6 Haziran 2008 Sayı: SİKB 2008/23

  Kızıl Bayrak'tan
  Kürt sorununda “çözüm” tartışmaları
   1 Haziran mitingi fiyaskosu
Düzen içi dalaşmanın “telekulak” safhası
TÜSİAD enerjide özelleştirmenin bir an önce tamamlanmasını buyuruyor...
Kürt diline özgürlük!
AKP Kyoto’yu imzladı...
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Temiz bir damla su için bile sosyalizm!
  Bahar süreci, sınıf hareketi ve sol hareket
  Gençlikten...
  İşçi sınıfının ve sosyalizmin büyük şairi Nazım Hikmet yaşıyor!
  Petrol fiyat artışlarını protesto eylemleri yayılıyor...
  Suriye-İsrail görüşmeleri
Ortadoğu’ya barış vaadetmiyor!
  2008 Avrupa Futbol Şampiyonası egemenlerin elinde kirli bir araç işlevi görüyor...
  Habip Gül’ün mezarına saldırı!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

AKP Kyoto’yu imzladı...

Ya kapitalist barbarlık içinde çöküş ya sosyalizm!

Rosa Luxemburg’un “Ya barbarlık ya sosyalizm” sözü hiç bugünkü kadar anlamlı olmamıştı. Çağımız emperyalist işgallere ve bölgesel savaşlara tanıklık ederken, geçtiğimiz yüzyıla damgasına vuran ve milyonlarca insanın ölümüne yol açan iki büyük savaş yaşandı. Kapitalizmin ürettiği felaketler bunlarla da sınırlı değildir. Doğanın dengesini bozan, çevre kirliliğini canlıların yaşamını tehdit edecek düzeylere vardıran, küresel ısınmaya neden olan kapitalizm doğayı, çevreyi ve insanlığın geleceğini yoketmeye devam ediyor.

Emperyalist-kapitalist devletler, nedeni oldukları küresel ısınmaya karşı Kyoto Protokolü’nü yeterli görmüşlerdi. Ancak bazı devletler, örneğin ABD ve yakın zamana kadar Türkiye bu protokole bile imza atmaktan imtina ettiler. Karbon emisyonunun azaltılmasını öngören antlaşmayı AKP hükümeti geçtiğimiz günlerde imzalayacağını açıkladı.

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek yaptığı açıklamada, hükümetin, Kyoto Protokolü’nün onaylanmasını benimsediğini kaydetti. “Bugün itibarıyla 176 ülke bu protokole taraf olmuştur. Bu protokolün ilk 5 yıllık uygulaması bitmek üzeredir, bundan sonrası için de hazırlıklar başlamıştır. Türkiye, bu protokolü kendine has nedenlerle başlangıçta imzalamamıştır. İmzalanmamış olması, bu görüşmelerin de belli ölçüde dışında kalmasını mümkün kılmaktadır. Yeni dönemle ilgili hazırlıklar başladığında Türkiye’nin çekinceleri olacaksa ya da kendine has şartları gündeme getirecekse bunu benimseyip, bu sürece daha aktif katılması gerekecektir. Onun için de bu protokolün onaylanması hükümetimizce benimsenmiştir” dedi.

Görünen o ki, büyük ölçüde AB orijinli anlaşmanın “yetersizliği” AKP hükümeti tarafından da görülmüş olacak ki, imzalamaya karar vermişler.

Kyoto’yu bir kenara bırakıp “küresel ısınma”nın anlamını tanımlamak gerekiyor. Küresel ısınma kabaca atmosfere salınan gazların sera etkisi yaratması sonucunda dünya yüzeyinde sıcaklığın artması olarak tanımlanabilir. Daha ayrıntılı açıklamak gerekirse, dünyanın yüzeyi güneş ışınları tarafından ısıtılıyor. Dünya bu ışınları tekrar atmosfere yansıtıyor ama bazı ışınlar su buharı, karbondioksit ve metan gazının dünyanın üzerinde oluşturduğu doğal bir örtü tarafından tutuluyor. Bu da yeryüzünün yeterince sıcak kalmasını sağlıyor. Ama son dönemlerde kapitalist sanayinin yarattığı kirlenme, ormansızlaşma vb. nedenlerle karbondioksit, metan ve diazot monoksit gazların atmosferdeki yığılması artış gösterdi. İşte bu artış küresel ısınmaya neden oluyor. 1860’tan günümüze kadar tutulan kayıtlar, ortalama küresel sıcaklığın 0.5 ila 0.8 derece kadar artığını gösteriyor. Geçtiğimiz yaz, su sorunun yarattığı kaos yapılan yamalarla geçiştirilirken, kuraklığın ne demek olduğunu anlamlı bir tatbikatla kavramış olduk.

Sorun öylesine önemli ki, bir takım bilim adamlarının “dert etmeyin, bu tarz iklim değişiklikleri hep yaşanır” tarzı su serpmeye dönük açıklamaları bile çevrecileri susturmaya yetmiyor. En liberal ekolojist örgütler bile dünyayı kaybetmekten bahsediyor. Çevre örgütlerinin kendi çapları kadar sürdürebildikleri tartışmalar ise en fazla sera gazlarının atmosfere salınımını denetlemek üzere gündeme getirilen Kyoto’yu aşamıyor.

Oysa bu anlaşma hiçbir derde deva olmayacaktır. Zira bu anlaşma, burjuva bilim adamlarının hazırladıkları ve petrol devlerinin canını fazla sıkmamak kaydı ile imzaladıkları bir anlaşmadır. Kyoto, sınaîleşmiş ülkelerin toplam karbon salınımlarını 2012’ye kadar 1990 seviyelerinin yüzde 5.2 (ABD içinse yüzde 7) altına indirmelerini öngörüyor. Yani, en iyi ihtimalle küresel ısınmanın yüzde birine ilaç olabilecek. Oysa, bilimsel veriler bu konuda Kyoto ve sevenleri kadar iyiniyetli değil. Giderek dengesi bozulan tabiat, insanlıktan, petrol ve kömür tüketimini çok kısa bir süre içinde yüzde 70 oranında kısmasını talep ediyor.

Bu protokolün çözüm önerisi ise kabaca “siz istediğiniz gibi fosil yakıtı kullanmaya devam edin ama denge için orman dikin” demekten ibaret: “İlgili uluslararası çevre antlaşmaları kapsamındaki taahhütler ile sürdürülebilir orman düzenleme uygulamaları, ağaç dikimi ve ağaç takviyesine/desteğine ilişkin teşvikler dikkate alınarak Montreal Protokolü ile düzenlenen sera gazlarına ilişkin rezervlerin korunması ve iyileştirilmesi…” (Kyoto Protokolü, madde 2.1)

Çevreci örgütler açısından kafa karışıklığı kapitalizmle karşı karşıya geldikleri anda başlıyor. Hoplaya zıplaya Kyoto’ya bir imza isteyen çevreciler, görünen o ki kapitalizmi fazla tanımıyorlar.

Kapitalizmin çarklarını durduracak tek şey, bu çarklar arasında ezilen ve kanı akıtılanlar olacaktır. İşçi sınıfı gerçekten tarihi bir sorumluluk ile yüzyüzedir. Küresel felaketin eşiğinde insanlığın biricik umudu yine proletarya ve onun güzel günler tarifidir. Sosyalizm öldü mü tartışmaları bir kenara, sosyalizm artık bir zorunluluktur. Dünyayı barbarların elinden çekip almanın vakti gelmiştir. Doğanın öfkesi kendini yok eden kapitalizme olduğu kadar onu durdurmayan insanlığındır aynı zamanda...



İÜ: “Tersane işçileriyle dayanışmaya!”

İÜ Ekim Gençliği olarak tersanelerde yaşanan kölece ve kuralsız çalışma koşullarını ve yaşanan iş cinayetlerini üniversitelerde gündemleştireceğimiz iki haftalık bir çalışma başlattık. Öğrencileri tersanelerde yaşananlara karşı ses yükseltmeye ve tersane işçilerinin mücadelesine destek olmaya çağırıyoruz.

Tuzla tersanelerindeki çalışma ve yaşam koşullarını, artan iş cinayetlerini, tersane patronlarının tersanelerde yükselen mücadele karşısında duydukları korkuyu, GİSBİR ve Dok Gemi-İş’in ortak düzenlediği provokatif eylemi anlatan ve tersane işçilerinin mücadelesiyle dayanışma çağrısı yapan duvar gazeteleri asıyoruz, bildiriler dağıtıyoruz. “İş cinayetleri, sigortasız çalıştırma, ücret gaspları… İşte kölece ve kuralsız çalışma koşulları! İşte tersaneler cehennemi! İşte kapitalizm!” ve “Tersaneler cehennem işçiler köle kalmayacak!” şiarlı afişlerimizi kullanıyoruz.

Önümüzdeki hafta ise fotoğraf sergisi düzenleyeceğiz. Tersane işçilerine destek olmak için dayanışma kartları satmayı, Tersane İşçileri Birliği’nin düzenlediği dayanışma gecesine katılmayı planlıyoruz.

İstanbul Üniversitesi Ekim Gençliği



 

Çiğli İşçi Platformu saldırıları protesto etti...

Yaklaşık iki ay önce, Çiğli İşçi Platformu çalışanı bir işçi Çiğli Organize Sanayi Bölgesi’nde Kalmaksan adlı fabrikada yaşanan iş kazalarına ilişkin Çiğli İşçi Bülteni’nde çıkan yazısı nedeniyle patronun saldırılarına maruz kalmış ve işten çıkartılmıştı. Kalmaksan patronunun saldırgan tutumu, yaşanan durumu protesto etmek için basın açıklaması yapmak isteyen Çiğli İşçi Platformu çalışanlarına saldırısıyla devam etmişti. Kalmaksan patronu ve adamları tarafından tahta ve demir sopalarla saldırıya uğrayan Çiğli İşçi Platformu çalışanlarında kırıklar ve yaralanmalar oluşmuştu. Çiğli İşçi Platformu çalışanları olay yerine gelen jandarma tarafından zorla ve darp edilerek gözaltına alınmışlardı. Bu saldırılar karşısında Çiğli İşçi Platformu çalışanları Karşıyaka Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyusunda bulunmuş, ancak takipsizlik kararı verilmişti.

Buna karşılık, Karşıyaka Cumhuriyet Başsavcılığı fabrikada yaşanan sorunları dile getirdiği için darp edilen, işten çıkartılan ve tüm bunlara karşı işçi haklarını korumak için mücadele eden platform çalışanları hakkında soruşturma açtı. Bunun üzerine Çiğli İşçi Platformu 30 Mayıs günü İnsan Hakları Derneği’nde bir basın açıklaması yaptı.

Yapılan açıklamada soruşturma hakkında bilgi verildi. Savcılık tarafından soruşturma nedeni olarak gösterilen “suçlar”ın 301. madde kapsamında yer aldığı belirtilerek şunlar ifade edildi: “Yasa ve yasaklarla işçilerin, emekçilerin mücadelesini engellemeye çalışanlar, 301. madde gibi maddelere, bunların içerdiği yasaklara her daim ihtiyaç duymuşlardır, duyacaklardır. Bu yasa ve yasaklamalar, ancak, işçi sınıfının, emekçilerin ve ezilen halkların muhalefeti ve mücadelesi sayesinde engellenebilir...”

Basın toplantısında İşçi Kültür Sanat Evi temsilcisi de söz aldı. Devrimcilerin ve demokrat aydınların 301. maddeden yargılandığını, saldırıya uğradığını ve baskıya maruz kaldığını hatırlattı, sermaye devletinin işçinin hak arama eylemini de bu kapsamda saydığını belirtti.

Kızıl Bayrak / İzmir