24 Ekim 2008 Sayı: SİKB 2008/42

  Kızıl Bayrak'tan
   İnkar ve imha politikası açmazda!
  Kürt halkıyla devrimci dayanışmayı yükseltelim
Irkçı-inkarcı politikanın iflası derinleşiyor…
Çürüyen devlet katillerini aklıyor!

Mehmet Ağar Susurluk davası kapsamında yargılanacak…

Bir tarafta küresel açlık ve ölümler... Diğer tarafta küresel mali zenginler…
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Metal işçileri MESS dayatmalarına karşı yürüdüler!
  Metal TİS’leri üzerine BDSP’li Metal İşçileri Temsilcisi ile konuştuk...
“Grev boş bir tehdit savurmanın ötesine geçecek bir ciddiyetle, somut bir hedef olarak ele alınmalıdır!”
  Gençlikten...
  Emekçi Kadın Komisyonları’ndan çağrı:
  SSGSS’ye karşı mücadelede bir adım ileri!
  Artık kadın işçiler sinmiyor, hak arıyor, baş kaldırıyor...
  KESK’in mücadele programı ve toplu görüşme sürecine ilişkin kamu emekçileri ile konuştuk…
  “Çeber’in katilleri yargılansın!”
  Kapitalizmin krizi ve işçi sınıfı / 1
Volkan Yaraşır
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

KESK’in mücadele programı ve toplu görüşme sürecine ilişkin kamu emekçileri ile konuştuk…

“Hak alıcı mücadele programı oluşturulmalı ve hayata geçirilmelidir!”

- KESK 3 yıldır toplu görüşme sürecinden çekildiğini ve yüzünü işyerlerine, eylem alanlarına döneceğini açıklıyor. Ancak buna rağmen KESK’in yüzünü işyerlerine döndüğü, mücadeleyi buralardan doğru yükselttiği söylenemez. Bu yıl açıklanan mücadele programı ve eylem takvimi ise yine mücadelenin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak kaldı. Genel bir takım direniş söylemleri eşliğinde basın açıklamaları, oturma eylemleri, yöneticilerle sınırlı Ankara eylemleri dışında süreç işyerlerinden doğru tartışmaya açılmadı ve örgütlenmedi. Kamu emekçilerinin hak ve talepleri hak alıcı bir mücadele programı ve eylem takvimiyle, buna uygun örgütsel mekanizmaların yaratılmasıyla örgütlenmedi. Bulunduğunuz işyeri, sektör ve sendikada süreç nasıl yaşandı? Eksikler nelerdi?

Mehmet Antmen (SES Adana Şube Başkanı): Bugün için KESK ülkedeki muhalefetin en önde gelen kurumlarından biridir. Baktığımızda toplumsal sorunlar karşısında belki TTB ve TMMOB’un adını sayabiliriz ama KESK muhalefet görevini yerine getirmeye çalışan en önemli kurum durumunda.

Tabii durum eskisi gibi değil. Bunu kabul etmek gerekiyor. Eskiden olduğu gibi işyerini baz alan, işyeri örgütlerini çalışmaya katan bir organizasyon artık yok. Nedeni ise KESK içinde kendini daha çok iktidar kavgaları biçiminde gösteren kısır tartışmalar. Kim kaç kişi ile temsil edilecek, kim ne kadar yer tutacak gibi tartışmalar üzerinden şekillenen gruplar arası tartışmalar mücadelenin asıl ihtiyaçlarının önüne geçiyor. Örneğin mücadelenin somutlanacağı yerler olan kongreler daha çok farklı gruplar arasındaki tartışmalar üzerinde kilitleniyor. Genel kurullardan işyeri temsilciliği seçimlerine kadar iş böyle yürüyor. Seçilemeyenler çalışmaya hiç katılmazken seçilenler de kendilerini sendikanın sahibi ve vazgeçilmezleri olarak görüyorlar.

Bu tür kısır tartışmalar geçmişte de vardı. Ancak o dönem gerek KESK’in mücadele içinde kuruluş sürecinin etkisi gerekse de devrimcilerin KESK içinde daha güçlü oluşları sayesinde tabanın söz ve karar sahibi olduğu bir süreç yaşanıyor, bu yanıyla da işyeri eylemleri daha güçlü geçiyordu. Bunlardan uzaklaşıldığı ölçüde de yapılanlar artık yılda bir Ankara eylemine ya da sorunlar karşısında basın açıklamalarına sıkışıyor.

Hüseyin Demir (Tokat Eğitim-Senüyesi, işyeri temsilcisi): KESK, 4688 sayılı yasa ile birlikte, merkezden alınan eylem kararlarının 3-5 gün öncesinden şubelere bildirilmesi ve belirlenen çizgide tüm şubelerde bu kararların uygulanması çerçevesinde bir politika yürütmektedir. Yani demokratik işleyiş terkedilmiştir. Tabanda tartışılmayan eylemler de yine taban tarafından sahiplenilmemektedir. Mesela öyle eylemler var ki şubelere bir gün öncesinden bildirilmektedir.

KESK yönetimi işyerlerine yüzünü dönmekle neyi kastediyor? Pek çok işyerinde ne toplu görüşme süreci ne de sonuçları hakkında hiçbir tartışma yürütülmemiştir. Bırakın siz işyerlerini sendika şubelerinde bile toplu görüşme süreci tartışılmamıştır.

Dinçer Demir (İstanbul Eğitim-Sen 5 No’lu şube üyesi): KESK yöneticileri bu TİS sürecinde başka bir sürecin örgütleneceğini iddia etmişti. Bu iddiasını ilan ettiği eylem programıyla da duyurdu. Bizler de geçmiş deneyimlerden hareketle hem sürece temkinli yaklaştık, hem de kimi yanlarıyla ilerici bulduğumuz mücadele programının uygulama sürecini beklemenin yerinde olacağı düşündük. Lakin yaşananlar hiç de dünden farklı değildi. Yine belirsiz bir süreç yaşandı. “Büyük yöneticilerimizin” bizler adına yaptıkları açıklamalarla kapanan bir süreç oldu. Bunu sendikalarına uğrayan “başkanlarımıza” söylediğimizde, bu görüşme döneminin gayet iyi geçtiğini söyleyerek, aslında sonrasında yapacaklarını söyledikleri “genel direniş”in nasıl olacağı hakkında bizleri bilgilendirmiş ve kafamızdaki kuşkuları gidermiş oldular!

Güvenç Köroğlu (Kırklareli Eğitim-Sen üyesi, işyeri temsilcisi): Sorun mücadele programı ya da eylem takvimi hazırlamak değil, bu programın ya da takvimin yaşama geçirilmesi. Programı hazırlayanlar da buna inanmıyorlar ki! Muğlak, ucu açık ve genel geçer söylemlere dayalı bir takvim hazırlamışlar. Ne olduğunu kimsenin anlayamadığı ve karikatürize bir hal alan “genel direniş” kavramı ise ciddiyetten çok uzak. Konfederasyon başkanımız “dost sofrasında” iftarını açadursun biz de genel direniş yapalım. Toplu görüşme masasını terketmek alanları, fiili-meşru mücadeleyi büyütmek demektir. Oysa bu program ve takvimle mücadelenin gelişmesi mümkün değil.

Fatma Altuntaş (Nevşehir Eğitim-Sen üyesi, işyeri temsilcisi): KESK bürokratları böyle yaparak alttan alta sermaye hükümetlerine destek vermektedir. Yasa zaten bir yasa olmaktan daha çok bir ültimatom. “Ben ne verirsem o kardeşim, sen ister otur ister oturma” yasası.

- Toplu görüşme süreci sona erdi. Ancak kamu emekçilerini ciddi saldırılar bekliyor. Özelleştirme, esnek istihdam, sosyal hakların gaspı, Personel Rejimi Yasa Tasarısı ile iş güvencesinin ortadan kaldırılması gündemde. Özetle kamu emekçilerinin saldırılara karşı mücadelesi bitmeyecek. Bundan sonra süreç hangi taleplerle ve nasıl örgütlenmeli? İşyeri örgütlülükleri nasıl işler hale getirilmeli ve nasıl bir mücadele programı oluşturulmalı? Kısaca düşüncelerinizi ifade eder misiniz?

Mehmet Antmen (SES Adana Şube Başkanı): Sözleşmeli Personel Yasası ve bundan da kötü olan taşeronlaştırma var. Bunun yanında kadrolu çalışanların kendiliğinden bölünmelerinin yanı sıra farklı istihdam biçimleri uygulanıyor. 4A, 4B, 4C gibi uygulamalar kamu emekçilerini ve kamu emekçileri hareketini zaafa uğratıyor. Bu yüzden önümüzdeki dönemde programlar oluştururken bugünden statü ayrımını gözetmeden tüm kamu çalışanları için ortak bir mücadele hattının oluşturulması gerekiyor. Özellikle sağlık alanında taşeronda çalışan çok fazla insan var. Onların haklarına sahip çıkarak onlarla birlikte mücadele edersek kazanabiliriz. Kadrolu istihdam ve insanca yaşamaya yeten ücret konusunda birlikte mücadele etmemiz önem taşıyor.

Bizler büyük ve bugünden gerçekleştire-meyeceğimiz hedefler yerine küçük de olsa hak alıcı eylemleri önümüze koyup bu yanıyla da güven veren bir çizgide başarılar elde edebilirsek başarıya ulaşabiliriz. Ortak hedefler doğrultusunda mücadele edersek, SSGSS, taşeronlaştırma, esnek çalışma gibi saldırıları püskürtebiliriz.

Hüseyin Demir (Tokat Eğitim-Sen üyesi, işyeri temsilcisi): Öncelikli olarak bu sürecin iyi okunması gerekir. MAI ve GATS’ta da belirtildiği gibi bu süreç “gereksiz engellerin ortadan kaldırılması” sürecidir. Bu saldırılar neo-liberal politikalar diye ifade edilir. Bu süreç, bir bütünlük içinde, amaçları ve sonuçları noktasında işyerlerinde sürekli olarak tartışılmalıdır. Bunun yapılabilmesi için de işyeri komitelerinin işletilmesi gerekmektedir. Ayrıca saldırıların mevcut eylem çizgisiyle geri püskürtülemeyeceği açıktır. Emekçilerin birleşik eylemliliği zorunlu olduğu gibi bu eylemliliklerin sonuç alıcı olması da gerekmektedir. Genel grev bu süreci püskürtebilecek tek araç gibi gözükmektedir.

Nuri Erkin Başer (Eğitim-Sen İzmir 3 No’lu Şube Denetleme Kurulu Üyesi): Ayrıntılı sorularınız yanıtını da kendi içinde barındırıyor aslında. Ben ikisini bir arada yanıtlamaya çalışayım. Toplu görüşme sürecinde, izlenen yolun, örgütlenen eylemlerin ve KESK’in tutumunu özetlemişsiniz. Bulunduğum işyeri, sektör, sendika hatta diğer işkolları ve ilimizdeki sendikalarda sürecin ifade ettiğinizden (genel süreçten) çok faklı yaşandığını söylemek mümkün değildir.

Bugün KESK yönetiminin tabanı temsil ettiğini söylemek zordur. Kaldı ki genel kurullar vb. süreçlerinin nasıl yaşandığını hepimiz biliyoruz. Çeşitli ilkesiz pazarlıklarla oluşturulmuş MYK’lar ile kamu emekçilerinin haklarını savunmak ne kadar mümkün olabilir ki? Bu yönetimlerle kamu emekçileri mücadelesinin önünü açmak ne kadar mümkündür? Tersine bugünkü anlayış tarzı mücadelenin önünde bir engele dönüşmüştür.

Kamu emekçilerinin işkollarına göre parçalanmış yapısı ve farklı sorunları dikkate alındığında hak arama mücadelesinin işyerlerinden başlaması zaten bir zorunluluktur. Önce işyerlerimizde, sonra işkollarımızda, sendikalara üye olsun olmasın tüm emekçilerin sorunlarına sahip çıkmasını sağlamalı, mücadeleyi ortaklaştırmalıyız. Ama ne yazık ki yönetici olsun olmasın bugün kamu emekçilerinin öncü kesiminde bu irade ve kararlılık görülmemektedir. Dar grupçu çıkarlar kamu emekçileri hareketinin çıkarlarının önüne geçmiştir. Başka bir deyişle sınıf çıkarları önüne dar grupçu anlayış ve tutum geçmiştir. Bunu değiştirmemiz gerekir. Sınıf temelli bir mücadele için söylediklerimizin özeleştirisi yapılmalıdır.

Sizin de ifade ettiğiniz gibi bizlere dönük saldırıların kapsamı bellidir. Bu saldırıları püskürtecek bir bakış ve buna uygun taleplerle bir araya gelerek mücadeleyi yükseltmeliyiz. İşyeri temelli taban örgütlenmeleri oluşturmalı ve güçlendirilmelidir. Toplu görüşmeyi toplu sözleşmeye çevirmenin yolu buradan geçer.

Söz etmeden geçemeyeceğim, bunu da ekleyin, KESK Genel Başkanı malum yemeklere katılacağına işyeri yemekhanelerimizde misafirimiz olsun.

Dinçer Demir (İstanbul Eğitim-Sen 5 No’lu şube üyesi): Kamu emekçilerinin elinden alınmak istenen ve toplu görüşmelerde silikleştirilen işgüvencesi eksenli saldırılar bizleri tüm emekçilerle birleştirecek yeterliliktedir. Ama burada sendika olma iddiasının altını dolduracak, yani olmazsa olmazı olan grev hakkını tabanın sahiplenmesiyle, fiili-meşru hatta ve taban örgütlenmesi üzerinden yükselerek gerçekleşeceğini bilerek bunda ısrar etmeliyiz.

Güvenç Köroğlu (Kırklareli Eğitim-Sen üyesi, işyeri temsilcisi): İşyerlerini sürece katmadıkça, söz ve karar hakkını tabana yaymadıkça bu saldırı yasalarını göğüslemek olanaksız. İşyeri temsilcilerinin aktifleştirilmesi ve temsilcilere, üyelere yönelik eğitim çalışmalarının yapılması çok önemli. Ayrıca şubelerin birer bürokratik aygıta dönüşmesini engellemek ve şube ile üyeler, temsilciler arasındaki bağı kurmak gerek.   

Fatma Altuntaş (Nevşehir Eğitim-Sen üyesi, işyeri temsilcisi): KESK artık sermaye hükümetleri üzerinden parlamentarist hayaller besleyen mücadeleden vazgeçmelidir. KESK oluşumu bir kısım parlamentoya endeksli oluşumların hegemonyası olamaz. Bunca sorun birleşik, hak alıcı, fiili-meşru mücadeleyle çözülebilir. KESK sınıf bilincini ve sınıf kimliğini takınmalıdır.

(Kamu Emekçileri Bülteni, sayı: 29, Ekim 2008)


Dünyadan…

İtalya’da üniversite öğrencileri eylemde

İtalya’da üniversite öğrencilerinin Berlusconi hükümetinin üniversite ödeneklerinin kısıtlanmasına yönelik kararnamesini protesto için 20 Ekim günü başlattıkları protesto eylemleri işgallerle sürüyor.

Boykot ve işgal eylemleri pek çok fakültede eğitimin aksamasına neden oluyor. Roma, Milano, Bologna, Floransa, Napoli ve Palermo kentlerinde öğrenci örgütleri ve öğretim üyelerinin sendikaları, ödenekleri kısıtlaması ve yüksek öğretim kurumlarının özelleştirilmesini özendirici düzenlemelere gidilmesini öngören kararnameye karşı çıkıyorlar.

Eylemler nedeniyle zaman zaman öğrenciler ile polis arasında gerilimli anlar yaşanıyor. 21 Ekim günü Milano’da bir grup öğrenci Cadorna semtindeki tren istasyonunu işgale kalkıştı. Burada polis ile öğrenciler arasında ciddi bir arbede yaşandı.


İtalya’da genel grev

İtalya’da 17 Ekim günü sendikaların çağrısıyla, hükümetin reformlarını protesto etmek amacıyla genel grev gerçekleştirildi. Grev nedeniyle Roma, Milan ve Turin’de trafik felç oldu. Sendikalar grevi “hayal bile edemeyecekleri bir başarı” olarak nitelendirdiler.  

Sendikaların verdiği bilgiye göre, farklı sektörlerden 300 bin kişinin katıldığı grev, düşük ücretleri, sözleşmeli çalışmayı, eğitim ve sağlık alanındaki uygulamaları protesto etmek için gerçekleşti. Milan’da ise 50 bin kişi aynı taleplerle Piazza Duamo meydanında eylem gerçekleştirdi.


Hindistan Merkez Bankası’nda grev

Hindistan Merkez Bankası’nda çalışan binlerce çalışan, ücretlerinin arttırılması talebiyle 21 Ekim günü ülke genelinde greve çıktı. Grev kararı, krizin Hindistan ekonomisini de vurması sonucunda alındı. Ülkenin ticaret ve finans merkezi Bombay’da bulunan Hindistan Merkez Bankası yönetimi ve personeli 13 yıldır ilk kez birlikte grev çağrısında bulundu.

Grevden bankacılık hizmetleri, döviz hizmetleri ve elektronik ödeme sistemleri etkilenecek. Hindistan Merkez Bankası 26 şehirde hizmet veriyor ve bankanın 21.500 çalışanı bulunuyor.


Kirli savaş itirafları

Sermaye devletinin kirli işler için kullandığı tetikçiler kimi zaman duydukları pişmanlıkla, kimi zaman ise devlet tarafından kullanılıp bir kenara atılmanın yarattığı kırgınlıkla kamuoyuna açıklamalarda bulunup karanlık ilişkileri ortalığa saçıyorlar. Jitem itirafçılarının Kürdistan’da işledikleri insanlık suçlarından TSK komutanlarının, kontrgerilla tetikçilerinin anılarına kadar pek çok olay, sınırlı da olsa yaşananları aydınlatıyor.

Bu açıklamalardan biri de Uğur Dündar’ın sunduğu Arena programında gerçekleşti. Eski özel harekât polisi ve Susurluk davası sanıklarından olan Ayhan Çarkın, devlete yaptığı hizmetleri ve devlet için işlediği cinayetleri anlattı. Yaptığı açıklamalar ile “Ergenekoncular”a kızgın olduğunu ve onların kendisini kullandığını belirten Çarkın, her fırsatta hükümeti övmekten ve kendisine sahip çıkılmasını istemekten de geri durmadı.

Susurluk kazasının kilit isimlerinden olan Çarkın, kazanın Ergenekon davasına ışık tuttuğunu ve pek çok şeyin kazayla gün ışığına çıktığını belirtti. Uğur Dündar gibi pek çok kişi hakkında da ölüm emri verildiğini ancak Abdullah Çatlı’nın buna karşı çıktığını söyledi ve Çatlı’nın da bir süre sonra Ergenekon örgütü tarafından harcandığını belirtti.

Özel Harekât Teşkilatının dağıtılmasına da değinen Çarkın, bunun siyasi hesaplaşmanın bir parçası olduğunu belirtti. Özel Harekat Teşkilatı polisin kullanmadığı ağır silahlar da dâhil olacak biçimde silahlandırılmakta ve Kürdistan’da TSK ile paralel operasyonlar sürdürmekte idi. Pek çok kirli ilişkinin merkezinde bulunan özel harekat Susurluk kazasından sonra Genelkurmay’ın isteği doğrultusunda Kürdistan’dan çekilmiş ve sayısı sınırlandırılmıştı. Özel Harekât’ın Çiller tarafından darbe girişimlerine karşı hazırlandığını ve bu yönlü eğitildiğini belirten Çarkın, Genelkurmay’ın karşı çıkışının sebebinin de bu olduğunu söyledi.

Devlet için işlediği cinayetleri de rahatlıkla anlatan Çarkın “Terörle mücadele sırasında bin kişi öldürmüş olabilirim” dedi. Bu elikanlı katilin açıklamaları insanlığa karşı işlediği suçlardan duyulan pişmanlıktan gelmese de, çeteleşmiş devletin katliamlarının ve kirli ilişkilerinin bir kez daha gözler önüne serilmesini sağlıyor.


Her savaş inisiyatifle kazanılır!

Bir savaşta savaşı kazanacağına inanmak, yani inanç, olmazsa olmaz bir şarttır. Ne var ki inanç tek başına yeterli değildir. İnanılan davada inisiyatifli olmak, teknik yetersizlikler olsa bile kazanmanın yolunu açar. Teknik yetersizlik deyince tanka karşı taş örneği verilebilir. Taş tankı imha edemez ama “durdurabilir”. Filistin’in taş genarelleri bunu bütün dünyaya kanıtladılar. Bunu kanıtlarken ölümü göze alma inisiyatifini gösterdiler.

İnisiyatifi geliştirmek denildiğinde, belki de okunması gereken kitapların başında yer alıyor, Aleksandr Bek’in Moskova Önlerinde adlı romanı. Romanın ana hatları şöyle:

1941 yılında Nazi ordusu SSCB topraklarını istila ederek Moskova önlerine kadar gelmişti. Sovyet halkı faşistleri Moskova önlerinde durdurmak için elinden geleni yapıyor, bir yandan da genç yaşlı demeden yeni askeri birlikler oluşturmaya çalışıyordu. Orta Asya’da Alma-Ata’da, deneyimli general Panfilov komutasında bir askeri tümen oluşturulmaya başlanmıştı. Bu tümen kısa sürede sıkı bir eğitimden geçerek Moskova önlerindeki Sovyet savunma mevzilerinde yerini aldı.

Tümenin en kritik savunma hattında Moskova’nın kapısı sayılan Volokolamsk şosesini savunacak bir tabur vardı ki, bu taburun ana kadrosunu, başta Tabur Komutanı Aksakal Memiş’in oğlu Baurdcan Momiş-Uli olmak üzere Sovyet askerleri oluşturuyordu.

Panfilov’un tecrübesi, Momiş-Uli’nin cesareti ve inisiyatifi, taburun disiplinle yoğrulmuş birlik ruhu, Nazi ordusuna küçümsenmeyecek kayıplar verdiriyordu. Momiş-Uli’nin inisiyatifiyle ortaya çıkardığı taktikler, faşist ordunun teknik gücünü yeniyor, onlara yenilginin acılarını tattırıyordu.

Daha eğitim bitmek üzereyken, Panfilov, Momiş Oli’ye bir tümeni komuta etme görevi verdiğinde, Momiş Oli görevi almak istemez. Ama Panfilov emreder, komutandır. Yani kazanmak için inisiyatif kullanmak zorundadır. Askerlikte önemli olan da budur. Deyim yerindeyse, sıradan asker olmak kolaydır, ama komutan olmak inisiyatif ister. Momiş Oli komutan olmak istemez ama, general Panfilov komuta görevini ona verir.

Momiş Oli komutanlığı apolet değil, sorumluluk olarak algıladığı için tedirgindir. Ama yılmaz. Momiş Oli’nin toylukları, hataları da olur. Ama kısa sürede kendi üst rütbelilerini komuta edebilecek inisiyatife ulaşır.

Momiş Oli’ye, savaşın bir aşamasında, tümenin yok olması uğruna terketmemesi gereken bir cepheyi savunma görevi verilir. İlerleyen günlerde Momiş Oli ağır kayıplar verir. Orada kaldığında tümeni yok olacaktır, ama emir böyledir. Ne var ki Momiş Oli orada kalmayı yanlış bulmaktadır. Sancılı bir düşünme evresinden sonra kurşuna dizilmeyi göze alarak geri çekilir. Panfilov, Momiş Oli’ye doğru karar verdiğini söyler.

Momiş Oli kurşuna dizilmeyi dahi göze alarak inisiyatif göstermiştir.

Bundan çıkarılacak en önemli ders şudur. Hata yapmayı göze almayıp inisiyatif göstermeyen bir “devrimci” devrim davasına gereken katkıyı da sunamaz. Yanlış yapmaktan korkarak, neredeyse hiçbir şey yapmayan bir “devrimci”, mücadeleden de rahatlıkla kopar.

Moskova Önlerinde romanı sıradan bir askeri romanı gibi okunmamalıdır. Momiş Oli’nin nasıl komutan olduğu ve inisiyatifini nasıl geliştirdiği incelenmelidir. Çünkü her savaş inisiyatifle kazanılır. Sınıf savaşında ise çok daha güçlü bir inisiyatif gerekiyor.

M. Kurşun

 

“Hasta tutsaklar serbest bırakılsın!”

Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Kampusü’nde 16 Ekim günü, Erol Zavar’a Yaşama Hakkı Koordinasyonu tarafından, cezaevlerindeki hasta tutsaklarla dayanışma amaçlı bir etkinlik ve eylem gerçekleştirildi. Yemekhane karşısında okunan basın açıklamasının ardından müzik dinletisi ve şiirlerle devam eden etkinlik, çekilen halaylarla son buldu.

Basın açıklamasında, cezaevlerindeki hasta tutsakların sayısının gün geçtikçe arttığı, durumları giderek ağırlaşan 52 hasta tutsağın ölüme terkedildiği belirtildi. Son olarak Metris Cezaevinde Engin Çeber’in işkencede katledildiği belirtildi. Erol Zavar’ın ve hasta tutsakların serbest bırakılması talep edildi.

Etkinliğin bitirilmesinin ardından kitle sloganlarla yürüyüşe geçti. Kampus içerisindeki PTT’den Erol Zavar’a kart gönderilmesinin ardından eylem bitirildi.

Eylem sırasında sık sık “Yaşasın devrimci dayanışma!”, “Hasta tutsaklar serbest bırakılsın!”, “Devrimci tutsaklar onurumuzdur!”, “Erol Zavar’a özgürlük!” sloganları atıldı.

Ekim Gençliği, DPG, DGH, Eskişehir Gençlik Derneği, SDG ve DÖP’ün de katılarak destek verdiği etkinlik ve eyleme yaklaşık 80 kişi katıldı.

AÜ Ekim Gençliği


TAYAD: “Sohbet hakkı uygulansın!”

TAYAD’lı Aileler 20 Ekim günü AKP İstanbul İl Başkanlığı önünde gerçekleştirdikleri basın açıklamasıyla hapishanelerde yaşanan hak ihlallerinin son bulmasını, sohbet hakkı genelgesinin uygulanmasını istediler.

“Adalet Bakanı yalan söylüyor. Hapishanelerde ölümler devam ediyor!”, “Hapishanelerde tecrit ve işkenceye son! Sohbet hakkı uygulansın!” pankartlarının açıldığı eylemde, aradan iki yıla yakın zaman geçmesine rağmen hiçbir hapishanede sohbet hakkının uygulamadığı ifade edildi. Gerekçe olarak “yer yokluğu” ve “personel yetersizliği”nin gösterildiği, bu hakkın gaspedilmesine izin vermeyecekleri ifade edildi. Açıklamanın ardından, TAYAD’tan bir heyet AKP İl Başkanlığı’na “Adalet Bakanı sözünü tutsun; 10 saatlik sohbet hakkı uygulansın” başlıklı dosyayı bıraktı.

Eylemde, “Hapishanelerde tecrit ve işkenceye son!”, “Adalet Bakanı sözünü tutsun!”, “Ortak sohbet hakkı uygulansın!” ve “10 saatlik sohbet hakkı uygulansın!” sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

 

İHD’nin dayanışması sürüyor!

İHD’nin cezaevlerindeki hasta tutsakların sorunlarına dikkat çekmek amacıyla aylık olarak düzenlediği basın açıklamaları İstanbul ve İzmir’de gerçekleştirildi. İHD bu ay Diyarbakır D Tipi’nde tutuklu bulunan Halil Güneş ve İzzet Turan ile dayanışmak amacıyla kart gönderdi.

17 Ekim günü İzmir’de gerçekleştirilen basın açıklamasında konuşan İHD İzmir Şube Başkanı, “sesiniz ve çığlığınız olmaya devam edeceğiz.” dedi.

İHD İstanbul Şubesi de Galatasaray Lisesi önünde gerçekleştirdiği basın açıklamasıyla Turan ve Güneş’le dayanışmasını sergiledi. “Hasta tutuklular serbest bırakılsın / İHD İstanbul Şubesi” pankartının açıldığı eylemde tutuklulara gönderilen mektup okundu.

Böbrek, mide ülseri, kronik bronşit, kronik sinüzit, bel fıtığı, kemik erimesi, göz bozukluğu, vücut iltihaplanması gibi kalıcı hastalıkları olmasına rağmen, Turan başvurularına yanıt alamadı. Güneş’e ise Kasım 2007’de kemik kanseri teşhisi konuldu. Tedavi için biyopsi istendi ancak tedaviye henüz başlanmadı.