14 Kasım 2008 Sayı: SİKB 2008/45

  Kızıl Bayrak'tan
   Gerici rejimin krizi derinleşiyor...
  Obama’nın Kürt hareketinde körüklediği dayanaksız beklenti ve hayaller karşılıksız kalacaktır...
AKP faşist özünü
açığa vuruyor
Ücretlere zam dönemi yaklaşıyor!

Esenyurt’tan tekstil işçileri:

Yürüyüşlerin 4. haftasında metal işçisiyle sınıf dayanışması!
  İşçi ve emekçi hareketinden...
  25 Kasım: Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü...
  Sol hareketin güncel durumu üzerine değerlendirmeler...
Devrimci harekette ideolojik ve moral kırılma
  10. yılında Parti İzmir’de selamlandı…
  İstanbul’da YÖK protestosu…
  YÖK protestolarından…
  Genç-Sen 1. Olağan Genel Kurulu ve “demokrasicilik” oyunu...
  Ortadoğu Dörtlüsü’nün Şarm el Şeyh toplantısından da bir sonuç çıkmadı… ..
  Barack Obama üzerinden yayılan sahte hayaller…
  Dünya işçi ve emekçi hareketinden…
  Ekim Devrimi ve bugünün anlattıkları
M. Can Yüce
  Eylem ve etkinliklerden...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ekim Devrimi ve bugünün anlattıkları

M. Can Yüce

Ekim Devrimi’nin 71. yıldönümünde bugünün temel sorunlarına onun perspektifiyle bakmak önemli bir ihtiyaç olarak karşımızda durmaktadır. Bugün üzerinde yaşadığımız dünyanın yaşadığı ölümcül krizler ve sorunlardan kurtuluşunun Ekim Devrimi’nin derslerini özümsemiş devrim ve sosyalizmden geçtiğine inanıyorum… Bu anlamda bugün Ekim Devrimi’ni anlamanın ve derslerini bilince çıkarmanın çok daha gerekli olduğuna inanıyorum. Unutmamak gerekir ki, beğenelim veya reddedelim, Kürdistan’daki son 30 yıllık gelişmelerde özel olarak Ekim Devrimi’nin, genel olarak sosyalist düşünce ve uygulamaların önemli bir etkisi vardır…

“Başka bir dünya mümkün!” Biz bu dünyaya mahkum değiliz?

Ancak bu noktada nasıl bir devrim ve sosyalizm sorusu yaşamsal bir önem kazanıyor.

Kendisini tekrarlayan veya bugüne güncelleyerek uyarlayan bir sosyalizm değil, geçmişin derslerini çok iyi özümsemiş ve onları aşan teorik ve programatik açılımlarıyla bir sosyalizmin günümüzün temel ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.

Devrim ve sosyalizm düşüncesi ve pratiğinin Kürdistan tarihi üzerinde önemli bir rolü var. 1970’li yılları hatırlayalım: Kuzey Kürdistan’da Kürdistan sorunu ve kurtuluşu ile ilgili söylenen her söz ve atılan her adımda sosyalist düşünce ve eğilimin damgası var. O dönemde her grup, parti, çevre ve kişi kendisini sosyalizmle ilişkilendiriyordu, sosyalist olduğunu belirtiyordu. Bunun birçok nedeni vardı, bu kısa yazıda bunlara girmek yerine bu durumu bir tespit olarak vurgulayıp geçmek istiyoruz. Yine unutmayalım ki birçoğumuz, kendi Kürt kimliğimizi ve yurtseverliğimizi sosyalizm ideolojisi ile keşfettik. Burada “Kürt kimliği” politik bir kavramdır ve politik bir süreçle ilgilidir. Yoksa politik bir süreci ve anlamı olmayan “Kürt” sözcüğü kullanılıyordu. Aslında Kürt kavramı nesnel olarak, politik baskı ve sömürge egemenliği altında olduğu için politik bir öz taşıyordu. Ama burada anlatmak istediğimiz Kürt kimliği politik bir durumu, politik bir talebi ve bu doğrultuda bir mücadeleyi anlatıyor ve kapsıyor. Bu anlamda birçoğumuzun yurtseverleşmesinde sosyalist ideolojinin çok önemli ve hatta belirleyici bir rolü var. Bireysel olarak belirtmem gerekirse, Kürt kimliği ve yurtseverlik niteliklerine sosyalist bilincimle ulaştım…

Burada o günün sosyalist anlayışı ve pratiği birçok açıdan değerlendirilebilir, tartışılabilir ve eleştirilebilir; özel olarak kendi kavrayışımız ve bunun uygulanması da daha kapsamlı bir muhasebeyi gerektirir. Ancak bunlara rağmen, sosyalist ideolojinin, sosyalist bilincin Kürdistan ulusal kurtuluş hareketi üzerinde yaptığı etki tartışma götürmez bir gerçektir.

Örneğin PKK’yi kuran grubu oluşturan kadroları biçimlendiren ve harekete geçiren ideoloji sosyalist ideolojidir; sosyalizm düşüncesiyle Kürdistan kavrayışları ve ortaya koydukları program daha sonraki temel gelişme eğilimini de belirlemiştir. Kısaca ne diyorlardı?

Kürdistan sömürgedir. Bu tespiti sosyalist bakış açılarıyla tahlil ediyorlardı. Sömürge bir ülkenin bağımsızlık sorunu vardır. Bağımsızlık ve özgürlük, hiç kimse tarafından bahşedilmemiştir. Sömürgecilik, kurumlaşmış dış zor ve egemenliktir. Bu zor aygıtı, ancak devrimci bir zorla tasfiye edilebilir; bağımsızlık ve özgürlük devrimci zoru esas alan bir ulusal kurtuluş mücadelesiyle elde edebilir. Peki, bu mücadeleyi kim ve kimler, hangi toplumsal güçler yapabilir? Bu soru, Kürdistan’daki toplumsal yapının tahlili, politik güçlerin tahlili gibi bir zorunluluğu dayatıyordu. Yapılan toplumsal ve politik tahliller sonucu varılan tespitler de şuydu:

Kürt egemen sınıflarının bir Kürt sorunu yoktur, sınıf olarak onlar sömürgeciliğin yerel ayağı ve işbirlikçisi konumundadırlar. 1940’lardan sonra sınıf olarak bunlar iğdiş edilmişlerdir. Kent küçük-burjuvalarının devrimci bir mücadeleyi yürütme güçleri yoktur, onlar ancak süreç içinde devrimin güç kazanmasına paralel olarak bir müttefik güç haline gelebilirler. Geriye işçiler, köylüler ve aydın gençlik tabakası kalıyor. Devrimci yurtsever bilinçle donanmış aydın gençlik, mücadelenin ilk döneminde önemli bir rol oynar. İşçi sınıfının önderliğinde yoksul ve orta köylülerin temel gücüyle mücadele zafere ulaşır. Mücadelenin temel araçları parti, cephe ve ordu fikri ve uygulaması diğer devrimlerden esinlenerek alınan kavramlardı. (Konumuz burada bu noktaların tümünü tartışmak değil, bunları tartışmak, aslında son 30 yıllık Kürdistan tarihini tartışmak veya böyle bir tartışmaya giriş yapmak anlamına gelecektir. Konumuz bazı kısa tespitler yapmak ve yine bazı kısa sonuçları hatırlatmaktır.)

Birçok grup da benzer veya birbirine yakın düşünceler savunuyordu, yine her grup ve herkes kendisini sosyalist olarak tanımlıyordu. Peki, PKK’lilerle aralarındaki temel farklılık neydi? PKK’liler söylediklerine inanıyor ve inandıkları için yapıyorlardı! Yani düşüncelerinde samimi, tutarlı, ciddi ve kararlıydılar. Ciddiyet, samimiyet ve tutarlılık, ilk başta birer ahlaki kavramlar olarak algılanabilir: Kuşkusuz bu yönleri var, ama burada yaşam ve mücadele anlayışı ve pratiğinin bütünlüğünden söz etmemiz gerekir! Anılan bu bütünlüğün oluşumunda ve gelişmesinde sosyalist bilincin ve anlayışın belirleyici bir rol oynadığını vurgulamamız gerekir.

Bugün kendi geçmişini değerlendiren bazı arkadaşların, geçmişte savunduğu sosyalist değerlerden söz ederken, derin bir pişmanlık ifade eden sözleri, imaları gerçekten üzücüdür, aslında bir boşluğu da anlatmaktadır. Bir yanlışı eleştirmek, geçmişin derin bir muhasebesini yapmak, hiç kuşkusuz önemli ve gereklidir. Ama bunu yaparken her olgunun ve etkenin hakkını teslim etmek sadece etik bir duruş değil, kendini, bugün boşluğa düşmeden, kendi temel niteliklerini yok etmeden tanımlamak için de gereklidir. İster genelde PKK tarihi olsun, isterse tek tek “bireysel” tarihlerimiz olsun, sosyalizm ve devrim düşüncesini ve belli bir dönemin uygulamasını atlayarak veya derin pişmanlıklar duyarak doğru bir tarzda tahlil etmek mümkün değildir.

Kuşkusuz insanlar durdukları yere ve gelecek tercihlerine göre kendilerini yeniden tanımlayabilirler. Dün sosyalist iken, bugün kendisini “liberal” veya başka bir kimlikle tanımlayabilirler. Bu, büyük alt-üst oluşların yaşandığı her dönemde yaygın olarak yaşanmıştır. Ya da dingin dönemlerin de fazla dikkat çekmeyen bir gelişmesidir. Bunlar anlaşılır şeylerdir. Ancak geçmişine inkârcı yaklaşmak, her şeyden önce o kişinin bugün kendisini tanımlamada ve konumlandırmada büyük bir boşluk yaratır.

Bugün dünyamızın yaşadığı temel sorunların, Kürdistan’ın bağımsızlık ve özgürlük özlemlerinin 200 yıllık deneyimlerini özümsemiş ve kendini aşmış devrimci sosyalist çizgiyle çözülebileceğine inanıyorum. Sosyalist kimliğimden kıvanç ve onur duyduğumu vurgulamak isterim. Vebadan kaçar gibi sosyalist çizgiden kaçışın genel eğilim haline geldiği Kürdistan’da bu vurgulu hatırlatmanın gerekli ve önemli olduğunu düşünüyorum…

Peki, yaşanan sosyalizmin teorik ve pratik olarak yaşadığı yenilginin temel nedenleri neydi? Daha sonra genişçe tartışmak üzere iki noktanın altını çizmenin gerekli olduğunu vurgulamak durumundayız:

Bir: İktidar, devlet ve bunun bir alt başlığı olarak demokrasi konusu sosyalist ideolojinin ve pratiğinin en temel sorunudur. Bu başlık altında parti, öncülük, otorite ve özgürlük, mücadele araçları da tartışılmaya ve teorik ve pratik olarak aşılmaya muhtaçtırlar…

İki: Enternasyonalizm ve dünya devrimi konusundaki teorik yaklaşım ve pratik uygulamalar kapsamlı bir tartışmayı ve yeni ufukları gerektirmektedir. Ulus, ulusal hareket ve diğer noktalar da bu bağlamda bir tartışmayı gerektirmektedir.

Birinci temel noktaya yeniden dönmek gerekirse; bu konuda bugüne dek çok sayıda tartışma yapıldı, bugün de yapılıyor. Sorunu koymak, eleştirmek, olumsuzlukları kapsamlı olarak vurgulamak yetmiyor. Bununla birlikte alternatif çözümü, bir “toplum projesi” olarak koymak ve geliştirmek gerekiyor.

Hiç kuşku yok, bu, devrimci sosyalistlerin temel görevidir!

11 Kasım 2008