15 Mayıs 2009
Sayı: SİKB 2009/18

  Kızıl Bayrak'tan
  Düzenin Kürt sorununda yeni
“çözüm” senaryoları
  Mardin katliamı ve perdelenmek
istenen gerçekler!
ABD Genelkurmay Başkanı Ankara’daydı...
Gençliğin 6 Mayıs anmalarından…
BDSP’nin Denizler’i anma eylem ve etkinliklerinden…
  “Engelliler Haftası” ikiyüzlülüğü...
  Grev ve direnişlerden
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Taksim 1 Mayısı’nın moral kazanımlarını geleceğe taşıma görev ve sorumluluğu!
  BMİS Eskişehir Şube Başkanı Bayram Kavak ile Eskişehir 1 Mayısı üzerine konuştuk...
  Salgın hastalıkların sorumlusu kapitalizmdir!
  Kapitalizmin sömürü çarkları döndükçe, işçiler ölmeye devam edecek!
  İTÜ Şenliği: Çok yönlü ve zengin etkinlikler!
  Dünya işçi-emekçi hareketinden…
  Afganistan’da kitlesel kıyıma protestosu… .
  Emperyalistlerin kışkırttığı gerici savaş Pakistan’a taşındı!
  İşçi sınıfı “makulu” berhava ederek şekillenir
Volkan Yaraşır
  Bir katliamın düşündürdükleri…
M. Can Yüce
  Anti-faşist zaferin 64. yıldönümü!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Mardin katliamı ve perdelenmek
istenen gerçekler!

Mardin katliamı ile birlikte koruculuk tartışmaları alevlendi. Başta devlet erkânı olmak üzere sermaye medyası da kendi cephesinden tartışmalara katıldı. Devletin kirli savaş silahlarından olan koruculuğu savunma refleksi açıklamaların ortak içeriğini oluşturdu.

Türk devleti ve sermaye medyası daha baştan katliamı bir töre cinayeti olarak niteleyip, faturasını Kürt halkına çıkarmaya çalıştı. Kürtlerin ilkelliği ve vahşiliği yalanı ile özelde koruculuk, genelde kirli savaşın haklılığına çubuk büküldü. Oysa olayın asıl sorumlusu, Kürt halkının ulusal özgürlük talebini bastırmak için her türlü kirli savaş aracını kullanan, kanlı yöntemlere başvuran, Kürdistan’ı cehenneme çeviren sömürgeci sermaye devletidir.

Sermaye devleti koruculuğu savunuyor!

Genelkurmay Başkanlığı, Mardin’deki saldırı ile ilgili koruculuk sistemini eleştirmenin yanlış olduğunu savundu. Genelkurmay sözcüsü,“Mardin’de yaşanan olay tam bir vahşettir. Hiçbir insani değerle bağdaştırılamaz” derken, koruculuk kurumu ile olay arasında bağ kurulmasının önyargılı bir yaklaşım olduğunu söyledi. İçişleri Bakanı Beşir Atalay ise,“koruculuğun kaldırılması yolunda bir çalışma yok” açıklamasını yaptı.

Devletin aklanması korosunda kirli savaş savunucusu sermaye medyası da yerini aldı. Yaşanan vahşet üzerinden Kürt halkı hedef haline getirildi. Sermaye düzeninin ürettiği kötülükler Kürt halkının omzuna yıkılmaya çalışıldı. Sergilenen vahşetin failleri olarak yakalananların korucu, kullanılan silahların devletin silahları olması karşısında şaşırmış numarası yaparken, bunu yapanların Kürt olmaları gerekçesinin arkasına sığınarak, aşiretçiliğe ve törelere fatura kesen haber ve yorumlar yapmayı sürdürdüler.

Resmi rakamlara göre bugün Türkiye’de 58 bin civarında korucu var. Bazı kaynaklara göre ise korucuların sayısı 70 ila 80 bin arasında. Korucular devlet adına 1985’ten bu yana adam öldürüyorlar. Mardin’de yaşanan olayın bir vahşet olduğunu söyleyen Genelkurmay da bu vahşetin bizzat sorumlusu durumunda.

Korucuların ve katliamların arkasında devlet var!

Korucu katliamıyla devletin kirli savaş siyaseti bir kez daha teşhir oldu. Katliam tartışması hızla koruculuk sisteminin sorgulanmasına dönüştü. Olay sıradan bir olay değildi, katliamda kullanılan silahlar sömürgeci sermaye devletinin resmi silahlarıydı. Katliamı yapanlar ise, devletin kirli savaş siyaseti doğrultusunda koruculuk sistemine dahil ettiği resmi devlet görevlileriydi.

Kürt halkının özgürlük istemini boğmak isteyen sermaye devleti, bugüne kadar koruculuk sistemiyle ajanlaştırma faaliyetini kesintisiz olarak sürdürdü. Kürt halkı arasında düşmanlık tohumlarının ekilmesine özel önem verdi. Bu çerçevede koruculuk silahını tepe tepe kullandı ve hala da kullanıyor.

Korucuların uyuşturucudan silah kaçakçılığına pek çok kirli işin bir parçası olduğu, faili meçhul cinayetler ve işkence olaylarında “tetikçi” ve “maşa” olarak kullanıldığı biliniyor. Boğazına kadar pisliğe batmış devlet, ortaya saçılan tüm gerçeklere rağmen, imajını düzeltme çabası bile harcamıyor, koruculuk sistemine sahip çıkıyor. Böylece, kirli savaş siyasetinde ısrarlı olduğunu itiraf ediyor.

Sömürgeci sermaye devleti Kürdistan’da yaklaşık 60 bin insanı katletti. Katliamların bir kısmı çatışma süsü verilmiş yargısız infazlarla gerçekleştirildi. İnsanlar, sorgu ve cezaevi işkencelerinde, gerilla kıyafeti ile icra edilen köy baskınlarında, bombalamalarda katledildi. Kimi katliamlar ise, Mardin’de olduğu gibi korucular tarafından gerçekleştirildi.

Sermaye devletinin yetkilileri, korucuların “teröre karşı cumhuriyeti korumak gibi onurlu bir görevi yaptıklarını” söylemektedirler. Bu devletin 86 yıllık tarihine bakıldığında, “cumhuriyeti koruyanların” icraatları arasında böyle katliamların çokça bulunduğu açık bir gerçektir. Yapılan vahşetin ne kadar “onurlu” bir iş olduğunu korucuların zihnine işleyen de sermaye devletinin bizzat kendisidir.

Özelde son Mardin katliamının, genelde Kürt halkına yönelik katliamların gerçek sorumlusu, cinayet çetelerini bizzat örgütleyen sermaye devletidir. Bu çürümüş düzen ve onun çeteleşen devleti ayakta kaldığı sürece katliamlar sürecektir. Katliamlara son vermenin yolu, Türk ve Kürt halklarının kurulu düzenin bizzat kendisini hedefleyen birleşik mücadelesinden geçmektedir.

 

Koruculuk: Kirli savaşın kirli aracı

Koruculuk uygulaması fiili olarak 1984 yılında başladı ve 27 Haziran 1985 tarihli/9632 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’yla resmileşti. “Terörle mücadele” adı altında sermaye devletinin maaşa bağladığı korucular, Kürdistan’da tecavüz olayından köylülerin arazilerine el koyma ve köylüleri öldürmeye kadar varan olaylarla sık sık gündeme geldiler.

* Diyarbakır’ın Kulp ilçesine bağlı Berojik mezrası 1993 yılında boşaltıldı. Mezraya dönmek isteyen Giyassedin Fidan, İHD’ye başvururak korucuların kendilerini tehdit ettiğini söyledi.

* Mehmet ve Şefik Akay, Ergani ilçesine bağlı Alitaş köyü Boğaz mezrasından 24 yıl önce köy ağası tarafından zorla çıkarıldıklarını ve evlerinin yakıldığını, mezralarına geri dönmek istediklerini, ancak korucu olan ağa tarafından tehdit edildiklerini açıkladılar.

* 2004’ün Eylül ayında Çınar ilçesine bağlı Höyükdibi köyünde oturan Şerife Doğan, aynı köyde bulunan koruculardan Nazım ve Ercan Subatan tarafından defalarca tecavüze uğramıştı. Genç kadının ailesinin bunu duyması ve korucular hakkında şikâyette bulunmaya hazırlanmaları üzerine Şerife Doğan, 15 Mart 2005’te korucular tarafından kaçırılmıştı.

* Şırnak’ın İdil ilçesine bağlı Süryani köyü 1994 yılında boşaltıldı ve köye korucular yerleştirildi. 2004’te köylerine geri dönmek isteyen Süryaniler köyün boş olmadığını gördüler.

*10 Kasım 2005’te Şırnak Silopi Cumhuriyet Başsavcılığı görevini yürüten Talip Demirezen’in hükümet konağı binası önündeki aracına bomba konuldu. Olayla ilgili olarak tutuklananlardan üçü korucu idi.

* Şırnak’ın Güçlükonak ilçesine bağlı Günyurdu köyünde yaşayan bir aile, 1 Haziran 2005’te Akçakuşak köyü sınırındaki tarlalarında çalışırken, bir başka aileden 6 korucunun silahlı saldırısına uğradı.

* 5 Kasım 2005’te Batman’ın Zorköy köyü Soğuksu mezrasında görev yapan 9 korucu, şehir merkezinde 17 yaşındaki bir lise öğrencisinin evini basarak zorla kaçırdılar.

* Batman’ın Kozluk ilçesine bağlı Güllüce köyünde 1995 yılında bir kadın üç korucunun tecavüzüne uğradı.

* Bingöl Genç ilçesine bağlı Yayla köyü Eskiköy mezrasının 19 Temmuz 2008’de taranması sonucu 4 kişi öldü. Olayda yine korucuların ismi geçti.

Kuşkusuz burada sıralanan olaylar yaşananların son derece sınırlı bir bölümünü oluşturuyor.

İçişleri Bakanlığı’nın ‘96 tarihli “Hizmete Özel” belgeleri, her üç köy korucusundan birinin suç işlediğini gösteriyor. Sadece ‘96 yılına kadar 23 bin 222 geçici köy korucusunun görevine işledikleri çeşitli suçlar nedeniyle son verilmiş.

Bugün ise, resmi rakamlara göre 22 ilde 58 bin korucu bulunuyor ve İçişleri Bakanlığı’nın 2006’da açıkladığı verilere göre, 5 bin 200 korucu çeşitli suçlara karışmış. Sadece son iki yıl içinde korucular 61 kişiyi öldürmüştür. Bu rakama yaşanan son vahşet dahil değil.