24 Temmuz 2009
Sayı: SİKB 2009/28

  Kızıl Bayrak'tan
  Amerikancı rejimin sahte hayallerine karşı devrimci sınıf mücadelesi!
  HSYK kararları gecikiyor…
Düzen içi çatışma yargı üzerinden sürüyor!
  “Kürt açılımı”nda son perde
Kürdistan’dan yansıyan kirli savaş hikayaleri...
Ne “23 sentlik asker”
ne de emperyalizmin suç ortağı olacağız!
Hasta tutsaklar ölüme giderken, kontrgerillacılar tahliye ediliyor...
  Entes dinenişinden...
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Beşeli ile kriz, sınıf hareketi, mücadele ve örgütlenmenin sorunları üzerine konuştuk...
  Kapitalizm can almaya devam ediyor!.. Sağlıkta özelleştirme öldürüyor!..
  Bir cinayet ve devlet gerçeği
  Gençlik eylemlerinden...
  Alevi Çalıştayı aynasında yansıyanlar
  Parlatılan Nabucco ve
üstü örtülen gerçekler
  Mollalar rejimi, din ve emekçi halk hareketi...
  Honduraslı emekçilerin
faşist cuntaya karşı
mücadelesi devam ediyor!
  Amerikan savaş makinesi “Irak-ABD Güvenlik Anlaşması”nı tanımıyor...
  İsrail savaş gemileri Kızıl Deniz’de…
Irkçı-siyonist rejim
savaşı kışkırtıyor!
  Dünyadan işçi ve emekçi eylemlerinden...
  Neyin yol haritası?
  ‘96 Zindan Direnişi 13. yılında...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sermaye işçi kanı dökerek büyüyor!..

Bu azgın sömürü ve ölüm düzenine karşı mücadele bayrağını yükseltelim!

Kapitalist sermayenin en belirgin özelliklerinden biri de işçi kanı dökerek büyümesidir. Kapitalizm tarih sahnesine çıktıktan ve özellikle de sanayi devriminden sonra üretimin boyutlarını ve kitleselliğini arttırdığı ölçüde işçi ölümlerini de kitleselleştirdi. Sermaye her yıl büyük işçi kitlelerini katlediyor, katlederek büyüyor. Son aylarda iş cinayetlerinin artan sayısı özellikle dikkat çekiyor.

Konuyla ilgili yapılan çeşitli araştırmaların sunduğu veriler karşımıza büyük bir vahamet tablosu çıkarmaktadır. Dünya Çalışma Örgütü’nün (ILO) verilerine göre, her yıl 270 milyon iş kazası gerçekleşiyor. Her yıl 2 milyon 200 bin insan iş kazaları ve meslek hastalıkları yüzünden yaşamını kaybediyor. Bu sayı, 8 yıl süren İran-Irak savaşında yaşamını kaybeden insan sayısından daha büyüktür. Bu rakamın günlük ortalamasını alırsak, dünyada her gün yaklaşık 6 bin işçi katledilmektedir. Belirtmek gerekir ki, bunlar resmi rakamlardır. Gerçek rakamların çok daha yüksek olduğunu tahmin etmek hiç de zor değil.

Türkiye işçi sınıfı da bu katliamın pençesinde. Makina Mühendisleri Odası’nın (MMO) hazırladığı bir rapora göre (Nisan 2008’de MMO Genel Kurulu’nda delegelere sunulan İş Sağlığı ve Güvenliği Oda Raporu) Türkiye, işçi ölümlerinde dünyada üçüncü, Avrupa’da ise birinci sırada. Ülkemizde her 5 saatte bir işçi yaşamını kaybediyor. Bu, her gün en az 4 işçinin ölmesi anlamına geliyor. Ayrıca her 4 saatte, bir işçi iş göremez derecesinde sakat kalıyor. En yüksek ölüm oranları, metal eşya imalatı, inşaat ve ulaştırma sektöründe. Bu ölümlerin %98’i, işyeri sayısal çokluğu, yasadışı ve sağlıksız çalıştırma koşulları dolayısıyla KOBİ’lerde meydana geliyor. Tekellerin iktisadi basıncına karşı direnebilmek için büyümek zorunda olan KOBİ’lerde zaten son derece ağır olan sömürü koşullarının daha da ağırlaşması, iş cinayetleri sayısının artmasında temel etken oluyor. 

MMO’nun hazırladığı raporda yer alan verilere göre, 2003 yılında 811; 2004 yılında 843; 2005 yılında 1096; 2006 yılında 1601; 2007 yılında 1044 işçi, iş cinayeti ve meslek hastalığı sonucu yaşamını yitirmiştir. Yine belirtelim, bunlar resmi rakamlardır. Örtbas edilen iş cinayetlerinin yanında, çalışan nüfusun yalnızca %35’inin sigorta kapsamında olduğu göz önünde bulundurulursa, gerçek rakamların resmi verileri katbekat aşacağı çok açık ve acı bir gerçektir. 2008 yılının verileri ise henüz resmi olarak açıklanmadı fakat önceki yılları gölgede bırakması büyük olasılıktır.

Bazı yıllarda işçi ölümlerinde nispi düşüş görülse de, örneğin 2007 yılında olduğu gibi (bu rakamların devlet tarafından bilinçli olarak çarpıtılması çok büyük olasılıktır) kesin olan bir şey var ki, iş kazaları ve iş cinayetleri yıldan yıla artmaya devam etmektedir.

Bir diğer araştırmaya göre, 1946 yılından bu yana 55 bin işçi iş kazaları sonucu yaşamını yitirmiş, 145 bin işçi sakat kalmıştır. Aynı araştırmada, yaşamını yitiren 55 bin işçinin 30 bininin ise son 25 yılın ürünü olduğu belirtiliyor. Bu rakam, Kürt halkına yönelik inkâr ve imha politikalarının ürünü olan “30 bin can” demagojisi ile karşılaştırılırsa, sermaye sınıfının ikiyüzlülüğü, buradan giderek daha da iyi anlaşılır. Aynı süre içerisinde, yani son 25 yılda, tüm dünya üzerinde yaşanan iş cinayetlerinin sayısı ise 2. Dünya Savaşı’nda ölen yaklaşık 50 milyon insandan daha çoktur. 

2003-2006 yılları arasında iş cinayetlerinin artmasına ilişkin MMO’nun hazırladığı raporda şöyle denilmektedir: “Diğer yandan çalışma yaşamında esnek istihdam ve esnek üretimin yaygınlaşması ile çalışma saatlerinin artmasının iş kazalarında önemli rolü bulunmaktadır. 2000 yılından 2007’ye istihdamdaki artış oranı resmi verilerde yalnızca %1’dir. 2002-2006 yılları arasında sanayide %16 oranında bir istihdam düşmesi söz konusudur. İstihdamdaki bu durumun %8’lik kapasite ve %25 sanayi endeksini artırması olanaksızdır. Bu durumda geriye bir tek seçenek kalmaktadır: Çalışma saatlerinin ortalama %15,9 artmış olması. Artan çalışma saatleri ise, iş kazalarına açık davetiye çıkarmakta ve bedenin haddinden fazla yıpranması uzun vadede kalıcı meslek hastalıklarına neden olmaktadır.”

Çalışma saatlerinin %15.9 oranında artması önemli bir etkendir fakat tek seçenek değildir. Diğer bir seçenek ise emeğin yoğunluğunun artmasıdır. Yani, birim zamanda harcanan emekgücü miktarının normal düzeyin üzerine çıkmasıdır. Emeğin yoğunluğunu arttırmak, fazla mesai vermek istemeyen patronun ilk başvuracağı yöntemdir. Böylece iki kişinin işini tek kişiye yaptırabilir ya da işçiyi eskisinden çok daha seri çalışan yeni bir makinanın başına geçirerek çok daha fazla emekgücü harcamak zorunda bırakabilir. Tek bir işçinin değil de tüm işçi sınıfının bu şekilde çalışmaya zorlandığını düşündüğümüzde, bu durumun yarattığı ağır tahribatı daha iyi anlayabiliriz.

İş cinayetlerinin yaşam bulduğu zemini daha iyi anlayabilmek için kapitalizmin doğuşuna çok kısa da olsa değinmek gerekmektedir. Kapitalizmin klasik olarak nitelendirilen nispeten erken dönemlerinde, yani manüfaktür döneminde, üretimin temel bileşenleri işçi ve işçinin kullandığı emek araçlarıydı. Üretim, işçinin emek araçlarını kullanmadaki hünerine bağlıydı. Çünkü bu dönemde üretim çekiç, keski vb. gibi parça-alet denilen küçük emek araçlarıyla ve basit işbölümüyle yapılmaktaydı. Bu anlamda, üretim araçları her ne kadar kapitalistin özel mülkü olsa da emek sürecinin öznel yönü bakımından emek araçları üzerindeki denetim işçiye aitti. Diğer bir deyişle, emek araçlarını işçi kullanıyordu. Bugün de üretimin temel bileşenleri işçi ve işçinin kullandığı emek araçlarıdır. Fakat özellikle sanayi devriminden sonra emek araçları ve işçi arasındaki ilişki nitel bir değişikliğe uğradı. Küçük parça-aletleriyle yapılan üretimin yerini devasa makinalı üretim aldı. Bu aşamadan sonra işçinin emek araçları üzerindeki denetimi değil, emek araçlarının işçi üzerindeki denetimidir söz konusu olan. Artık işçi emek araçlarını değil, emek araçları işçiyi kullanmaktadır. İşçi bugün, hızları her geçen gün biraz daha artan devasa makinaların arasında sıradan bir makina dişlisi, makinanın basit bir parçası konumundadır. Deyim yerindeyse, makina işçiden bağımsız olarak çalışmaktadır. İşçiyi, kırılan bir dişli, kopan bir kayış gibi kullanmakta ve tüketmektedir. İşte bu durum, kapitalist üretimin bugün ulaştığı boyutlarda iş cinayetlerinin yaşam bulduğu zemindir.

Sorun elbette makinalı üretimin kendisi değildir. İnşaat, ulaştırma vb. gibi nispeten makinalı üretimden uzak olan sektörlerde de iş cinayetlerinin artarak devam etmesi, günümüzde işçinin, emek sürecinin en bol ve kolay tüketilebilir (yenilenebilir) öğesi durumuna indirgenmiş olmasıdır. Bu durum, sermayenin teması ve denetimi altında bulunan her toplumsal alanda belirgin olarak görülmektedir.

Sermaye büyüdükçe katledilen işçi bölükleri de büyüyecektir. Çünkü sermayenin mantığı her yerde aynıdır: Aşırı kâr! Ve işçi sınıfı sermaye için, tüketilecek olan bir “hammadde” türünden başka bir şey değildir. Krizi fırsat bilerek sömürüyü daha da azgınlaştıran sermaye sınıfı istihdam büroları yasasıyla daha da büyük işçi kıyımları yapabilmek için yolunu düzlemeye çalışıyor. Bu durum karşısında Türkiye işçi sınıfının tek bir seçeneği vardır: İşçi kanıyla beslenen sermaye sınıfından hesap sormak için mücadele bayrağını yükseltmek!