her şeyi harfiyen yapan Öcalan, bugün kendisinden istenen görüş yerini temizleme, “olmadı bir daha temizle” komutunu direnmesiz yerine getiriyor, ama onun müritleri bu gerçeği gizliyor, tersyüz ederek yansıtıyor. Bu durumdaki bir “önder” halka, “Önderliksiz yaşam olmaz” olarak gösteriliyor. Kürt halkı işte böyle bir “iradeye” mahkûm ediliyor! Bundan daha büyük bir trajedi olabilir mi?

“İçerde” kendisine dayatılan her uygulamayı yapan Öcalan, bu tutumunu “provokasyona gelmeme”, “koşullara dayanmadı” sözünü dedirtmeme ile açıklamaktadır. Elbette bunlar, teslimiyeti gizleme, dahası “direniş” olarak yansıtma kurnazlığından başka bir şey değildir. Bununla birlikte yine belli ki Öcalan, büyük bir hayal kırıklığı içinde görünüyor. Bunu, “Bu süreç içerisinde yanlış yaptığımı düşünmüyorum. 7 yıllık süre içerisinde demokrasiye ve barışa hizmet yaptığımın kanısındayım” sözleriyle dışavurmaktadır. Bu sözlerin daha açık ve doğrudan anlamı şu: “Ben, bana söylenen her şeyi yaptım, yüce devlete hizmet etmeyi bir görev bildim. Kürt sorununu özünden boşalttım, tasfiyeyi mantıki sonucuna kadar götürme kesin kararındayım. Bütün bunlara karşı istediğim tek şey vardı: Önce idam edilememek, sonrasında ise makul bir af, o da olmuyorsa pişmanlık yasasından yararlandırılmak! Bugün ise hiçbir değer görmüyorum, kendilerine hizmet etmeme bile izin verilmiyor! Ben ne yaptım, hangi hatayı işledim ki bunları bana reva görüyorsunuz!”

Son görüşme notlarının okunan satırlarına ve satır aralarına sinen ruh haline bakıldığında bu derin hayal kırıklığını, aldatılmışlık duygusunu çok net görürsünüz!

Aslında TC açısından bir sürpriz yok, o, bugüne kadar tekrarlayageldiği çizgisini sürdürüyor! Teslimiyet ve ihanetin ödüllendirildiği, değer gördüğü tek bir örnek var mı? Tek bir yaklaşımı hak ediyor: Tiksintiyle aşağılanmak! Yaşanan bu…

Son olarak başka önemli bir noktanın altını çizelim: Linç gösterileri, ırkçı şoven dalga açık ki, özel savaş aygıtının güncel politikasından bağımsız değildir. “Vatandaş tepkisi” olarak gösterilip meşrulaştırılmaya çalışılan bu dalga, salt MHP ve diğer faşist partilerin tutumuyla açıklanamaz. Geçmişte olduğu gibi bugün de bu faşist güçler devletin kendisinden başka bir şey olmayan “derin devletin” denetimindedirler. Çok sınırlı da olsa “bizim” cephede de “halkların boğazlaşmasından özgür bir Kürdistan'ın doğacağını” hayal eden ve bunu açıkça dile getiren bir eğilim var. Bunun ne kadar tehlikeli ve kötü bir eğilim olduğunu genişçe açmamıza gerek yok. Ancak Kürdistan devrimci sosyalistleri olarak bu eğilime karşı durmanın, teslimiyete, düzen içi eğilimlere olduğu kadar, halkların boğazlaşmasını savunan, bunu Kürdistan ve bağımsızlık adına yapan, aslında Kürdistan ile hiçbir ilişkisi olmayan bu gerici ve tehlikeli eğilime karşı da her düzeyde karşı durmanın, mücadele etmenin ertelenmez bir görev olduğunu vurgulamamız gerekir. Bu eğilim, milliyetçi bile olmayacak kadar “milletten”, ülkeden kopuk, en sıradan duygularını yitirmiş gerici, besleme bir eğilimdir! On yılların mücadele sürecinde birçok yanlış yapılmasına rağmen sağlanan en önemli kazanımlardan biri, halkımızın düşünce ve duygularında TC ile Türk halkı arasındaki net ve kesin ayrımın yapılmış olması ve bunun yerleştirilmesidir! Bu, önemli bir kazanımdır, bunun daha da derinleştirilmesi ve emekçi sınıf mücadelesiyle bütünleştirilmesi gerekir. Devrimci sosyalistlerin bugün yapması gereken budur!

Bir kez daha görüldü ki, ülkemizi ve halkımızı bağımsızlığa ve özgürlüğe götürecek, halkların boğazlandırılması gibi gerici ve emperyalist oyunları boşa çıkaracak çizgi, devrimci sosyalist ve devrimci enternasyonalist çizgidir. Bu çizgi günlük mücadeleyle, halkımızın özgürlük ve toplumsal istemleriyle birleştirilmeyi bekliyor!

Görevimiz de bunu başarmaktır!

14 Eylül 2005

Sosyalist-Şoreşger