23 Mayıs 2008 Sayı: SİKB 2008/21

  Kızıl Bayrak'tan
  Devrimci baharın birikimlerini ileri taşıyabilmek için!..
   Düzenin has partisi CHP makyaj tazeliyor…
Kürt hareketinde çözüm tartışmaları ve 1 Haziran mitingi
Yeni TYM’ye dayalı faşist uygulamalar yeni bir boyut kazandı...
“İstihdam paketi” meclisten geçti...
Mayıs şehitleri anmalarından...
  Kapitalizmde gençliğe gelecek yok!
  Hak–İş: Sendikal hareketin
dip noktası!
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  21. yüzyılda bir ölüm kampı: Tuzla cehennemi
  Gençlik hareketinden....
  İlbek işçileri (ne) kazandı!
  Sincan İşçilerin Birliği Kurultayı Hazırlık Komitesi sözcüsü ile kurultay süreci üzerine konuştuk...
  SİDER’den sempozyum hazırlığı...
  Eğitim–Sen Genel Kurulu’na ilkesiz ittifaklar damgasını vurdu!
  Dünyadan...
  TC ve Güney ilişkilerinin Kuzey’e etkileri M. Can Yüce
  A. Cihan Soylular Denizler’e ihanet ettiler...
  Bültenlerde...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İlbek işçileri (ne) kazandı!

Ağır ve kuralsız çalışma koşullarına karşı yaklaşık birbuçuk sene önce başlatılan sürecin sonunda, patronun makineleri çalma girişimi ile fiili bir direnişe dönüşen İlbek işçilerinin mücadelesi, 66. gününde sonuçlandı. Sadece direniş aşamasında değil bu birbuçuk yıllık mücadele sürecinde de taraf olan komünistler olarak, İlbek deneyimini değerlendirmeyi temel bir sorumluluk olarak görüyoruz. Ancak değerlendirmeye geçmeden önce, direnişin sonuçlarının daha iyi anlaşılabilmesi bakımından toplam sürecin özetlenmesi yararlı olacaktır.

İlbek direnişinin kısa öyküsü

Direnişi koşullayan olayların gelişimi yaklaşık birbuçuk yıl öncesine dayanıyor. İlbek Tekstil’de çalışan GOP İşçi Platformu üyesi öncü işçiler, içeride ağır çalışma koşullarına ve hak gasplarına karşı işçilerin mücadelesini örgütlemek üzere bir çalışma başlattılar. Performans uygulamasından tuvalet turnikelerine, fazla çalışmadan havalandırma sorununa kadar çok yönlü talepler etrafında yürütülen bu faaliyet sürecinde işçilerin bilinçlendirilmesine, taban inisiyatiflerinin geliştirilmesine yönelik adımlar atıldı. Ardından günde 45 dakikalık fazla çalışma ücretlerinin işçilere geri ödenmesi için bir imza toplama süreci başladı. Öncü işçilerin daha bu ilk adımları bile, kapitalist patrona 45 dakikalık fazla çalıştırma saldırısını geri çekmek zorunda bıraktırdı.

Tam bu aşamada, sürecin öncülüğünü yapan bir işçinin kişisel hatasıyla komitenin açığa çıkması ve hemen ardından işten çıkartma saldırısı ile karşı karşıya kalınması, çalışmaya müdahalemizi önemli ölçüde sekteye uğrattı. İşten atılan öncülerin işe iadesi için bir yandan dava süreci yürürken, diğer yandan içeride bu çalışmanın sürdürülebilmesi için girişimlerde bulunmaya çalıştık. Komünistler olarak onlarca işçi ile görüşmeler yaptık, onlarla evlerinde, sosyal alanlarında iletişime geçtik ve içerdeki çalışmalara katılmaya çağırdık.

İçerden müdahalemizin zayıfladığı bu aşamada işçiler (yaklaşık 150 işçi) 45 dakikalık fazla çalışma ücretlerini almak için mücadelelerini dava sürecine taşıdılar. Daha sonrasında, işçiler lehine gelişmelerden kaygılanan patronun makineleri kaçırmaya çalışması ve işçilerin patronu suçüstü yakalaması ile fabrika önünde direnişe dönüştü.

Nasıl bir direniş komitesi?

İşçilerin patronu suçüstü yakalaması ile başlayan direnişte elbette ilk olarak bir direniş komitesinin oluşturulması gerekiyordu. Ancak işçi tabanında ciddi bir örgütlenmenin olmadığı bu aşamada direnişe önderlik edebilecek bir iradenin oluşturulmasında belli zorluklar vardı. İşte tam da burada nasıl bir direniş komitesi oluşturuldu sorusunun yanıtından önce, direnişin önderliğine soyunan kişilerin bizimle olan geçmiş süreçlerine bakmak gerekiyor.

“Direnişin önderi” olarak tanınan işçi ile tanışıklığımız, bizim içerden çalışmayı başlattığımız döneme denk geliyor. Kendisi o dönem ziyaret edip görüştüğümüz, örgütlenme çağrısı yaptığımız kişilerden biridir. Bu işçi bizi “yorgun demokrat” ruh hali ile karşılamış, anlayışını “bu işçilerden bir şey olmaz” cümlesi ile özetlemiştir. Fakat sonrasında, yoldaşlarımızın işyerinden atıldığı aşamada, nasıl olduysa birden işçi sınıfına güven duymaya başlamış, bizim boşluğumuzda önderlik havasına girmiş ve bizim başlattığımız bir çalışmada bizi misafir durumuna düşürmeye çalışmıştır. Ayrıca bu işçi ile ilgili son bir ekleme daha yapalım. Önderliğe soyunduğu bu aşama emekliye ayrılma dönemine de denk gelmekteydi. Yani bizim bildiğimiz anlamda olmasa da “kaybedecek bir şeyi” kalmamıştı!

Direnişin önderliğine soyunun kişilerden ikincisi için ise fazla söze gerek duymuyoruz. Sadece devrimci işçilerin içerden atılmasından sonra açtığımız işe iade davalarında patron adına şahitlik yaptığını belirtmek bile safını-sıfatını tanımlamak için yeterli olacaktır. Bu olay o dönemde Kızıl Bayrak gazetesi sayfalarında teşhir edilmiştir.

Direniş komitesinin diğer bileşenlerinin önemli bir ağırlığının da bu kişilerin sözünden çıkmayacak ya da inisiyatif koyamayacak işçiler oldu belirtelim. Sadece bu kadarı bile, direniş komitesinin patron ile işçi arasında nasıl bir misyonla hareket edebileceği noktasında ciddi tereddütler yaratmaya yeterlidir. Bu tereddütlerin sahipleri direniş sürecinde sonuna kadar haklı çıkmışlardır.

Direniş komitesi işçilerin hak arama mücadelesinde kendiliğinden eyleminin de gerisine düşerek, “aman slogan atmayın”, “aman yol kesmeyin” gibi işçileri engelleyen tutumlar sergilemiştir. Tüm direnişlerin sembolü olan “çadır” direnişin başlamasından 20 gün sonra, “soğuktan korunmak” zorunda kalındığı için kurulmuştur. Patronla yaptıkları her görüşmeden birkaç taviz daha verilerek çıkılmış, bilgilendirme toplantılarında işçilere kendilerini “mağdur taraf”, patronu da “zavallı adam” olarak kabul ettirmeye çalışmışlardır. Son olarak da, patronun makineleri kaçırmasına neden olan 45 dakikalık davalar da dahil tüm davalardan vazgeçilmesi şartıyla, tazminatlarının yarısını peşin diğer yarısını 3-6 arasında taksite bölünerek alınması üzerine hazırlanmış bir protokolle işçilerin karşısına çıkmışlardır. Bu protokole teminat olarak da, patronun kişisel malvarlığını gösterme “sözü” vermesini yeterli görerek, yani “hırsızla güvene dayalı” bir anlaşma ile çadırı kaldırmaya çalışmışlardır. Zaten gönülsüz olarak kurdukları çadırı ilk fırsatta kaldırmaya çalışan direniş komitesinin bu tutumu, komünistler ve işçilerin tepkisi ile boşa düşürülmüştür.

Solun direniş sürecindeki tutumu

Solun direnişe yaklaşımından bahsetmeden önce “direniş komitesi”nin sola yaklaşımından bahsetmek gerekiyor. Baştan beridir altını çizdiğimiz gibi, “direniş komitesi” patron ile işçi arasında “dostluk” köprüsü kurma misyonu ile hareket ederken, fiili meşru mücadeleye dayalı bir hak arama anlayışı ile arasındaki mesafeyi de tanımlamıştı. Bunun fiili karşılığı da biz sınıf devrimcilerine karşı tutundukları hasmane tavırlar olmuştu. Direniş sürecinde de yakınlık kuracakları ve mesafe koyacakları kurumları ayırmadaki temel kıstasları bu oldu. Peki kim bu tuzağa nasıl düştü?

Burada ilk olarak değinmemiz gereken çevre Emek Partisi’dir. Kendiliğinden harekete tapınma özelliği zaten bilinen Emek Partisi çevresi reformizmin karakterine uygun hareket etmiş, direnişin içeriği-niteliği-geleceği ile ilgilenmeyi gereksiz görmüş, direnişe yaklaşımı “aile fotoğrafında ben de görüneyim” kaygısından ileri gidememiştir. Direnişteki “politik” kaygıları, birkaç eylemde işçilerin tazminat talebine “İş-ekmek-özgürlük” sloganını eklemeye çalışmanın ötesine geçememiştir..

Değinilmesi gereken diğer bir yapı ise HÖC’dür. HÖC’ün direnişle ilişkilenmesi direniş sürecinin ortalarına denk gelmektedir. HÖC’ün, Emek Partisi gibi direnişin içeriği ile ilgilenmeyen tutumları ve bizim hangi tarafta olduğunu dahi tartıştığımız (ki bunlardan birinin patronla ilişkisi mahkeme tutanaklarıyla sabittir) kişilerle kurduğu yakın ilişki bizi doğal olarak rahatsız etmiştir. Konu hakkında ayrıntılı bilgileri olamayacağı düşüncesiyle HÖC’le bir görüşme yapılmış, kaygılarımız belirtilmiş ve bu kişilerle olan ilişkileri sorulmuştur. HÖC’ün yanıtı, bu kişileri sahiplendikleri yönünde olmuştur. Bunun üzerine sahiplendikleri kişilerden özellikle birinin devrimcilerin patronla olan davasında patron adına şahitlik yaptığı hatırlatılmıştır. HÖC’ün bize yanıtı yine “kendisine sorduk, öyle bir şey yok dedi” şeklinde olmuştur.

HÖC, direniş komitesine yönelik eleştirilerimize, “işçilerin kararıdır, sahiplenmek gerekir” diyerek yanıt vermiştir. Bu tutum, halkçı hareketin sınıfın eylemine kuyrukçu yaklaşımının çarpıcı bir örneğidir. Direniş öncesinden sonrasına kadar örgütlenmenin ve direnişin geliştirilmesi çabasında olan, sürece sınıfın çıkarları penceresinden bakan biz komünistlere ve diğer kesimlere karşı açıkça saldırgan tutum alan, hep işçiler ile devrimciler arasındaki mesafeyi açmak için çabalayan, etkinlik ve eylemlerde yerli yersiz “dışardan gelenler” göndermesi yapan ve tüm bunları yaparken “hangi tarafta” oldukları bile tartışmalı hale gelen kişilerin kayıtsız-koşulsuz sahiplenilmesi, direnişin daha ileriden örgütlenebilmesinin önünde bir engeldir zaten.

Komünistlerin direnişteki tutumu

Direnişin başlamasına kadarki süreci kısaca özetlemiştik. Direnişin başlamasından itibaren de direnişle aktif bir dayanışma içerisinde olduk, direnişin geliştirilmesi kaygısı ile hareket ettik. Bu kaygılardan hareketle, direniş komitesinin tüm olumsuz yaklaşımlarına rağmen işçiler arasında bir tartışmaya dönüşebilecek her türlü tutumun tarafı olmaktan özellikle kaçındık. Bununla beraber, bir yandan hak arama mücadelesinin geliştirilmesi amacıyla işçilerin bilinçlendirilmesi yönünde çalışmalar yürütürken, diğer yandan bu çerçevede uzlaşmacı anlayışa karşı da mücadele verdik. Direnişin diğer çevre fabrikalarla ilişkilenmesinden sınıfın genel gündemleri ile bağının kurulmasına kadar, işçilerin eğitimine yönelik müdahalelerde bulunduk. Değişik materyallerin kullanımından panellerin örgütlenmesine kadar birçok aracı devreye soktuk.

Bu müdahalelerimizle birlikte kurduğumuz ilişkileri güçlendirdik. Direnişin karar alma süreçlerine müdahalede, direniş komitesi üzerinden değil ama tabanda kazandığımız güç oranında imkanlar yakaladık. Örneğin, direnişin sonlarına doğru, daha elde somut bir şey yokken direniş komitesinin çadırı kaldırma girişimine karşı aldığımız tutum işçiler tarafından sahiplenilerek çadırın kaldırılması engellendi.

Elbette direniş içerisinde yakaladığımız bu düzey direniş süreci içinde anlam taşımakla beraber, sınıfın sonuç alıcı eyleminin örgütlenebilmesi noktasında eksiklikler taşımaktadır. Sınıfın devrimci bir zeminde örgütlenebilmesinin önünde engel olan birçok zorluğun aşılması da, bu noktada ortaya koyulabilecek önderlik düzeyi ile sağlanabilecektir. İlbek direnişi, bu noktada en küçük olumlu adımların bile ne kadar değerli olduğunu göstermiştir. Tüm olumsuzluklara rağmen, kimi noktalarda komünistlerin de müdahaleleri ile işçilerin aldığı fiili meşru mücadeleden yana tutumlar, sınırlı kazanımların elde edilmesinde belli bir rol oynayabilmiştir.

İlbek direnişi sonuçta, ne kazanıldığından ziyade nelerin kazanılamadığının tartışıldığı bir direniş olmuştur. Ve bu direniş, kimlerin işçi sınıfının gerçek temsilcileri olduğunu göstermiştir. Bizlere düşen görev, sınıfın kendi partisiyle buluşmasını sağlamak, kendi programı etrafında mücadeleye sevk etmektir. İlbek direnişi sürecinde yaşananlar bunun hayati önemini bir kez daha ortaya koymuştur.

GOP’tan komünistler