18 Ocak 2008 Sayı: SİKB 2008/03

  Kızıl Bayrak'tan
   Ablukayı parçalamak için direnişi büyütelim!
  İstanbul’dan Eskişehir’e Ankara yürüyüşü...
SSGSS saldırısını püskürtmek ve “Herkese sağlık, güvenli gelecek” için grev!..
Sermayenin sendikalardaki “iyi çocuklar”ı
iş başında!
Sendikal bürokrasiye
büyük öfke!
Sınıf hareketinin gelişimi önündeki engeller ve çıkış noktaları
  Emperyalist/kapitalist ‘medeniyet’ler buluştu...
  Devletin emekçilerle yeni sınavı: Paralı üniversite...
Yüksel Akkaya
  İşçi ve emekçi hareketinden....
  Avrasya iç savaş coğrafyasına dönüşüyor...
Pakistan: Balkanlaşma dalgası yayılıyor
Volkan Yaraşır
  Haydutbaşı’nın uğursuz Ortadoğu gezisi sona erdi…
  Uşağa aşağılayıcı muamele…
  Üniversite–sermaye işbirliğinde
girilecek yeni aşama!
  2007’nin Hrant Dink penceresinden bir dökümüdür…
  Kapitalizmde kadın ve kadın emeği
  Emekçi kadınların sesi 17 Şubat’ta Çiğli’deki kurultayda buluşacak!
  Dağıtım engeli basın özgürlüğünün engellenmesidir...
  Liberal solun Gregor Samsa’sı: Baskın Oran
S. Kızılırmak
 yök Alevilere düşen yol Pir Sultanlar’ın yoludur!
  Alevilik ve cumhuriyet...
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Dağıtım engeli basın özgürlüğünün engellenmesidir...

Sansüre karşı “Sınırsız söz, basın, örgütlenme, gösteri ve toplanma özgürlüğü!”

Doğan Dağıtım Satış ve Pazarlama A.Ş birkaç hafta önce anlaşmalı olduğu birçok gazete ve dergiyle olan sözleşmelerini tek taraflı olarak feshetti. Geçmişte satılan yayın bedelinin %40’ını alan YAYSAT, önerdiği yeni anlaşma ile düşük tirajlı yayınların dağıtımını neredeyse imkânsız hale getirdi. Dağıtım tekelleri dağıtımı yapılan yayınların satılıp satılmamasından bağımsız, dağıtım bedelini peşin talep etmekle kalmıyorlar, yanısıra “etiket parası” adı altında yüklü bir meblağ da talep ediyorlar. Bu, birçok yayın için altından kalkılmaz bir külfet anlamına geliyor. Bu “zam” medya tekellerinin denetimi dışındaki yayınların dağıtılmasını neredeyse imkânsız hale getiriyor. Bu ise başlı başına bir sansür anlamı taşıyor.

Bu saldırı kuşkusuz Türkiye konjonktüründen bağımsız düşünülemez. Yeni dönemde sermaye devleti yaşadığı gecikmelerin acısını çıkarırcasına IMF programını uygulamaya koymaya hazırlanıyor. Bir yandan işçi ve emekçilere yönelik yıkım anlamına gelen yasalar bir bir geçirilirken bir yandan da Kürt halkına yönelik kirli savaş derinleştiriliyor, Güney Kürdistan’a yönelik operasyonlar hızlandırılıyor. Bölgenin ikinci İsrail’i olmak ve kıyıcı, yıkıcı politikalarını uygulamak için tüm imkânlarını seferber eden sermaye devleti, hiçbir muhalif sese tahammül göstermiyor. Devrimci ve ilerici tüm güçleri ezmek için kolluk güçlerinin ipleri çözülüyor, devrimci düşünceler ve örgütlenmeler dizginlerinden boşanmış bir devlet terörünün hedefi haline geliyor. 2000’li yılların başında yapılan AB makyajının silinmesi ile birlikte devlet terörü yeniden faili meçhuller, kaçırmalar ve basına yönelik saldırılarla kendini göstermeye başladı.

Sansür devlet politikasıdır!

Muhalif basını sindirmeye yönelik faaliyetler son yıllarda hız kazandı. Burjuva basının yaptığı çeşitli haberler nedeniyle devletin hedefi haline gelmesi ile başlayan süreç, boyalı basının gerekli dersleri çıkarması ve kendine çekidüzen vermesi ile sürdü.

6 Mart 2004’te gerçekleştirilen Dünya Emekçi Kadınlar Günü eylemine azgınca saldıran kolluk güçlerinin görüntülerinin medyada geniş yer bulması, bunun AB komisyonlarını harekete geçirmesi üzerine Başbakan Erdoğan basını, Türkiye’yi Avrupa’ya şikayet etmekle suçladı. Bu küçük örnek bile hükümetin nasıl bir medya istediğini anlatmaya yetiyordu. Bunu takip eden dönem boyunca basın yasakları birbirini izledi.

Tutuklanan ya da katledilen gazetecilerin haberleri birbiri ardına gelirken, 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’nda yaşananlar gazeteciliğin ve basının devletin gözündeki yerini de göstermiş oldu. Taksim’de birçok gazeteci darpedildi, kameraları kırıldı.

Yine 1 Mayıs sabahı uygulamaya konulan ve 8 askerin esir alınması eyleminde tekrarlanan yayın yasakları, kaldırıldığı açıklanan sansürün tüm çıplaklığıyla uygulanmasını sağladı. Basına yönelik saldırıların arttığı bu dönem, holding medyasının kendi içindeki “çıban başları”nı da temizlemesine sahne oldu. Başta Ahmet Şık olmak üzere pek çok muhabir ve yazar, gazete ve televizyonlardan uzaklaştırıldı. Medya kuruluşlarının satışı da kuşkusuz önemli bir etki yarattı. Murdock tarafından alınan TGRT’nin görüntü arşivindeki tüm ABD bayrağı yakma sahnelerinin yok edildiği anlatılırken, TMSF’ye devredilen Sabah Grubu katıksız AKP propagandasına başladı.

2005’te yürürlüğe giren TCK da basın üzerinde ciddi bir tahakküm yarattı. “Örgüt propagandası”, “askerlikten soğutma”, “Türklüğe hakaret” gibi çok sayıda, basını doğrudan ilgilendiren maddeyi içeren TCK’da, suçun basın yoluyla işlenmesi ağırlaştırıcı sebep olarak görüldü. TCK etkisini hızla gösterdi ve Nokta dergisi yaptığı “hoşa gitmeyen” yayınlardan kaynaklı kapatıldı. Arka arkaya yaşanan baskılar Nokta‘nın yayın hayatına son vermesine kadar devam etti. ANKA ajansı da bir gece vakti ziyaret edilerek harddisklerine el konuldu.

Burjuva basına çekidüzen verme operasyonunun ardından sıra doğallığında devrimci, demokrat, yurtsever basın kuruluşlarına geldi. Kürt hareketinin yayın çıkarmasının önü açıkça kesilerek çıkarılan tüm yayınlar aynı gün kapatıldı, dağıtım şirketleri tarafından dağıtımına son verildi. Verilen mücadeleye rağmen Gündem ve benzeri yayınların devamlılığı sağlanamadı. Yine Kızıl Bayrak, Atılım ve Yürüyüş, dönemsel kapatma cezalarıyla karşılaştılar. Evrensel gazetesine Ogün Samast’ın adını O. S. şeklinde yazmadığı için 110 bin YTL para cezası verildi. Tüm bunların dışında devrimci basın büroları defalarca basıldı, çalışanları çeşitli saldırılara uğradı.

Bu ve benzeri saldırılar, bugün basın özgürlüğüne yönelik ciddi bir seferberlik içinde olunduğunu göstermektedir. Bu saldırı dalgası da kuşkusuz tek başına basına değil toplumun tüm muhalif kesimlerine yöneliktir. Düzen kendi çizgisindeki medya tekellerinin dışında kalan sesleri bastırma politikası izlemekte, bunu yaparken de tüm fırsatları değerlendirmektedir. Uygulanan dağıtım sansürü de bu politikanın bir parçasıdır. Bugün dağıtımın bu şekilde engellenmesini yarın kargo ve posta dağıtımlarının engellenmesi ya da kitapçılarda yayınların satılmasının yasaklanması vb. takip edebilir. Tüm bunlar sorunu bütünlüklü olarak ele almayı ve birleşik bir mücadele hattı örmeyi zorunlu kılmaktadır.

Basın özgürlüğü için birleşik mücadele!

Son yaşanan dağıtım sansürü vesilesiyle konu yeniden muhalif basının gündemine girmiş oldu. Bugüne kadar gerçekleştirilen onca saldırıya karşı ancak birkaç birleşik eylem yapılabilmiş ve bunun ötesinde bir tepki örgütlenememişti. Bir araya gelen gazete ve dergiler ortak mücadele etmenin yollarını tartışmaya başladılar. Bu tartışmalar henüz geniş kesimlere yayılmamış olsa da geleceğe yönelik anlamlı imkânları barındırıyor.

Bugün büyük medya tekellerinin dışında kalan basın kuruluşları siyasal örgütlülükler dışında bir örgütlülüğe sahip değil. Henüz saldırıların dönemsel tepkiler ile karşılanması ve siyasal süreçlerle birlikte işlenmesinin ötesine geçilemiyor. Saldırıların siyasal olduğu gözönüne alındığında bu mücadele hattı kuşkusuz anlam taşıyor, fakat siyasal süreç biraz durulduğunda güçlerin dağılması ve tepkinin sönümlenmesi kaçınılmaz oluyor. Ta ki yeni bir kapatma ya da benzeri saldırıya kadar... Bu gelişmeleri toplu değerlendirebilecek ve siyasal süreçler ile bağlarını kurarak mücadele hattı örebilecek bir birlikteliğin oluşturulması bugün devrimci, sosyalist ve yurtsever basının önünde bir görev olarak duruyor.

Büyük medya tekellerine ve onların ellerinde bulundurduğu imkânlara karşı bir ses çıkarabilmek de ne yazık ki bağımsız yayınların tek başlarına içinden çıkabilecekleri bir sorun değil. Çeşitli imkânların biraraya getirilmesi ile ulaşabilecek alternatif dağıtım ağları, matbaa ve benzeri araçların bu cepheye katabilecekleri saymakla bitmez. Ancak bu sayılanları gerçekleştirmek bugünkü tabloda güçlükler taşıyor. Yıpranmış ilişkiler ve geleneksel alışkanlıklardan kaynaklı pek çok sorun devrimci, demokrat, yurtsever basın kuruluşlarının arasında varlığını sürdürüyor. Kalıcı birlikteliklerin oluşturulması için öncelikle bu sorununun ortadan kalkması ve mezhepçi anlayışların masaya yatırılması gerekiyor.

Oluşturulacak birlikteliklerin siyasal gelişmeler karşısında takınacağı tutum ve sadece “söz söyleme özgürlüğü” ile sınırlandırılmayacak bir perspektife sahip olması da önemli. Basın özgürlüğünü AB’ci bir çizgi ekseninde ele almaya çalışan anlayışlara ve AB fonlarına sırtını dayayıp “iyi işleyen kapitalizmi” savunanlara karşı işçi sınıfının ve Kürt halkının taleplerinin açıktan savunulabilmesi gerekiyor.

Siyasal hayatla bir paralellik taşıyan bu dağınıklık tablosunun devrimci basın cephesinden aşılması için imkânlar önümüzde duruyor. Bugün gerçekleştirilen girişim süreci kazanmak için atılmış önemli bir adımdır. Eğer imkânlar doğru değerlendirilir, geleneksel önyargılar bir kenara bırakılarak ortak mücadele zemini geliştirilirse, bugün bize imkânsızmış gibi görünen birçok hedefe yarın kolaylıkla ulaşılabilir. Devrimci basının öncülüğünü yapacağı bu girişim, medya tekellerinin karşısında işçilerin, emekçilerin sözünü haykırma ve hakkını savunma görevini daha bugünden omuzlarında taşımaktadır.