16 Mayıs 2008 Sayı: SİKB 2008/20

  Kızıl Bayrak'tan
  Sınıf mücadelesinin yeni dönemi...
   İMF programlarına karşı mücadeleye!
“İstihdam paketi” mecliste...
ATO’nun araştırmasının çarpıcı sonuçları...
Ölüm kampı: Tuzla tersaneler cehennemi!
Patronlar sarayda, işçiler mezarda!
  Kayseri İşçi Kurultayı’na hazırlanıyoruz!
  3. Çiğli İşçi Kurultayı başarıyla gerçekleşti!
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  Devrimci 1 Mayıs Platformu’nun 2008 1 Mayıs deklarasyonu:
  Devrimci yayınlar 1 Mayıs’ı değerlendiriyor...
  İP/TGB provokasyonu boşa düşürüldü!
  Mayıs’tan Haziran’a katliam ve direniş....
  Taksim 1 Mayısı üzerine...
  Dünyadan...
  Piyasalaşan eğitime karşı mücadeleye!
  TC ve Güney ilişkilerinde yeni durum
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

ATO’nun araştırmasının çarpıcı sonuçları...

12 milyon aile sefalet, 100 aile servet içinde yüzüyor!

Ankara Ticaret Odası’nın (ATO) geçtiğimiz günlerde yapmış olduğu bir araştırma ülkede yaşanan yoksulluğu ve artan sefaleti bir kez daha gözler önüne serdi. Kamuoyuna sunulan bu vahim tablo kuşkusuz emekçiler açısından şaşırtıcı olmamıştır. Zira emekçiler, iliklerine dek sömürüldükleri bu düzende bu gerçekliği bizzat etinde kemiğinde hissederek yaşıyorlar. Ancak AKP hükümetinin, TÜİK rakamları ve medya üzerinden bugüne kadar propaganda ettiği sahte mutluluk tabloları, bu kez de ATO’nun açıkladığı veriler üzerinden yalanlanmaktadır.

ATO’nun yaptığı araştırmaya göre, ülkede 52 milyon 278 bin 252 kişi yoksulluk sınırı altında, 10 milyon 871 bin 672 kişi ise açlık sınırı altında yaşamaktadır. Yani bu araştırmanın sonuçlarına göre; ülkenin yüzde 74.1’i yoksulluk, yüzde 15.4’ü ise açlık sınırı altında bir gelirle yaşamını sürdürmektedir.

Araştırmada Türk-İş’in 2007 yılı için aylık olarak hesapladığı açlık ve yoksulluk sınırının ortalamasının dikkate alındığı, buna göre de açlık sınırının 664.6 YTL, yoksulluk sınırının ise 2 bin 95.1 YTL olarak kabul edildiği açıklanmaktadır. Her ne kadar yaşam koşullarını tam olarak yansıtmasa da, Türk-İş’in verileri, TÜİK’in verileriyle karşılaştırıldığında gerçeğe daha yakındır. Zira TÜİK’e göre 2007 yılı için dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 231 YTL, yoksulluk sınırı ise 598 YTL olarak kabul edilmektedir. Bu akıl almaz verilere dayanılarak, ülkede açlık ve yoksulluk çeken nüfusun oranı son derece düşük ve önemsiz “bir ayrıntı” olarak gösterilmektedir.

Yine ATO’nun yaptığı araştırmaya göre, 2007 yılında Türkiye’deki hane geliri aylık 1602 YTL olarak tahmin ediliyor. Buna göre, gelirden en az pay alan birinci yüzde 5’lik dilimdeki ailelerin aylık ortalama geliri 251 YTL, ikinci yüzde 5’lik dilimdeki ailelerin geliri 450 YTL ve üçüncü dilimdekilerin ortalama geliri ise 571 YTL’dir. 

Söz konusu ilk üç dilimin ortalama aylık geliri 664.6 YTL olan açlık sınırının altındadır. Böylelikle toplam 2 milyon 595 bin ailenin 2007 yılında açlık sınırının altında bir gelirle yaşamını sürdürmek zorunda kaldığı açıklanıyor. Bu ailelerdeki nüfusun ise 10 milyon 872 bin kişi olduğu tahmin ediliyor. Buna göre, Türkiye’deki ailelerin yüzde 15’i, nüfusun ise yüzde 15.4’ü açlık sınırının altında bir gelire sahip bulunuyor.

Gelir dağılımı sıralamasında dördüncü yüzde 5’lik dilimdeki ailelerin 2007 yılı ortalama aylık gelirinin 667 YTL ile açlık sınırının çok az üzerine çıktığı, nüfusun yüzde 4.9’unun yaşadığı bu dilimdeki ailelerin açlık sınırının altına düşme riskini en fazla taşıyan grup olduğu belirtiliyor. Beşinci dilimdeki ailelerin ortalama geliri 755 YTL, altıncı dilimdekilerin geliri 840 YTL, yedinci dilimdekilerin geliri 931 YTL diye devam eden gruplandırmalarda, yoksulluk sınırına en yakın grubun onbeşinci dilimdeki aileler olduğu belirtiliyor. Bu dilimin geliri ise 1.876 YTL düzeyinde kalıyor.

Yani gelir dağılımında 1-15’inci yüzde 5’lik dilimlerde yer alan 12 milyon 973 bin aile, 2 bin 91.5 YTL olarak belirlenen 2007 yılı ortalama yoksulluk sınırının altında ortalama bir aylık gelir elde ediyor. Yoksulluk sınırının altında gelir elde eden aileler, Türkiye nüfusunun yüzde 74.1’ini meydana getiren 52 milyon 278 bin kişiden oluşuyor. Ailelerin sadece yüzde 20’sinin aylık ortalama hane geliri, 2 bin 91.5 YTL olan yoksulluk sınırının üzerine çıkıyor. Gelir dağılımında 16’ncı sıradaki yüzde 5’lik dilimin 2007 yılı aylık ortalama hane geliri 2 bin 94 YTL olarak hesaplanıyor. Nüfusun yüzde 5,3’ünü barındıran bu dilimdeki ailelerin de tüketici fiyatlarındaki artışlara ve gelirlerindeki reel azalmaya bağlı olarak yoksulluk sınırının altına inme riski taşıdığı açıklanıyor.

ATO’nun verileri, emekçilerin yaşam koşullarını çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Her geçen gün derinleşen sefaletin boyutları rakamsal olarak ifade edilmektedir. Ancak bu haliyle bile tablonun bütününü özetlemekten uzak olduğunu ifade etmek gerekiyor. Zira resmedilen gerçekliğin bir kısmıdır sadece. AKP hükümetiyle hız kazanan neoliberal saldırılar sonucunda artan yoksullaşmayı ve sefaleti, aşevleri ve halk ekmek büfeleri önünde uzanan kuyruklara, bir kilo un için birbirini ezen yoksul emekçi kitlelerinin görüntülerinden birkaç YTL için işlenen cinayetlere, maddi sıkıntılardan ötürü artan intihar vakalarından yoksulluktan kaynaklı toplumda artan yozlaşmaya kadar somut birçok olgu üzerinden örneklemek mümkündür.

Yine de rakamların diliyle konuşmaya devam edecek olursak, AKP’nin 2003-2007 yılları arasında yaklaşık 7.5 milyon kişiye 6.1 milyar YTL yardım dağıtmış olmasını toplumda yaşanan yoksullaşmaya bir başka örnek olarak gösterebiliriz.

Meclis’te verilen bir soru önergesiyle ortaya çıkan tabloya göre; 2003 yılında 651 milyon 990 bin YTL, 2004’te 1 milyar 347 milyon 846 bin YTL, 2005 yılında 1 milyar 304 milyon 664 bin YTL, 2006 yılında 1 milyar 389 milyon 547 bin YTL, 2007 yılında 1 milyar 413 milyon 757 bin YTL tutarında bir meblağ AKP hükümetince Sosyal Yardım ve Dayanışma Fonu’ndan aktarılmıştır. Yani nüfusun onda biri bizzat hükümetin yeşil kart, gıda, kömür ve para yardımlarıyla ayakta durabiliyor. Toplumun bu süreçte yaşadığı muazzam yoksullaşmaya katlanabilmesi için gerçekleştirilen bu yardımlarla aynı zamanda “sadaka kültürü” de hâkim hale getiriliyor. Bu sayede toplum bir yandan dilencileştirilirken diğer yandan uygulanan sömürü koşullarına biat etmesi sağlanıyor.

Hükümetin yaşanan yoksulluğu ve sefaleti gözlerden saklayabilmenin bir yolu olarak başvurduğu yöntemlerden biri de, TÜİK’in enflasyona ilişkin düzenli olarak açıkladığı verilerin kullanılış tarzıdır. İçinde emekçilerin kullanmadığı bir dizi kalemin yer aldığı harcama sepetine göre, belirlenen enflasyon rakamları sürekli düşük çıkmakta ve böylelikle emekçiler avutulmaya çalışılmaktadır. Oysaki kira, toplu taşıma, gıda ve de enerji gibi emekçilerin temel tüketim harcamalarına gelen zamlarla gerçek enflasyon emekçiler için hiçbir zaman tek hanelere düşmemiştir.

Birleşik Metal İş Sendikası’nın ’08 Mart ayına ilişkin verdiği enflasyon rakamları bu durumu çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Kira artışı yıllık bazda yüzde 16, ekmek yüzde 19, süt ve süt ürünleri yüzde 15, kuru bakliyat yüzde 29 ve yağ gibi bir dizi gıda fiyatında artış oranının yüzde 24’lere vardığı açıklanıyor. Elektrik ve suya yapılan yüzde 20’lik artışlar da gözönüne alındığında, ücretlerin nasıl eridiği, alım gücünün nasıl düştüğü ve yoksulaşmanın nasıl katmerleştiği yeterince açık.

Peki, yaşanan bu tabloya kader denilebilinir mi? 52 milyon kişinin yoksulluk sınırı altında, 11 milyona yakın kişinin ise açlık sınırının bile altında yaşaması hangi gerekçelerle izah edilebilir? Bu tablo herhangi bir Asya ve ya Afrika ülkesinde değil, “ekonominin canlandığı”, “sürekli büyüdüğü” iddia edilen bir dönemde ülkemizde yaşanıyor.

Bu dizginsiz sefalet emekçilerin kaderi değildir. Bu düzende birilerinin daha fazla zenginleşebilmesi için birilerinin de daha fazla fakirleşmesi gerekmektedir. Peki, zenginleşen kimlerdir? Bunun cevabını da Ekonomist dergisinin 2007 yılında yapmış olduğu bir araştırma sonuçları veriyor. 2006’da 150 milyar dolarlık bir varlığa sahip olan Türkiye’nin en zengin 100 ailesi, 2007 yılında bu miktarı 170 milyar dolara çıkartmış durumdadır. Üstelik bu yüz aile içinde serveti 1 milyar doları aşanların sayısı 2007’de 44’e ulaşmıştır. Servet ve zenginlik toplumun ufak bir kesiminin elinde birikirken, yoksulluk ve sefalet giderek toplumun daha geniş bir kesimine yayılıyor.

Ancak bu durum ne sadece bizim ülkemize özgüdür, ne de bunun tek sorumlusu AKP hükümetidir. Bugün dünyada 3 milyar işçi ve emekçi yoksulluk sınırı altında bir ücret alırken 1.5 milyar insan açlıkla boğuşmaktadır. Türkiye’deki artan yoksullaşmayla küresel çaptaki yoksullaşmanın gerisindeki nedenler aynıdır. Kapitalizmin küresel çapta süren hükümranlığının sonuçlarıdır yaşananlar. Ve bugün bu sonuçlar ATO gibi sermaye kuruluşlarını bile bu araştırma sonuçlarını yayınlama yoluna itiyorsa, sırf kendi sömürü düzenlerini daha fazla ayakta tutabilmek adına gerekli tedbirlerin alınmasını istemelerinden dolayıdır. Zira Mısır’da yaşanan “ekmek isyanlarının” kendi ülkelerinde yaşanmasından, o büyük “kıyamet günü”nden korkuyorlar.

İşçi ve emekçiler, bu yoksulluğun ve sefaletin sorumluluğunu sadece mevcut hükümetin icraatlarında değil, bu kararları uygulatan sermaye sınıfının iktidarında aramalıdırlar. İşte o zaman, servet ve zenginlik içinde yüzen egemenlerin korkusunu kabusa dönüştürmek mümkün olacaktır.