18 Temmuz 2008 Sayı: SİKB 2008/29

  Kızıl Bayrak'tan
  Çatışmanın seyri içinde çökmekte olan hayaller
   DTP 2. Olağan Kongre’ye hazırlanıyor…
“Ergenekon iddianamesi” devletin katliamlarını ve kirli faaliyetlerini sahiplendi…
Şekerde özelleştirme saldırısı tamamlanıyor

İşçileri ölüme mahkum edenler tedbir alamaz...

Küçükçekmece Belediyesi Park Bahçeler Müdürlüğü işyeri temsilcisiyle TİS süreci üzerine görüştük...
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Saldırılara karşı birleşik mücadeleyi güçlendirmek için sınıf dayanışmasının önemi
  OSB-İMES İşçileri Derneği
3. Olağan Genel Kurulu Sonuç Bildirgesi
  Canovate’nin “mazlum” patronu!
  Halklara karşı yeni cephe açmaya hazırlanan emperyalist-siyonist güçlere karşı direniş!
  Füze kalkanı inşa etmek savaş hazırlığıdır!
  Ne yapmalı? Nasıl yapmalı? / 3
Volkan Yaraşır
  Mamak 5. Kültür Sanat Festivali’ne doğru...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Füze kalkanı inşa etmek savaş hazırlığıdır!

Dünya halklarını tehdit eden ABD emperyalizmi, kendini ve müttefiklerini korumak adı altında Doğu Avrupa’ya füze kalkanı yerleştirme hazırlığını sürdürüyor. İran’dan gelecek olası bir füze saldırısına karşı kurulacağı öne sürülen füze sistemi, Rusya’nın sert tepki vermesine yolaçtı. Öyle ki, Rusya bu gerekçeyle Avrupa Balistik Füze Antlaşması’ndan çekildi. Ancak bu gelişme ABD’nin NATO destekli projesini hayata geçirme kararını pek etkilemedi.

Kısa süre önce Çek Cumhuriyeti ile anlaşmaya varan ABD, Polonyalı işbirlikçilerini henüz ikna edemedi. Polonya başbakanı, uzun süredir devam eden füze kalkanı pazarlıklarında geçen hafta ABD’den gelen bir teklifi daha reddetti. Gerici Polonya rejiminin şefi Donald Tusk, varılacak anlaşmanın “Polonya’nın güvenliğine katkıda bulunması gerektiğini” söyleyerek, son teklifin yetersiz olduğunu savundu ve “İşbirliğine hazırız ama Amerikalılar’dan bir yanıt bekliyoruz” dedi.

Anlaşıldığı üzere, Varşova’daki Amerikan uşakları, Polonya topraklarına avcı füze yerleştirilmesine dünden razılar, ancak “at pazarlığı”nı sıkı tutuyorlar. Belirtildiğine göre Polonya başbakanı, ordusunun modernleştirilmesini ve kısa menzilli füzeler verilmesini istiyor. Bu da yakında anlaşmaya varılacağı anlamına geliyor.

Kirli pazarlıklar sonucu Washington’daki savaş kundakçılarıyla anlaşan işbirlikçi Çek rejimi ise, füze kalkanına karşı oluşan toplumsal tepkiye rağmen anlaşmayı imzaladı. Anlaşma, Çek parlamentosunun onayından geçerse kesinleşecek.

Çek cumhuriyetindeki toplumsal muhalefet, ülkeyi ABD savaş makinesine parselleyen işbirlikçi soysuzları dize getirecek güçten yoksun görünüyor. Polonya’da ise kayda değer bir muhalefetten söz etmek mümkün değil. Rusya’nın sert tepkisine gelince, Washington’daki savaş kundakçılarını geri adım atmaya zorlayacak yaptırım gücünden yoksun olduğu anlaşılıyor. Demek oluyor ki, silahlanma yarışını daha da körüklemesi kaçınılmaz olan füze kalkanı sistemi, büyük bir olasılıkla önümüzdeki yıllarda doğu Avrupa ülkelerine yerleştirilmiş olacak.

ABD’nin, “Füze kalkanını İran’dan gelecek bir saldırıya karşı önlem amacıyla kuruyoruz” şeklindeki iddiasını gülünç bulan Rus yetkililer, İran’ın son denediği uzun menzilli Şahap 3 füzelerinin bile Doğu Avrupa’ya ulaşamayacağını, dolayısıyla sözkonusu füze kalkanına gerek olmadığını savunuyor.

ABD ya da müttefiklerinin füze tehdidi altında bulunduğu iddiasının herhangi bir inandırıcılığı yoktur. Buna rağmen sözkonusu sistemi kurmakta kararlılık göstermelerinin nedeni, geleceğe dönük savaş planlarıdır. ABD gibi dünyanın her yanına saldırma küstahlığını sürdüren bir güç, ancak hedefe çaktığı ülkelerden olası bir tehdide maruz kalabilir. Verili koşullarda Doğu Avrupa’yı vurabilecek yegane güç ise Rusya’dır. Bu ülke yönetimini bu kadar sert tepki göstermeye iten nedenler arasında bu gerçeğin farkında olmanın yarattığı tedirginlik de var.

Kamuoyunun gündeminde fazla yer almasa da, ABD’nin Türkiye topraklarına da füze kalkanı yerleştirmek istediği bilinmektedir. İran’a karşı girişeceği olası bir saldırıda Türkiye topraklarını bir saldırı üssü olarak kullanmak isteyen ABD, yıkıcı savaşına iki ülkeyi de ortak etmek istiyor. Ancak yansıdığı kadarıyla, Ankara’daki işbirlikçiler bu kadarını henüz göze alamıyorlar. Muhtemeldir ki, böyle bir maceraya atılmanın kendilerine de ağır bir faturaya dönüşeceğini bildikleri için, Washington’daki efendiye olur diyemiyorlar. Yine de bu tutumun arkasında durup duramayacaklarını olayların seyri gösterecektir.

ABD emperyalizmi, enerji kaynaklarına ulaşım yollarına egemen olmak, emperyalist güçler arasından rakip bir gücün sivrilmesini önlemek ve Rusya’yı çevrelemek esasına dayalı planını uyguluyor. Projenin Ortadoğu ayağı hem Irak bataklığına hem İran’ın kararlılığına takılmış durumda. Rusya’yı kuşatıp Hazar Denizi havzasına uzanma ayağı ise belirsizliğini koruyor.

ABD’nin füze kalkanı yerleştirme ısrarı, planın Hazar Denizi ayağında da halklara karşı yeni cephelerin açılabileceğine işaret ediyor. Bu ise, uzak olmayan bir gelecekte Ortadoğu’nun yanısıra Orta Asya ve Kafkas halklarının da emperyalist saldırganlığa karşı direniş kervanına katılmasına yolaçacaktır.

Lübnan’daki Türk askeri ABD-İsrail’e hizmete devam ediyor!

İsrail ordusu iki yıl önce Lübnan’a saldırdığında, Washington’daki savaş kundakçıları “yeni bir Ortadoğu’nun doğmakta olduğu”nu iddia etmişlerdi. Temelden yoksun bu iddia, emperyalist-siyonist güçlerin ulaşmak istedikleri bir hedefti. Ancak bu kirli hesap halkların direnme gücünü küçümsemiş, İsrail savaş makinesinin utanç verici hezimetiyle sonuçlanmıştı.

Siyonist ordunun gözü dönmüş katillerden oluşan şefleri, Lübnan direnişini bir hafta içinde çökerteceğini sanmış, bu amaçla Güney Lübnan’ı yerle bir etmişti. Ancak “uygar batı”nın etkin desteği ile sergilenen bu barbarlık alçaltıcı bir yenilgi getirmişti. Lübnan direnişinin İsrail savaş makinesinin “yenilmez güç” efsanesini yerle bir etmesi ise, genelde ezilen halklar, özelde Ortadoğu halkları tarafından coşkuyla karşılanmıştı.

Tel Aviv’deki siyonist cellat takımına, Lübnan’ı yakıp yıkması için beş hafta süre tanıyan “uluslararası toplum”, üçte biri çocuklardan oluşan bini aşkın sivil insanın katledilmesine ve Lübnan’ın altyapısının tahrip edilmesine suç ortaklığı yaptıktan sonra, İsrail’e kalkan olmak için BM Güvenlik Konseyi kararı çıkarttı. Lübnan topraklarında konuşlanan NATO güdümündeki binlerce asker, saldırgan İsrail’e karşı değil, Hizbullah’a karşı konumlandı.

BM kararının alınmasıyla, NATO’nun ikinci büyük ordusunu beslemekle övünen Ankara’daki egemenlere gün doğdu. Zira 1 Mart tezkeresinin kazaya uğramasından dolayı kızgın olan Washington’daki efendiye sadakatlerini bir kez daha ispatlamak için iyi bir fırsattı. Sermaye iktidarı alelacele karar çıkartarak bini aşkın askerden oluşan bir işgal birliğini emperyalist-siyonist güçlerin emrine verdi.

Geçtiğimiz günlerde, yakında iki yılını tamamlayacak askeri birliğin görev süresi bitmeden önce meclis kararıyla yeniden uzatıldı. Milli Savunma Bakanı ve hükümet sözcüsü Vecdi Gönül, sözkonusu kararın gerekçesini şöyle açıkladı: “Türkiye, jeopolitik konumu nedeniyle özellikle Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılmasının hız kazandığı şu günlerde izlenecek politikalara yön vermek ve alınacak uluslararası kararlarda söz sahibi olması amacıyla yaşanan gelişmelere kayıtsız kalmamalıdır ve kalmayacaktır.”

Amerikancı rejimin Ortadoğu’nun “yeniden yapılandırılması”nda “söz sahibi olması” ABD güdümünde üstleneceği taşeronluk rolünün sınırlarında kalmaya mahkumdur. Fakat daha da önemlisi, işbirlikçi burjuvazi ve onun yönetim aygıtı olan devletin, “Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılması” sürecine emperyalist-siyonist güçlerin safında yer alarak katılmasıdır. Lübnan’daki askeri birliğin görev süresini uzatan sermaye devleti, ABD-İsrail ikilisinin bölge halklarına karşı işledikleri ağır suçlara ortak olmaya devam edeceğini ortaya koymaktadır.

Ancak, halkların direnme azmi var oldukça, Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılması hevesiyle hazırlanan planlar fiyaskoyla sonuçlanmaya mahkumdur.

Bir kez daha hatırlarsak, İsrail savaş makinesi 1100 insanı katletmiş, (4.5 milyon nüfuslu Lübnan’da) 1 milyondan fazla insanı mülteci konumuna düşürmüş, bütün büyük limanları bombalamış, fabrikaları, gıda depolarını, barajları, TV ve radyo istasyonlarını, camileri, kiliseleri, hastaneleri, BM binalarını tahrip etmiş, binlerce evi yıkmıştır. Ancak bu vahşet Hizbullah’ın yanısıra Komünist Partisi’nin de katılımıyla sergilenen direnişi kırmaya yetmemiştir. Bu ve benzer direnişler, halkların direnme azminin emperyalist-siyonist planları boşa düşürme kudretinin yeni bir göstergesi olmuştur.