28 Kasım 2008 Sayı: SİKB 2008/47

  Kızıl Bayrak'tan
   Krizin faturasını kapitalistlere ödetmek için ilk eylem 29 Kasım’da…
  29 Kasım’a çağrı eylemlerinden…
Krizin faturası işten atmalarla işçilere ödetilmek isteniyor…
Krize karşı eylemler...

Metal işçilerinin 6. hafta yürüyüşleri…!

AÜ’de yemekhane işgali...
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Metal TİS’leri ve birleşik mücadelenin artan önemi
  Türk Metal ateşle oynuyor!
  Mirabel Kardeşlerin çağrısına emekçi kadınlardan yanıt:
  Gençlik hareketinden….
  Ekim Devrimi, sınıf hareketi ve devrimci parti - Volkan Yaraşır
  İzmir’de coşkulu Ekim Devrimi etkinliği!
  Ortadoğu’da gerçek barışa halkların devrimci direnişiyle ulaşılacaktır!.
  Gerçekler inatçıdır!
M. Can Yüce
  Topkapı İşçi Derneği 1. Olağan Genel Kurulu gerçekleşti!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ortadoğu’da gerçek barışa halkların devrimci direnişiyle ulaşılacaktır!

20 Ocak’ta ABD başkanlık koltuğuna oturmaya hazırlanan Barack Obama’ya sunulmak üzere rapor hazırlayan istihbarat teşkilatları, önümüzdeki yıllarda Ortadoğu’da istikrarın sağlanmasının mümkün olmadığını ilan ettiler.

Aralarında CIA’nin da bulunduğu istihbarat teşkilatlarının hazırladığı raporda, Ortadoğu’nun, sorunların çok ağır ve yoğun şekilde ortaya çıktığı bir bölge olduğu belirtiliyor. Bu saptama, Obama yönetiminin de öncekiler gibi ABD emperyalizminin Ortadoğu politikasını özü itibarıyla devam ettireceğinin kanıtıdır. Zira bölgedeki sorunların kaynağı siyonist rejim ile bu rejimi koruyan emperyalist güçlerin küstahça müdahaleleridir. Yakın gelecekte bölgede istikrarın mümkün olmadığı tespiti, emperyalist-siyonist güçlerin halkları köleleştirme seferini sürdürmekte kararlı olduğunun ilanıdır.

İstikrarın mümkün olmadığının kabulü, bölge halklarının ABD-İsrail dayatmalarına boyun eğmesinin söz konusu olmadığının da itirafıdır aynı zamanda. Yani halklar için bölgede istikrarsızlık emperyalist-siyonist güçlerin saldırganlığından kaynaklanırken, emperyalist-siyonist koalisyon için istikrarsızlık, halkların köleleştirme seferine karşı direnmesinden kaynaklanıyor.

Birinci emperyalist paylaşım savaşına Alman emperyalizmi saflarında katılan Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü, Fransız-İngiliz emperyalistlerine bölgeyi aralarında bölüşüp işgal etme olanağı sağlamıştı. Ekim Devrimi’nden sonra Bolşevikler tarafından ifşa edilen Seykes-Picot antlaşması ile bölgeyi yapay parçalara ayıran emperyalistler, Ortadoğu’yu halen devam eden kaosa sürüklemişlerdi.Aynı zihniyetin açtığı alan ve sunduğu çok yönlü destekle siyonist İsrail’in 1948’de kurulması da, bölgenin o günden bu yana kan gölü olmasında önemli bir rol oynamıştır.

Fransız-İngiliz emperyalistlerinin ikinci emperyalist paylaşım savaşında güçten düşmesini fırsat bilen ABD, Ortadoğu’da etkin emperyalist güç konumuna gelmiş ve siyonist İsrail’in hamiliğini de üstlenmiştir. Günümüze kadar uzanan bu uğursuz sürecin sonucunda Ortadoğu’da çatışma ve savaşlar 60 yıldır devam etmektedir. Milyonlarca insanın ölümüne yol açan bu savaşların yarattığı muazzam yıkım, bölgenin gelişme dinamiklerini baltalamış, emperyalist-siyonist güçlerle işbirliği yapan gerici-kokuşmuş rejimlerin varlığını sürdürmesine de zemin hazırlamıştır.

Irak işgaliyle pekiştirilen bu yıkıcı süreç Filistin, Lübnan, Suriye başta olmak üzere diğer ülke halklarını da etkilemektedir. Emperyalist-siyonist koalisyon ile suç ortaklarının İran’a karşı olası bir saldırıya geçmesi ise, Ortadoğu’nun şu ana kadar tanık olduğundan çok daha tahrip edici bir çatışmaya çekilmesi anlamına gelecektir. Böylesi bir çatışma hem bölgenin gelişme dinamiklerini -Irak’ta görüldüğü gibi- tahrip edecek hem muazzam bir insan kıyımına yolaçacaktır. ABD-İsrail ikilisinin olası bir çatışmada nükleer silah kullanma ihtimali ise, yıkımı öngörülemez boyutlara taşıyabilecektir

Açık olan bir şey var ki, emperyalist-siyonist koalisyon ile düşkün işbirlikçileri bölgede cirit atmaya devam ettiği sürece, halkların rahat yüzü görmesi mümkün değildir. ABD istihbarat teşkilatlarının raporu da bu durumu küstahça ilan etmektedir. Halkların Ortadoğu’da yan yana, kardeşçe yaşayabilmesi için emperyalist zorbaların, ırkçı siyonistlerin ve onlarla suç ortaklığı yapan düşkün işbirlikçilerin bölgeden sökülüp atılması şarttır. Bunun başarılabilmesi için ise, halkların direniş dinamiklerinin her türden gericiliği hedef alan devrimci bir program etrafından birleştirilmesi gerekmektedir.


ABD-Irak güvenlik anlaşması...

Emperyalist işgale yasal kılıf!

ABD emperyalizmi Mart 2003’te Irak’ı işgal ettiğinde, ne uluslararası yasa ne savaş kuralı tanımış ne de meşruiyete önem vermişti. Washington’daki savaş kundakçıları o zaman kendilerini, halkları köleler sürüsü haline getirebilecek yenilmez güç sanıyorlardı. Bu sınırsız kibir, ABD savaş makinesinin en güçlü, en donanımlı olmasından olduğu kadar en kuralsız-yasa tanımaz ve en acımasız olmasından da güç alıyordu. Dünya jandarmalığını diğer emperyalist güç odaklarına kaptırmamak için başlatılan saldırganlık ve savaş stratejisinin, ABD ile aşık atacak bir gücün bulunmadığı koşullarda kolayından başarıya ulaşacağı sanılıyordu. Öyle ki, neo-faşist çetenin şefleri Avrupalı emperyalistlerle alay edecek kadar kendilerinden emin görünüyorlardı. Ancak bu beklenti en temel engeli, yani halkların işgale karşı direnme gücünü hesaba katmıyordu. Bu budalalık, güya ezilen hakların emperyalist orduları çiçeklerle karşılayacağı beklentisine dayanıyordu.

İşgal ordularının halklar tarafından çiçeklerle karşılanacağı iddiası, kaba küstahlığın yanısıra, ezilen halkların onurlu yaşama iradesini küçümseyen bir zihniyetin ifadesiydi. Ancak, işgal karşıtı direniş Irak’ı ABD ordusu ile suç ortakları için bir bataklığa çevirdiğinde, Washington’daki hesabın Bağdat’tan döneceği anlaşıldı. Direnişin Irak’ı işgal orduları için bir bataklığa dönüştürmesi, Washington’daki savaş çetesini taktik değiştirmeye zorladı. Savaş çetesi ile şefi Bush, kibri bir yana bırakıp diğer emperyalist güçlerle anlaşmanın yollarını ararken, “çöpe atılması gereken birkurum” olarak niteledikleri Birleşmiş Milletler’den (BM) işgale vize çıkarma yoluna gittiler. ABD’nin istediği kararı alan BM, işgalin 2008 yılının sonuna kadar sürmesine onay verdi. Böylece BM, vahşi işgalin dolaysız suç ortağı haline geldi.

BM’nin söz konusu kararının tanıdığı sürenin dolmasına az bir süre kala Bağdat’taki kukla yönetim üzerindeki baskıyı arttıran işgalciler, ABD-Irak güvenlik anlaşmasının kukla hükümet tarafından kabul edilmesini sağladılar. Irak parlamentosunda onaylanarak yürürlüğe gireceği belirtilen anlaşmaya göre ABD ordusu, Ocak 2012 yılına kadar Irak topraklarını işgale devam edecek.

Anlaşmada kimi göstermelik maddeler de yer almaktadır. Anlaşma, Irak’taki 150 bin civarındaki işgalci ABD askeri için “çekilme takvimi” belirliyor. Amerikan askerleri 30 Haziran 2009’a kadar kışlalarına çekilecek, işgal ise 31 Aralık 2011’de askerlerin tümüyle çekilmesiyle son bulacak. Anlaşma gereğince Irak toprakları komşu ülkelere yönelik saldırılar için kullanılamayacak. Irak hava sahası da 1 Ocak 2009 tarihine kadar Iraklılar’ın denetimine geçecek. ABD askerleri, Irak yargısından izin almadan evlere baskın düzenleyemeyecek. Kanunları ihlal eden Amerikalı askerler Irak mahkemelerinde yargılanacak vb.

İşgalin üç yıl daha devam etmesine kılıf uydurmak amacıyla yapılan bu anlaşma, görünüşe göre kukla yönetimin inisiyatif alanını genişletiyor. Oysa işgali kabul eden bir kukla hükümetin işgalciden bağımsız hareket etme gücünden yoksun olacağı bilinen bir olgudur. Anlaşmanın ilanından sonra yaptığı açıklamada, Irak ile ABD arasında yapılan güvenlik anlaşması gereğince ABD askerlerinin 2011’e dek Irak’tan çekilmesinin ülkedeki koşullara bağlı olduğunu söyleyen ABD genelkurmay başkanı Mike Mullen, “Durum iyileşmeye devam ediyor. Koşulların iyileşmeye devam edeceğini umuyorum. Bununla beraber, askeri bir görüş olarak, Irak’tan çekilmenin bölgedeki duruma bağlı olduğunu düşünüyorum” dedi. Bu sözler, işgalci güçlerin anlaşmadan doğan yükümlülüklere uymayacaklarının açık ilanıdır. İşgalcilerin icraatları, öncesinde olduğu gibi bundan sonra da “bölgedeki durumabağlı olacak”tır.

Bağdat’taki kukla yönetimin işgali üç yıl uzatan bir anlaşmaya imzaatması şaşırtıcı olmadı. Zira bu yönetim yıllardır işgalcilerle işbirliği yapıyor. Buna karşın Bağdat’ta onbinlerce kişinin katıldığı gösterilerde anlaşmanın protesto edilmesi, Irak halklarının bu alçaltıcı anlaşmayı benimsemediklerine işaret ediyor.

Bağdat’ta ortak Cuma namazı kılan Şii lider Mukteda Sadr yanlıları ile Sünniler, Irak parlamentosunda görüşmeleri süren ABD-Irak güvenlik anlaşmasına karşı birlikte yürüdüler. Başkentin Firdevs Meydanı’nda toplanan onbinlerce gösterici, düzenledikleri mitingte, Bush’un bir kuklasını yakıp “ABD’ye hayır!“, “Anlaşmaya hayır!“ sloganları attı. Mitinge gönderdiği mesajda anlaşmanın güçlü ile zayıf arasında yapıldığını belirten Mukteda es Sadr, “Bu anlaşma Irak için onursuzluktur. Anlaşmayı ne Sünni ne de Şii halkı kabul edebilir” ifadesini kullanıldı.

Bu arada anlaşma gereği işgal güçlerinin üç yıl sonra Irak’tan çekileceğini varsayan Ankara’daki Amerikancıların, gelişmelerden rahatsız oldukları gözlenmektedir. Washington’a gittiğinde Irak’tan çekilmeyi erken bulduğunu söyleyen Tayyip Erdoğan, ABD-Irak anlaşmasından da rahatsız oldu. Anlaşma ile hava sahası denetiminin Irak yönetimine geçmesinden rahatsızlığını dile getiren Amerikancı rejimin görevlileri, istedikleri zaman Güney Kürdistan topraklarını bombalama izinlerinin geçersiz olacağını düşünüyorlar. Başka bir ifadeyle, Türkiye’deki gerici rejim, Kürt halkının üzerine istediği zaman bomba yağdırabilmek için Irak’ta emperyalist işgalin devamını istiyor.

Hiçbir emperyalist işgal, kukla yönetimlerle yapılan anlaşmalar gereği sona ermemiştir. Zira her vahşi işgalin ekonomik, siyasi, askeri, vb. amaçları vardır. İşgalci güçler ya bu amaçlarına ulaştıktan sonra çekilmiş ya da ezilen halkların direnişiyle kovulmuşlardır. Irak’ın stratejik konumu ve barındırdığı enerji kaynakları da hesaba katıldığında, işgalcileri Irak topraklarından tam olarak söküp atmanın tek yolu, bu ülke halklarının birleşik anti-emperyalist direnişi olacaktır!


“Uygar” batı İsrail’in Gazze’de işlediği ağır suçları izliyor!

Batılı emperyalistlerle Ankara’daki türden işbirlikçileri, İsrail’in “Ortadoğu’da demokrasi vahası” olduğunu iddia ederler. Bu sava göre İsrail’de hüküm süren ırkçı-siyonist rejim demokratik bir geleneği temsil ediyor.

Bu iddia “uygar” batının ikiyüzlülüğünün dikkate değer örneklerinden biridir. Bu öyle bir “demokrasi vahası”dır ki, hiçbir uluslararası hukuk kuralı tanımaz. BM Güvenlik Konseyi’nin kendiyle ilgili tüm kararlarını çöpe atar. Filistinlilerin topraklarını silah zoruyla gasp eder. Yahudi yerleşimlerindeki ırkçı-faşist güruhlar aracılığıyla Filistinlilerin zeytin hasadı yapmalarını engeller. Binlerce Filistinli çocuk, genç ve kadını somut bir suçlamada bulunmadan yıllarca zindanlara kapatır. İşkencecilere kahraman muamelesi yapar, Filistinli çocukları katleden keskin nişancılara madalya dağıtır. Filistinlilerin evlerini yıkar. Suikast gerçekleştirir... Kısacası her türden faşizan icraatı pervasızca yapar.

Batılı emperyalistlerin bu ucube rejimi “demokrasi vahası” diye yutturmaya çalışmaları, siyonistlerin işlediği tüm suçlara ortak olmalarındandır. Zira İsrail rejiminin bu fütursuzluğunun gerisinde tam da batılı emperyalistlerin verdiği sınırsız destek vardır. “Demokrasi vahası” İsrail’in son günlerde Gazze etrafında örülen vahşi abluka da, açıktan desteklenmese bile “uygar” batı tarafından sessizce izlenmektedir.

1.5 milyon insanın yaşadığı bölgeyi abluka altına alan İsrail rejimi, Gazze’ye temel gıda maddeleri, ilaç, yakıt gibi hayati önem taşıyan malların girişini engelleyerek, soykırımcı bir zihniyetle, direnmekte ısrar eden Filistinlilerden intikam alıyor.

İsrail ordusunun iki haftaya yakın süredir Gazze’ye giriş çıkışları engellediğini belirten Filistinli yetkililer, bölgenin yüzde 70’ine yakın bölümüne elektrik verilemediğini söylediler.

Elektrik kesintisi ve akaryakıt kıtlığından dolayı fırınların üretimi durdurduğu açıklanırken, elektrik ve gaz bulunmadığında evde ekmek yapmanın da mümkün olmadığı ifade edildi. Öte yandan Gazze Şeridi’ndeki dört un fabrikası da hem elektriksizlik yüzünden hem öğütecek buğday bulunmadığı için üretimi durduruyor. Ekmek yokluğundan dolayı lokantalar da kapanıyor.

Elektrik dağıtımının durması yüzünden Gazze Şeridi’ndeki 16 hastanede acil vakalar dışında ameliyatların da durdurulduğu bildirildi.Gazetecilere bilgi veren Gazze’deki Şifa hastanesinden bir doktor, “Bütün ameliyatları erteledik. Jeneratörlerimiz çalışıyor ama tek seçeneğe güvenemeyiz. Ameliyatta, jeneratöre bir şey olması durumunda hasta kaybedilir. Bu nedenle, artık ameliyatlar yapılmıyor” dedi.

Durumun vahametine dikkat çeken BM Filistinli Mültecilere Yardım ve Çalışma Örgütü (UNRWA) Başkanı Karen Ebuzeyd ise, Gazze’nin mal girişlerine kapatılmasının insani bedelinin, 8 yıl önceki Filistin intifadasının ilk günlerinden beri en ağır duruma geldiğini söyledi. Sınır geçişlerinin daha önce olmadığı kadar uzun bir süredir kapalı olduğunu vurgulayan Ebuzeyd, yardım depolarının boşaldığını, bu durumun sürmesi halinde bir felaketin yaşanacağını ifade etti. BM Dünya Gıda Programı’nın 200 bin kişiye yardım sağladığını, UNRWA’nın ise 820 bin Filistinliye karneyle gıda yardımı yaptığını belirten Ebuzeyd, UNRWA’nın süt tozu ve şeker gibi günlük ihtiyaçlarınyüzde 60’ını karşılayan gıda sepetinin tükendiğini, un stoklarının ise ay sonuna kadar biteceğini belirtti.

Gazze Şeridi’ndeki yetersiz beslenme sorunlarına da dikkat çeken Ebuzeyd, kronik bir kansızlık sorunu olduğuna, bu durumun çocukların gelişimini engellediğine işaret etti.

Sınırı kapatan İsrail, uluslararası yardım kuruluşları temsilcileri ile uluslararası basın mensuplarının Gazze’ye girişini de engelliyor.

Girişi engellenen uluslararası yardım örgütleri, sınır geçiş noktasında İsrail’in uygulamalarını protesto etti. Eyleme katılan yardım örgütlerinden Oxfam, İsrail’in Filistinlilere yönelik ablukasının insanlık dışı olduğunu vurguladı.

Öte yandan Associated Press, Reuters ve AFP gibi uluslararası haber ajansları, New York Times gazetesi ve ABC, BBC, CNN, ZDF televizyonları da İsrail’i kınadı. İsrail Başbakanı Ehud Olmert’e protesto mektubu gönderen medya kuruluşları, yasak nedeniyle kaygılarını dile getirip bu uygulamanın kaldırılmasını talep ettiler. Belirtmek gerekiyor ki, bu medya kuruluşlarının çoğu, siyonistlere çanak tutan bir yayın çizgisi izliyor. Ancak siyonistler Gazze etrafındaki ablukayı gevşetmemek için bu kuruluşların temsilcilerini de Gazze Şeridi’ne girmekten men ediyor.

İşte Ortadoğu’daki “demokrasi vahası”nın son icraatları böyle yansıyor. 1.5 milyon Filistinliyi boğmak isteyen bir zihniyettir sözkonusu olan.

Emperyalist gericilikten İsrail’i hedef alan ciddi bir tepki ortaya koyması beklenemez. Filistin halkı ile enternasyonal dayanışmayı yükseltmek, ilerici ve devrimci güçlerin öncelikli görevleri arasındadır.


Venezüella’da yerel seçimler…

Zafer Birleşik Sosyalist Parti’nin!..

Hugo Chavez, ‘98’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanarak devlet başkanı olmuştu. Chavez, aradan geçen 10 yıllık sürede, Venezüella’da yapılan üç cumhurbaşkanlığı (1998, 2000, 2006), üç anayasa referandumu (1999 yılında 2, 2004 yılında 1), iki parlamento (1999, 2005), iki belediye ve bölge kilisesine bağlı belediyelikler (2000, 2005) ve bölgesel (2004) seçimlerden galip çıkmayı başardı. Chavez’in tek seçim yenilgisi Aralık 2007’de yapılan anayasa referandumunun kabul edilmemesi oldu. Bu yenilgi ise ABD destekli gerici cephenin başarısından değil, Chavez’e destek veren emekçilerin referanduma ilgisizliğinden kaynaklanmıştı.

Chavez’in başkanlığa seçilmesinden sonra “seçimler ülkesi” görünümü kazanan Venezüella’da son olarak vali ve belediye başkanları seçimi yapıldı. Sandığa giden seçmenler, 22 eyalet valisi ile 300’ü aşkın belediye başkanı için oy kullandılar.

Kayıtlı 17 milyon seçmenin sadece yüzde 65’nin oy kullandığı bildirildi. Ancak Venezüellalı yetkililer, bu oranının son yıllarda yerel seçimlere katılım açısından bir rekor olduğunu söylüyorlar. Seçimlerde Chavez’in kuruluşuna önayak olduğu PSUV 22 eyaletten 17’sinin valiliğini kazandı. Sonuçlar henüz resmi olarak açıklanmasa da, belediye başkanları seçiminde de Birleşik Sosyalist Parti’nin ezici bir başarı sağlayacağına kesin gözüyle bakılıyor. Seçime katılan Chavez’in erkek kardeşi Adan Chavez de memleketleri Barinas da valilik seçimini kazandı.

PSUV’un belediye başkan adayının başkent Caracas’ta yenilgiye uğraması, ABD destekli karşı devrimci güçlerin seçim zaferi ilan etmelerine vesile olsa da, seçimlerin toplam sonuçları üzerinden bakıldığında, Birleşik Sosyalist Parti’nin ezici zaferi tartışmasızdır.

Chavez seçim kampanyasında, “devrimin ve sosyalizmin geleceğinin belirleneceğini” söylemişti. Sonuçlara dair açıklamasında ise, “yeni bir sayfa açılıyor” diye konuşan Chavez, seçim sonuçlarının Sosyalist Proje’sine verilen güvenoyu olduğu değerlendirmesini yaptı.

Seçim zaferlerinin yanısıra CIA destekli askeri darbe girişimini de püskürten Chavez yönetiminin başarıları, esas olarak Venezüella işçi, emekçi ve yoksullarının aktif desteği sayesinde mümkün olmuştur. Chavez yönetiminin bu kitlesel desteği alması da elbette emekçileri lehine gerçekleştirdiği reformlarla bağlantılıdır. Chavez’in 10 yıllık yönetimi sırasında, -darbe girişimi, medya ordusunun pervasız saldırıları ve sayısız provokasyona rağmen- yoksulluk oranı düşürüldü, gelir dağılımı uçurumu kısmen giderildi, çocuk ölüm oranlarında kayda değer düşüş sağlandı, asgari ücret birkaç kat arttırıldı, her kademdeki eğitim düzeyi yükseltildi, sağlık hizmetleri alanında önemli gelişmeler sağlandı, yeni istihdam alanları açılarak işsizlik oranı azaltıldı, kentlerin su, elektrik ve kanalizasyon gibi altyapı sorunları önemli ölçüde çözüldü…

Emekçiler lehine gerçekleşen bu gelişmelere rağmen Venezüella’da kapitalizm tüm kurumlarıyla halen ayaktadır. Özel mülkiyet, insanın insan tarafından sömürüsü, servetin bir azınlığın elinde birikmesi vb. sorunlar yerli yerinde durmaktadır. Buna karşın emekçilerin artan kazanımlarının kapitalizmle nihai hesaplaşma için avantajlar sağladığını söylemek de mümkündür.