18 Temmuz 2008 Sayı: SİKB 2008/29

  Kızıl Bayrak'tan
  Çatışmanın seyri içinde çökmekte olan hayaller
   DTP 2. Olağan Kongre’ye hazırlanıyor…
“Ergenekon iddianamesi” devletin katliamlarını ve kirli faaliyetlerini sahiplendi…
Şekerde özelleştirme saldırısı tamamlanıyor

İşçileri ölüme mahkum edenler tedbir alamaz...

Küçükçekmece Belediyesi Park Bahçeler Müdürlüğü işyeri temsilcisiyle TİS süreci üzerine görüştük...
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Saldırılara karşı birleşik mücadeleyi güçlendirmek için sınıf dayanışmasının önemi
  OSB-İMES İşçileri Derneği
3. Olağan Genel Kurulu Sonuç Bildirgesi
  Canovate’nin “mazlum” patronu!
  Halklara karşı yeni cephe açmaya hazırlanan emperyalist-siyonist güçlere karşı direniş!
  Füze kalkanı inşa etmek savaş hazırlığıdır!
  Ne yapmalı? Nasıl yapmalı? / 3
Volkan Yaraşır
  Mamak 5. Kültür Sanat Festivali’ne doğru...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İşçileri ölüme mahkum edenler tedbir alamaz...

İşçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri için mücadeleye!

İşçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri, patronların yük olarak gördükleri, fiilen uygulamadıkları halde yasalarla tanımlanan yükümlülüklerinden de kurtulmaya çalıştıkları alanların başında geliyor.

En son “İstihdam paketi” adı altında yasalaşan birçok madde arasında 50’den az işçi çalıştırılan yerlerde işyeri hekimliği uygulaması kaldırıldı, işçi sağlığı tedbirleri ise “alınmasa da olur” şeklinde düzenlendi.

TİSK’in çıkardığı İşveren dergisinin Mayıs sayısında, Bakan Murat Başesgioğlu, “Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın İş sağlığı ve güvenliği alanındaki öncelikleri” başlıklı yazıda şunları söylemektedir, “Rekabet gücümüzün korunması açısından, işyerlerinin iş sağlığı ve güvenliği alanında koruyucu ve önleyici hizmetleri daha esnek ve yaygın bir şekilde sağlayabilmesini gerçekleştirecek düzenlemeler istihdam paketinin de bir parçası olarak önceliklerimizden birisi olmaya devam etmektedir.”

Kapitalist patronlar ile onlar adına yönetenler, çalışma yaşamının esnekleştirilmesinin ardından işçi sağlığı tedbirlerini de “esnek”leştirmeye çalışıyorlar. Esnekliğin tanımı işçi ve emekçiler tarafından çok iyi biliniyor. Yıllardır uygulanan, iş saatinin, çalışma koşullarının, iş güvencesinin, istihdam biçiminin belli olmadığı üretimin adıdır “esnek üretim”.

Bunun işçi sağlığı ve iş güvenliğindeki karşılığı ise açıktır. İş kazaları ve meslek hastalıklarının önlenmesi, işçinin sağlığının korunması, işyeri güvenliğinin alınması konularında patronların görev ve yükümlülüklerinin olmadığı bir işleyiş. Bunun gerisinde “Ölen ölsün, hastalanan hastalansın, iş göremez hale gelen gelsin! Nasıl olsa geride sömürebileceğimiz milyonlarcası daha var” mantığı üzerinden şekillenen, işçinin hayatını hiçe sayan yaklaşım var. Özetle daha çok kâr üzerine kurulu kapitalist sömürünün giderek daha da vahşileşen çirkin yüzü var.

Konuyla ilgili değişik kurum ve örgütlerin yaptığı araştırmalar ve yayınladığı raporlar, meslek hastalıkları ve iş “kaza”larının boyutunu gözler önüne sermektedir. TMMOB’un konuyla ilgili yaptığı bir araştırmaya göre, her 5 saatta bir işçi iş cinayetine kurban gidiyor! Yani günde 4 işçi iş “kaza”larında ölüyor. En çok KOBİ’lerde iş “kaza”ları gerçekleşiyor. “Kaza”lara davetiye çıkaran en önemli faktör ise esnek çalışma koşulları! Raporda dikkat çeken bir diğer veri ise, en fazla ölüm yaşanan sektörler arasında 290 kişi (yüzde 25) ile inşaat sektörünün birinci sırada, 163 kişi (yüzde 10) ile nakliyat sektörünün ikinci sırada olması. Dikkat çeken bir diğer veri ise “bilinmeyen” kategorisinin yüzde 32 ile birinci sırada olması.

Rapordaki bir diğer veri ise en fazla iş kazası yaşanan illerin sırasıyla İstanbul, İzmir, Bursa olması. Ucuz emek gücü olarak emeği en fazla sömürülen kadınlar ise en fazla dokuma sanayiinde iş “kazası” geçiriyor. Giyecek ve hazır dokuma eşya sanayi ikinci sırada, gıda sanayi ise üçüncü sırada yeralıyor.

Bu tür somut veri ve araştırmalar çoğaltılabilir. Ancak bu kadarı bile olayın vahametini ortaya koymaya yetmektedir.

Tuzla tersanelerde yaşanan iş cinayetlerinin ülkenin gündemine oturduğu, Davutpaşa’daki cinayetin sıcaklığını koruduğu, kot taşlama işinde kimyasal maddeler nedeniyle ölümlerin yaşandığı, maden ocaklarından ölüm haberlerinin geldiği bir süreçte Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi Temmuz ayının başında toplandı.

Konsey içinde patron örgütleri, hükümet, meslek odaları, memur ve işçi konfederasyonları temsilcileri bulunuyor. Konseyin toplanma nedeni ise, bir süredir alt komisyonlarda çalışmaları devam eden “İş Sağlığı ve Güvenliği Kanun Taslağı”nın değerlendirilmesi.

Tasarı AB uyum direktifi 89/2’nin çevirisinden oluşuyor. İki yıldır taslak üzerinde çalışma yürüten Çalışma Bakanlığı, içine meslek örgütleri ve sendikaları da katarak oluşturduğu konsey aracılığıyla saldırıyı meşrulaştırmaya çalışıyor.

Tasarının amaç bölümünde, “Bu kanunun amacı, çalışanların sağlık ve güvenliklerinin korunması, mesleki risklerin önlenmesi, risk ve kaza faktörlerinin ortadan kaldırılması ile işyerlerinde sağlık ve güvenlik şartlarının sürekli olarak iyileştirilmesi için alınacak önlemleri ve bu konulardaki görev, yetki, yükümlülük ve sorumlulukları düzenlemektir” denilmektedir. Ancak bu görev, yetki, yükümlülük ve sorumluluklar kime aittir, tanımlanmamaktadır. Devletin ve patronların görev ve sorumlulukları ile çalışanların hakları tasarının amaç bölümünde yoktur. Bu da tasarının baştan sermaye lehine hazırlandığını, işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerinin kimliği bilinmeyen kurum ve kişilerin üzerine yıkıldığını göstermektedir.

“İstihdam paketi” uygulaması ile 50’den az işçi çalıştıran yerler işyeri hekimliği, sağlık birimi vb. bulundurma zorunluluğundan kurtulmuştu. Ancak yapılan araştırmalar da gösteriyor ki en çok iş “kaza”larının olduğu yerler 50 işçiden daha az işçi çalıştıran küçük işletmelerdir. Tasarıda bu işyerlerine ilişkin herhangi bir düzenleme bulunmuyor.

Tasarıda genel bir takım ifadeler kullanılmakta, birçok konu boşlukta bırakılmaktadır. Bu boşlukların doldurulması keyfi kararname ve yönetmeliklere bırakılmaktadır.

Tasarıda işyeri sağlık ünitesi bileşenlerinin görevleri tanımlanmamaktadır. İşyeri hekimliği hizmeti patronların keyfine, taşeron şirketlere, işçi sağlığı alanı ise piyasanın acımasız kurallarına terkedilmektedir. Çocuk işçilere dair tanımlamalar muğlak ifadelerle geçiştirilmektedir.

Tasarıya ilişkin daha birçok şey söylenebilir. TTB ve TMMOB’un tasarıya ilişkin yaptığı açıklamalarda da konuya ilişkin ciddi eleştiriler yapılmaktadır. Ancak henüz sendikalar cephesinden tek söz dahi söylenmiş değildir.

Açıktır ki sorunun esas muhatabı her an meslek hastalığına yakalanma, iş cinayetine kurban gitme, sakatlanma riski ile karşı karşıya kalan işçilerdir. Sorunun kaynağı kapitalist sistemin kâr üzerine kurulu sömürü düzenidir. Konunun asıl sorumlusu da kârlarını daha çok artırmak için işçi sağlığı ve işyeri güvenliği tedbirlerini almayan asalak patronlardır.

Konuyla ilgili mücadele başta esnek çalışma koşulları olmak üzere kölelik düzenini hedeflemeli, “İşçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri alınsın!” şiarı etrafında somutlanmalıdır. İşçinin konuyla ilgili eğitiminin sağlanması ve tedbirlerin devlet ve patronlar tarafından alınması talep edilmelidir.

İş güvenliğine ve sağlıklı çalışma ortamına ilişkin teknik ve sıhhi düzenleme ve önlemlerin alınması, bunun işyeri temsilciler kurulu ve sendikalar tarafından sürekli denetiminin sağlanması, işçi temsilcilerinin yönetiminde, teknik ve sağlık uzmanlarından oluşan iş müfettişliğinin oluşturulması da ileri sürülmesi gereken taleplerdir.

İşçi sınıfını köleliğe ve ölüme mahkum edenlerin işçi sağlığını düşünmeyecekleri ortadadır. Sendikaların suskunluğu ise bir kez daha mücadeleyi ortada bırakacaklarının kanıtıdır. Sorunun asıl muhatabı olan işçi ve emekçiler, diğer taleplerinin yanısıra bu talepler uğruna da mücadeleyi yükseltmelidirler.


 

GİSBİR’e dokunmuyorlar!

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın kölelik cehennemi Tuzla tersaneler havzasındaki tersane kapatma “oyunu” sürüyor. Tersanelerde sözde incelemelerde bulunan Bakanlık müfettişleri son olarak üç tersane hakkında (Şaban Kasap-Şahin Teknecilik, Mengi-Yay Yatçılık Şirketi ve GESA Gemi A.Ş) “eksiklikleri giderilene kadar kapanması” kararını aldı.

Geçtiğimiz aylarda peşpeşe yaşanan iş cinayetlerine karşı biriken kamuoyu tepkisini dizginlemek için göstermelik tersane kapatma kararı veren Çalışma Bakanlığı’nın, iş cinayeti şebekesinin örgütü Gemi İnşaa Sanayicileri Birliği (GİSBİR) üyesi tersanelere dokunmaması ise dikkat çekiyor.

Daha önce GİSBİR üyesi Selah Tersanesi’ni ardarda yaşanan iş cinayetleri sonrası “kapatmak” zorunda kalan bakanlığın bu hamlesi 6 gün sürmüş ve Selah’ın “eksikliklerini giderdiği” gerekçesiyle tekrar faaliyete geçmesine izin verilmişti. Selah’ın ardından ise Selahattin Aslan Tersanesi 5 gün, Nur İstanbul Tersanesi bir aylık sürelerle kapatılmışlardı.

Açık bir gerçek var ki, havzada göz boyama operasyonuna kurban edilen tersanelere yalnızca kamuoyu tepkisini bir nebze olsun yatıştırmak için kapatma kararı veriliyor.