18 Nisan 2008 Sayı: SİKB 2008/16

  Kızıl Bayrak'tan
  Birleşik, kitlesel ve devrimci bir
1 Mayıs’a doğru!..
  Onurumuz ve geleceğimiz için
1 Mayıs’ta alanlara!
301. Madde üzerine koparılan fırtına düzen hukukunun faşist özünü gizliyor...
“İstihdam paketi”nin yeni hediyesi:
Sosyalist Kamu Emekçileri’nden ilerici-öncü kamu emekçilerine çağrı:
SSGSS karşıtı eylemler...
  Mevsimlik işçilerin ‘ölüm mevsimi’!..
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  TKİP II. Kongresi kapanış konuşması... / 2
  Hatice Yürekli yoldaşın anısına...
  Büyükçekmece 2. İşçi Kurultayı... .
  1 Mayıs faaliyetlerinden...
  İzmir Liseli Gençlik Platformu kuruldu!
  Gençlik hareketinden…
  Kapitalizm açlığı dayatıyor,
halklar ayaklanıyor!
  Dünyadan…
  Toplum cinnetin eşiğinde!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Açlık isyanları burjuvazinin korkularını büyütüyor!

Önce Mısır’da, hemen ardından Haiti’de emekçiler gıda fiyatlarından dolayı ayaklandı. Mısır’da günlerce süren emekçi halkın isyanı kanlı bir biçimde bastırıldı. Haiti’de ise isyan hükümetin istifasına yol açtı ve pek çok Haitili gösteriler sırasında katledildi.

Mısır ve Haiti’deki ayaklanmalar, düzen güçlerinin dikkatlerini bir anda gıda fiyatlarındaki aşırı fiyat artışlarına çekti. Başta BM ve DB olmak üzere birçok kuruluş “acil önlem çağrısı” yaptı. Burjuva medya tarımsal ürünlerdeki büyük fiyat artışlarının yol açacağı toplumsal sorunlar üzerinde yoğunlaştı. Sorunun Haziran ayındaki G-8 toplantısında ele alınmasını öneren İngiltere Başbakanı’na “O kadar bekleyemeyiz, çok geç olur” diyen DB Başkanı, tehlikenin boyutlarına işaret etti. (Milliyet, 15 Nisan ‘08)

Küresel ölçekte gündeme gelen ve tartışılan sorun, Türkiye’de de düzen cephesinin en önemli gündem başlıklarından birini oluşturuyor. Çünkü, Türkiye’de de son dönemde pirinç başta olmak üzere gıda fiyatlarında yüzde 100’leri aşan oranlarda artışlar gerçekleşti. İşçi ve emekçiler için hayati bir gıda maddesi olan ekmeğe büyük zamlar yapıldı, yeni zamlar da kapıda. Bakliyattan sebze-meyveye kadar birçok ürünün fiyatına yeni zamların gelmesi de an meselesi. Böylelikle, bir süredir ekonominin büyüdüğüne ilişkin pembe tablolardan başka bir şeyi bulmanın zor olduğu burjuva medyanın ekonomi sayfalarında, bugünlerde çarşaf çarşaf gıda fiyatlarına yapılan yüksek zamların tabloları veriliyor.

Kuşkusuz, gıda fiyatlarındaki devasa fiyat artışlarının burjuvazinin gündemine girmesi emekçi halkların birbirini izleyen ayaklanmalarıyla mümkün olmuştur. Tartışıldığı biçimiyle de, küresel ölçekte yaygınlaşan açlığın ve yoksulluğun kendisi değil, açlığın pençesindeki yüzmilyonlarca insanın Mısır ve Haiti’nin yoksullarını izlemesi tehlikesi tartışılmaktadır. İşte burjuvazinin açlık ve yoksullukla ilgisi bu sınırlardadır. Çünkü, açlığı ve sefaleti üreten bizzat kendileridir. Bu düzen açlık ve sefaleti her geçen gün daha da derinleştirerek varlığını sürdürebilmekte, bu da büyük öfke patlamalarına yolaçmaktadır. Burjuvazi bundan dolayı açlığın ve yoksulluğun ulaştığı boyutlardan büyük bir korku duymaktadır. Bunun için açlık ve yoksulluğu ortadan kaldırmayı değil, açlık ve yoksulluğun mayaladığı öfkenin bastırılması üzerinde durmaktadırlar.

Türkiye’de işçi ve emekçiler ile işsiz milyonlar için gıda fiyatlarındaki büyük artışlar sadece bugünün sorunu değildir. İşçi ve emekçilerin hayatı bu sorunlarla boğuşmakla geçmektedir. Son yıllarda düzen cephesi “enflasyon düşüyor” masalları okurken, bu boğuşma artık çetin bir savaş halini almıştır. En önemlisi, açlık ve yoksullukla yüzyüze bulunanlar küçük bir azınlık değildir, toplumun ezici bir çoğunluğu açlık sınırının altında yaşamla ölüm arasında bir noktadadır. Doğudan batıya, kuzeyden güneye ülkenin dört bir köşesinde aynı manzaralar görülmektedir.

Açlık ve yoksulluk küreselleşirken, tek tek ülkelerde ve bu arada Türkiye’de bölgesel olmaktan çıkıp genelleşmektedir. Üretim araçlarıyla birlikte dünyanın yerüstü ve yeraltı kaynaklarını özel mülkiyetinde tutan bir avuç kapitalist, milyarlarca insan için her geçen gün daha fazla derinleşen bir açlık ve yoksulluk üretmektedir. Uluslararası kapitalist tekellerin sömürü ve talanının önündeki tüm engellerin kaldırılmasıyla açlık ve sefalet büyük boyutlar kazanmış bulunmaktadır.

Gerçek bu iken, burjuvazi cephesinden sorunun kaynağı küresel ısınma olarak gösterilmektedir. Burjuvaziye göre, küresel ısınmanın yol açtığı kuraklık nedeniyle tarımsal üretimde büyük bir daralma yaşanmış ve bu da doğal olarak ürün fiyatlarının artmasına sebep olmuştur. Bu gerekçelendirmenin, burjuvaziye sorumluluğunu perdelemeye hizmet eden bir çarpıtma olduğuna kuşku yoktur. Çünkü, küresel ısınma denilen iklim değişikliğinin gerisinde de, kapitalist tekellerin doğayı yıkıma uğratan sınırsız kâr hırsları yatmaktadır. Öyle ki, küresel ısınmanın en önemli nedenlerinden olan sera gazlarının salınımını en azından azaltacak tedbirlerin alınması dahi büyük emperyalist güçler tarafından engellenmektedir. Çünkü, kapitalist kârlar sözkonusu olduğunda bu tür tedbirler, kârları düşürecek boşa yapılmış harcamalar olarak görülmektedir.

Diğer taraftan, halihazırda üretici güçlerin mevcut gelişme düzeyi tarımı büyük ölçüde iklime ve coğrafi şartlara bağımlı olmaktan çıkarmış bulunmaktadır. Tarımın artık bilimsel-teknolojik üretim sürecine dönüşmüş olması, örneğin genetiği değiştirilmiş ürünlerin üretilmesi gibi gelişmeler, bugün dünyada tarımsal ürün bolluğu yaratmış bulunmaktadır. AB’nin tarımsal üretimi için kullanılan “tereyağı dağları, süt gölleri” gibi tanımlamalar uzak geçmişi değil, bugünü de anlatmaktadır.

Emperyalist metropollerde yaşanan bu bolluk, tersinden, emperyalist köleliğin pençesindeki ülkelerdeki yoklukların nedeni haline gelmektedir. Çünkü, emperyalist tekeller bilimsel-teknolojik gelişme sayesinde elde ettikleri devasa üretim stoklarını, egemenlikleri altındaki ülkelere satmak için bu ülkelerin tarımlarını sistemli politikalarla çökertmektedirler. Örneğin DTÖ (Dünya Ticaret Örgütü) bünyesinde yürütülen görüşmelerde emperyalistler, bağımlı ülkelere tarım ürünlerinin önündeki gümrük duvarlarının kaldırılmasını dayatmaktadırlar. İMF ve DB de bu politikanın uygulanması için seferber olmuş kurumlardır. Yerel tarımın çökertilmesi, özellikle de küçük üreticilerin yıkıma uğratılmasıyla boşalan alan, uluslararası tarım tekelleri tarafından doldurulmaktadır. Bu durum tekellere dünya ölçeğinde gıda fiyatlarıyla oynama imkanı yarattığı gibi, gelir düzeyleri hızla gerileyen milyonların tarımsal ürünlere ulaşması zorlaşmaktadır. Örneğin ekmek zamlarına karşı ayaklanan Mısır halkının yarıdan fazlası, günde 2 dolardan aşağı bir gelirle yaşamak zorunda bırakılmıştır.

Yaşananların sorumluluğu sadece, uluslararası tarım şirketlerinin dünya ölçeğinde kurdukları tekellere ait değildir. Onunla birlikte yerel pazarlara hükmeden büyük toprak sahipleri ile birlikte kapitalist tekeller de bu sömürü sisteminin parçası olarak sorumluluk sahibidirler. Örneğin, ülkemizdeki gıda fiyatlarındaki artış, burjuva medyanın da bir biçimde kabul ettiği gibi, hiç de kuraklıktan kaynaklanan kıtlığın sonucu değildir. Kuraklık sadece daha yüksek zamların bahanesi olarak kullanılmaktadır. Güya kuraklıktan dolayı başta pirinç olmak üzere tarımsal ürün stokları dibe vurmaktadır. Fakat gerçekte TMO’nun elindeki stokları da yok pahasına kapatan büyük tarım şirketlerinin depoları ağzına kadar doludur. Stokçuluk yapan bu şirketler, böylelikle fiyatların artmasını sağlamakta ve büyük vurgunlar yapmaktadırlar. Sonuçta, kazanan büyük tarım sermayesi ile birlikte büyük toprak sahipleri olmakta, milyonlarca işçi, emekçi ve yoksul da açlığın ve sefaletin kollarına itilmektedir.

Gerçek bu iken, düzen cephesi sorunun nedeni olarak kuraklığı gösterdiği gibi, çözümden de yan çizmektedir. Çünkü, Haiti ve Mısır örneklerinde olduğu gibi açlık isyanı olarak gerçekleşen ayaklanmaları büyük bir zorbalıkla bastırmak dışında bir çözümü yoktur burjuvazinin. Tehlikeden duyulan korku bir kez daha askeri harcamaların arttırılması, daha büyük kolluk gücünün beslenmesi ve demokratik hak ve özgürlük kırıntılarının da sonunun gelmesi anlamına gelecektir. Diğer taraftan ise, sorunu çarpıtmak ve milyonların öfkesini yatıştırmak için bir takım manevralara da başvurulacaktır. Tıpkı geçtiğimiz yıllarda, Afrika’daki açlıkla mücadele altında G8’le ilişkilendirerek bir kampanyanın örgütlenmesinde olduğu gibi... Yoksul halk, açlığın ve yoksulluğun sorumlularından dilenmeye yönlendirilecek, bu soyguncu takımının aklanması sağlanacaktır.

Ülkemizde AKP tarafından uygulanan politikalar da özünde aynıdır. İşçi ve emekçileri yoksulluk ve sefalete mahkum eden, elinde avucundaki tüm imkanları alıp burjuvaziye ve emperyalistlere peşkeş çeken, daha önce hak olarak görülen tüm sosyal hakları ticarileştiren AKP, diğer yandan bu ürünleri satın alacak imkanlardan yoksun bıraktığı işçi sınıfı ve emekçi halka, yardım adı altında sadakalar dağıtmaktadır.

Durum böyle iken, dünyanın her köşesinde olduğu gibi Türkiye’nin işçi ve emekçilerinin de çıkış yolu vardır. Bu yol, açlığın ve yokluğun sorumluluğunu taşıyan bu düzene ve efendilerine karşı isyanı seçen Mısır ve Haiti halkının gösterdiği yoldur. Bu yoldan giderek, düzene karşı isyan bayrağını çekmek işçi ve emekçiler için artık kaçınılmaz hale gelmiştir. Emperyalist-kapitalist düzenin yaşam hakkı tanımadığı milyonlarca insan için “ekmek davası”, artık düzene karşı isyan yolunu tutmak dışında başka bir yoldan verilemez.

Düzene karşı yükseltilecek isyanın amacına ulaşabilmesi ise, bu düzeni yıkarak tüm toplumsal zenginliklerin, yerüstü ve yeraltı kaynaklarının yine toplum için kullanıldığı sosyalizmi kurma hedefine yönelebilmesiyle mümkündür.