7 Mart 2008 Sayı: SİKB 2008/10

  Kızıl Bayrak'tan
  Kirli savaş cephesinde iç muharebe...
  8 Mart’ın ruhu, kurultayların coşkusuyla
8 Mart’ta mücadele alanlarına!
Kürt halkına bir kez daha “siyasal çözüm” tuzağı! - U. Taner
Kanlı operasyonlarda medyanın rolü ve görevi
Kadıköy’de kitlesel SSGSS karşıtı eylem! 
Sermaye SSGSS konusunda son adımlarını atıyor...
  Tekel işçisi direniyor:
  Tersane İşçileri Birliği Derneği Başkanı Zeynel Nihadioğlu ile konuştuk….
  Tersaneler cehenneminde direniş: “Artık yeter!”
  Sol basının tutumu üzerine... - Z. Us
  15 Mart Temsilciler Meclisi toplantısı ve ön hazırlık sürecine dair...
  Gençlik hareketinden...
  İstanbul Emekçi Kadın Kurultayı Sonuç Bildirgesi...
  Operasyona karşı Kürt halkı ile eylemli dayanışma!
  Irkçı–siyonistlerden Filistin halkına “soykırım” tehdidi!
  KESK’e bağlı sendika şubelerinin genel kurulları cansız geçiyor…
  Doğ güneş doğ, tüm kızıllığınla doğ! -
H. Doğan
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kürt halkına bir kez daha “siyasal çözüm” tuzağı!

U. Taner

“Cephede iş tamam, sıra siyasette...” Bu ifadeler Milliyet gazetesinin 3 Mart tarihli nüshasında yeralan başyazının başlığı. Yazı, TSK’nın sınır ötesi harekatına güzellemeler dizerek başlıyor. Ardından herkesin dilinde olan, Amerikan uşaklığının her bakımdan sırıttığı geri çekilişin biçimsizliğine değiniyor. Milliyet’e göre, Genelkurmay burada durumu iyi idare edememiş, olayın biçimsizliğini gizleyecek bir “iletişim dili” geliştirememiş. Yazının devamı ise bunları bir yana koyuyor ve sonrasının nasıl şekillendirileceğini anlatıyor. Yazının başlığındaki ifade açılarak, cephede yapılanlardan sonra sıranın artık “siyaset” alanına geldiği anlatılıyor.

Elbette sözkonusu düşünceler Milliyet’e özgü değil. Sadece durumu çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor. Yoksa bu tutum, kara harekatının aniden bitmesinin yarattığı şaşkınlığın ardından düzen cephesinde paylaşılıyor. Her ne kadar, “siyaset”in yapacağı işler genelde belirsizliğini koruyor ve pek somut bir şey ortaya konulamıyorsa da, “sıra siyasette” sözü bir tekerleme gibi yineleniyor. İşin ilginç tarafı, daha önce Kürt sorunu sözkonusu olduğunda birbirleriyle ters pozisyonlar takınan güçler de bu noktada buluşuyorlar. Örneğin, CHP gibi Kürt sorununda kaba bir inkar ve imha siyasetinin bayraktarlığını yapan bir parti bile bu ifadeleri kullanıyor. Ancak, aynı ifadeler kullanılsa da, işin özünde bu güçlerin yine de farklı vurgularla bu ifadelere başka anlamlar yükledikleri bir gerçek.

CHP’de bu olgu çok açık görünüyor. CHP, sıra siyasette derken, bir yandan orduyu temize çıkarma görevine soyunuyor, diğer yandan tüm sorumluluğu AKP’ye yıkarak tepkileri ona yönlendirmeye çalışıyor. Bununla birlikte, CHP’nin bu tutumunu sadece bu sınırlarda ele almak durumu fazlasıyla basitleştirmek olur. Çünkü, CHP yönetimi gibi, düzen ve devlet politikasının ordu merkezli çizgisinde hareket etmekte hassas olan bir parti açısından bu tutum, devletin politik yönelimleri konusunda da işaretler veriyor.

Bu çerçevede bakıldığında, aslında düzen cephesinden, kara harekatının nasıl bir planın parçası olarak gündeme getirildiği biliniyor. Bu plan, 5 Kasım anlaşmasıyla yürürlüğe sokulan “kapsamlı plan”dan başka bir şey değildir. Kamuoyuna doğrudan açıklanmasa da ana başlıklar halinde açığa çıkmış olan bu plana göre, ABD’nin stratejik çıkarlarına körü körüne bağlanmak ve taşeronluk yapmak karşılığında Güney Kürdistan’daki devletleşme yönündeki atılan adımların önü alınacak, daha doğrusu sakatlanması ölçüsünde kabul edilecekti. Diğer taraftan ise ABD PKK’nin marjinalize edilerek tasfiye edilmesinde Türk devletine yardım edecekti. PKK konusunda atılacak adımlar öncelikle, Kürt hareketini her bakımdan abluka altına almak, yanısıra sınırları belli bir askeri operasyonu hayata geçirerek onu askeri açıdan etkisiz kılmak biçimindeydi. Bir süre devam eden hava operasyonları ile ardından başlatılan kara harekatı, bu amaca hizmet etmek üzere uygulamaya sokuldu. Bu planın birinci aşamasını oluşturuyordu. Diğeri ise, PKK’nin ezilmesi ve “başarı umudunun kırılması” ölçüsünde kırıntı düzeyinde bir takım adımların atılacağı oldukça belirsiz bir siyasi açılımdı.

Bu plan, zaten uzun zamandır Genelkurmay ve hükümet ile düzenin en ateşli savaş çığırtkanlarının diline de dolanmış bulunan, “çözümün silahla mümkün olamayacağı”, bunun yanısıra siyasal, ekonomik ve sosyal alanda bir siyasi inisiyatifin gösterilmesi biçimindeki ifadelerle de örtüşmekteydi. Bu, özellikle AKP’ye atfedilen “siyasal çözüm”ün artık düzenin yönetici çekirdeği ordu tarafından da paylaşıldığı yargısına dayanak oluşturuyordu. Kürt hareketinin denetim altına alınması ve “başarı umudu”nun ezilmesi ölçüsünde bir “siyasi çözüm”ün geleceği yargısı, düzenin yönetici kademeleri tarafından olduğu gibi liberal çevreler ile birlikte Kürt hareketinin belli çevreleri tarafından da paylaşılıyordu.

Özellikle Kürt hareketinin liberal kesimlerinde, düzen tarafından atılan her adım ve hareket üzerinde arttırılan abluka, bu planın bir parçası olarak görülmekte ve beklentilerini canlı tutmaktaydı. Onlara göre, devlet hareket üzerindeki baskısını arttırıyor olmakla birlikte, bu, bir yanında “siyasal çözüm” olan “kapsamlı plan”ın sadece bir ayağını oluşturuyordu. Kara harekatına kadar, bu düşünce bu çevreler tarafından belli bir açıklıkla ortaya konulmakta ve hava harekatları gibi saldırılar bu çerçevede değerlendirilmekteydi. Fakat kara harekatı, özellikle düzen cephesinden Güney Kürdistan’ın işgali konusunda belli edilen niyetler, bu heveslerde ciddi şüphe ve kırılmalara yolaçtı. Ordunun aniden çekilmesi ile birlikte ise yeniden ayyuka çıktı. Kara harekatıyla birlikte, uzun süredir Kürt sorununda umutların bağlandığı AB ve ABD gibi emperyalist güçlere ilişkin çöken hayaller de, bu noktadan sonra yeniden canlandırılmaya başlandı. Bu çevrelere göre, ABD ve AB Türk devletine verdiği askeri operasyon desteği sınırlıydı ve aslında daha ileri süreçte bir “siyasi çözüm”ün önünü açmak amacına hizmet etmekteydi.

Yukarıda belirttiğimiz gibi, düzen cephesinden artık sıranın “siyasal” olana geldiği yönünde belli bir yönlendirme görülüyor. Kürt hareketinin liberal burjuva kesimleri de içinde, bu noktada ciddi bir beklenti sözkonusu. Düzen güçleriyle birlikte bu Kürt çevreleri de beklentilerini büyük ölçüde ABD ile yapılan 5 Kasım anlaşmasına dayandırıyorlar. “Kapsamlı plan”ın bir ayağında da “siyasal” adımlar olacağı bilindiği ölçüde kara harekatı da dahil devletçe atılan tüm adımların bu plan çerçevesinde uygulamaya sokulmuş bir oyunun parçası olarak gören bu çevreler, bugünkü “siyasal” çözüm isteklerini de bu oyunda artık kendi sıralarının geldiği düşüncesine dayandırarak öne sürüyorlar. Yani referansları büyük ölçüde ABD (yanısıra AB) ve o adı çokça zikredilen, bu çevrelerce çok anlam yüklenen bu plan olmakta, pozisyonlarını da bu planda kendilerine düşebilecek konuma uygun olarak belirlemeye çalışmaktadırlar. Senaryosunu ABD’nin yazdığı, fakat tam olarak ne olduğunu dahi bilmedikleri bir oyunu dilediklerince yorumlamakta ve bile isteye rol alma arayışına girmektedirler.

Fakat, bu çevreler tarafından harlanan ve Kürt halkını yeniden bu tür boş beklentilerle oyalamaya hizmet eden bu hayaller, bir kez daha yıkılmaya mahkumdur. Öyle ki, bugün bir devlet politikası olarak ortaya konulan askeri operasyonları tamamlamak üzere atılacak siyasi adımlardan kastedilen plan, pişmanlık dayatmasıyla birlikte AKP’nin de kullanımıyla bir takım ekonomik, sosyal kırıntıların verilmesiyle Kürt halkının düzene entegre edilmesinden başka bir şey değildir. Genelkurmay’ın kara harekatı sonrası birifinginde konuşan orgeneral İlker Başbuğ’un dillendirdiği düzenin siyasi çözümü şundan ibarettir:

1) O cahil çocuklar o propagandaya inandırılıyor. Maalesef devletin karşı propagandası yok.

2) İşsiz, fakir ve çaresizler. Örgütün eline düşüyorlar. Ekonomik tedbirler alınırken, bu tedbirlerin o çocuklara ulaşması sağlanmalı.

3) Dağdan inmeyi sağlayacak tedbirler alınmalı. Başbakan da söyledi, 221’inci maddenin daha iyi uygulanmasını sağlayacak tedbirler alınabilir. Bunlar yapılırsa çözüm süreci kısalır. (Radikal Gazetesi, 4 Mart 2008)

Genelkurmay’ın bu biçimde köşe taşlarını ortaya koyduğu “siyasi çözüm planı” hükümetçe de paylaşılmaktadır. Örneğin hükümet sözcüsü Cemil Çiçek Bakanlar Kurulu toplantısı ardından yaptığı konuşmada, PKK gerillalarını teslim olmaya çağırırken ellerinde bir paketlerinin olmadığını üzerine basa basa söylemekteydi. Bununla birlikte hükümetin önümüzdeki günlerde bölgeye yönelik bir ekonomik, sosyal paket açacağı da dillendirilmektedir. Bu, hükümetin uzun süredir Kürt halkını teslim almak uğruna örgütlenen “dilencileştirme” operasyonuna devam edeceğini göstermektedir. Devletin bununla birlikte atacağı “siyasi çözüm”ü de herhalde AKP’nin bölge düzeyinde “siyaseten” güçlendirilmesi olacaktır. Bugün, büyük bir ağırlıkla AKP’de örgütlenmiş bulunan Kürt burjuvazisi ile birlikte, Kürt orta sınıflarının da bu aynı yoldan AKP üzerinden düzene entegre edilmesi istenen sonuçtur. Dolayısıyla böylelikle 5 Kasım’dan bu yana özel vurgular haline gelen PKK’nin marjinalleştirilmesi ve Kürt halkının düzene bağlanması planı gerçekleştirilebilecektir.

Böylelikle de görülmektedir ki, Kürt emekçi halkının ulusal ve sınıfsal hakları için emperyalist merkezler ile sermaye devletinden medet umması için hiçbir neden yoktur. Kürt halkı, geçmişte bu güçleri karşısına alarak Kürt sorununu gündeme soktu. Düşmanlarının başarı umudunu kırdı, onları çaresiz bıraktı. Eğer Kürt sorunu çözülecekse bir kez daha bu aynı yoldan, devrimci mücadele yolundan gitmek dışında başka bir yol bulunmuyor. Liberal çevrelerce pompalanan emperyalistlerden medet umma çizgisi, son yaşananlar ve Güney Kürtleri’nin deneyiminden de hareketle de görüleceği üzere bir kez daha iflasla sonuçlanmıştır. Yapılması gereken, emperyalizme, sömürgeci sermaye devletine ve işbirlikçi burjuva çevrelere karşı, diğer milletlerden işçi ve emekçilerle devrimci bir mücadele çizgisinde bütünleşmektir.

Bu anlayışla, hareket edilmeli, örgütlenmeli ve devrimci enerji bağımsız devrimci bir çizgide seferber edilmelidir. Yaklaşan Newroz bu bakımdan değerlendirilmesi gereken en yakın olanaktır.