06 Aralık 2013
Sayı: KB 2013/47

Haziran başlangıç, işçi sınıfı gelecek!
Düzene karşı devrim!
Bu pisliği devrim temizler!
AKP-cemaat çatışması üzerine notlar... - Haydar Baran
“ÇHD’lilere sahip çıkalım!”
Zamana oynuyorlar!
Kılıçdaroğlu ile partisi ABD’de “görücüye” çıktı
Herkese eşit, parasız ve nitelikli sağlık!
“Sağlık verilerinin korunması haktır!”
Bosch işçilerinin mücadele birliği güçleniyor!
Gebze’de mücadele çağrısı
Hak-İş bürokratlarından zoraki Feniş ziyareti!
Yatağan’da kavga sürüyor!
Kasım ayında 128 iş cinayeti yaşandı
Din, dinsel akımlar ve tutumumuz
Köksüz bir yazarın kök arayışı - 1 K.Toprak
Ukrayna ve Alman burjuvazisinin kirli emelleri
Cenevre 2’ye giderken...
Bir sene devrilirken... - T. Kor
Dünya iklim krizinde
Dershaneler de özel okullar da kapatılsın!
Bu daha başlangıç mücadeleye devam!
15 yılın coşkusuyla kitlesel, devrimci final!
“Sana zafer sözümüz olsun!”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Din, dinsel akımlar ve tutumumuz

 

(EKİM 3. Genel Konferans belgelerinin Din, dinsel akımlar, laiklik ve Alevilik sorunu” bölümünü güncelliğini koruduğu için kısaltarak okurlarımıza sunuyoruz... / KB)

Son otuz yıldır dinsel akım ve ideolojilerin ciddi bir güçlenme yaşadığına tanık olmaktayız. 1970’li yılların sonlarında İran’da bir Molla rejiminin kurulmuş olması ise, özellikle îslami inanışın yaygın olduğu ülkelerde bu gelişmeye özel bir hız kazandırmıştır. Dinsel yükselişi koşullayan, besleyen çok çeşitli etmenlerin varlığından söz edilebilir. Biz burada bu etmenlerin başlıcalarını saymakla yetineceğiz. Kapitalist dünya ekonomisini bir bütün olarak saran, özellikle de az gelişmiş kapitalist ülke ekonomilerinde çok daha sarsıcı bir karakter kazanan iktisadi bunalım, kuşkusuz ki bu etmenlerin başında gelmektedir. Nitekim bu nedenden dolayıdır ki, dinsel yükseliş olgusu, gelişmiş kapitalist ülkeler açısından geçerli bir olgudur. Bu ülkelerdeki tarikat sayılarında, tarikata üye insan sayılarında “patlama” olarak nitelenebilecek bir artış söz konusudur. Ne var ki, dinsel yükselişin bugünkü boyutlarını, yalnızca genel iktisadi bunalım faktörü ile açıklamak mümkün değildir. Zira aynı faktörün normal koşullarda dinsel gericilikten ziyade devrimci ve komünist hareketin güç kazanmasını sağlaması beklenirdi. Oysa aynı süreçte, çok çeşitli nedenlere bağlı olarak, devrimci dalganın dünya genelinde geri çekilmeye başladığını görmekteyiz. İşte dinsel ideolojinin, bugünkü boyutlarda bir güç kazanmasını sağlayan, bu iki faktörün birarada bulunmasıdır. Genel iktisadi bunalım ile devrimci dalganın geri çekilmesi olgusunun eş zamanlı olarak yaşanması gerçeğidir.

Bu iki faktör, aynı zamanda, Türkiye’deki dinsel yükselişin de temel nedenleridir. 12 Eylül rejiminin uygulamaları, Türk burjuvazisinin Ortadoğu politikasındaki değişiklikler, emperyalist dünyanın Türkiye gibi ülkelere dayattığı yeşil kuşak stratejisi, Türkiye’nin İran’dan yükselen islami havayı çok daha yakından teneffüs etmesi vb. etkenler de, Türkiye’deki dinsel yükselişin üzerinde özel etkilere sahiptir.

Yukarıda, en kalın çizgiler halinde belirtmeye çalıştığımız nedenlere bağlı olarak, bugün, gerek dünyada gerek Türkiye’de bir dinsel yükseliş olgusuyla yüzyüzeyiz. Bu durum, doğal olarak devrimci ve komünist hareketin önüne yeni bazı görev alanları çıkarmaktadır. Dinsel akımların ve düşüncenin yükselişi kaçınılmaz olarak emekçi sınıfların saflarında da bu ideolojinin önemli bir etki alanı yaratması anlamına gelmektedir. Öte yandan bu aynı gelişme, sermaye devletinin dinsel-mezhepsel inanış farklılıklarını kullanarak işçi ve emekçileri atomize etme çabalarını besleyip kolaylaştırmaktadır. Laiklik-irtica, Alevilik-Sünnilik vb. sorunların son dönemin en önemli gündem maddeleri arasında yer alması bu durumun dolaysız bir göstergesi ve sonucudur. Sınıf ve emekçi hareketinin önüne bu türden yeni engellerin dikilmiş olması, devrimci ve komünistlerin önüne de ikili bir görev alanı koymaktadır. Devrimci ve komünistler bir yandan dinsel ideolojinin işçi ve emekçiler üzerindeki etkilerini zayıflatıp yok etmek görevi ile yüzyüze iken, diğer yandan da sermaye devletinin işçi ve emekçileri dinsel-mezhepsel inanış farklılıkları ekseninde bölme girişimlerini de boşa çıkarmak görevi ile yüzyüzedirler. Bu görev demetinin başarıya ulaştırılabilmesi ise herşeyden önce, din, dinsel akımlar, laiklik, Alevilik vb. konularda ilkesel ve politik bir açıklığa, bu açıklık temelinde oluşturulmuş bulunan doğru bir taktik çizgiye sahip olmayı gerektirir.

Dine karşı tutum

Dinin mayalandığı, hayat bulduğu zemin, doğaya ya da topluma ilişkin olarak, insanoğlunun kendi dışındaki süreçleri, olguları anlamak ve müdahale etmek konusunda içinde bulunduğu güçsüzlük ve çaresizliktir. Dinsel inanışın toplum içindeki yaygınlığının temeli ve kaynağı budur. Tarih boyunca din, yalnızca güçsüzlüğün ve çaresizliğin kendisiyle telafi edildiği bir ters dönmüş bilinç olarak işlev taşımamıştır. Aynı zamanda egemen sınıflar tarafından kendi iktidarlarını meşrulaştırmanın, sömürü ve eşitsizlik düzenine mistik bir kılıf geçirmenin aracı olarak da kullanılmıştır. Kitlelerin kendi yoksulluk ve acılarının kaynakları konusunda doğru bilince ulaşmalarının önünde dogmatik bir engel olmak, kitlelerin mücadele azimlerini kırmak, onları kaderci ve tevekkülcü bir anlayışa kanalize etmek, bütün dinlerin ortak özelliğidir. Bu açıdan bakıldığında, bütün dinlerin oynadığı rol, istisnasız olarak gerici bir içeriğe sahiptir. Tarihsel süreç içinde, kendisine dinsel ideolojiyi dayanak yapan kimi toplumsal hareketlerin ilerici bir karaktere sahip olabildikleri de görülmektedir. Ne var ki, bu hareketlerin sahip oldukları ilerici nitelik şu ya da bu dinsel-mezhepsel inanışa sahip olmalarıyla, bir başka söyleyişle, dayandıkları dinsel inanışın diğer dinlere göre kendi içinde daha ilerici bir özellik taşıyor olmasıyla ilgili değildir. Bu durum tümüyle hareketin sahip olduğu sınıfsal özelliklerle ilgilidir. Dinin hemen neredeyse tek ideolojik değer durumunda bulunduğu geleneksel-kapalı toplumsal yapılarda, ya da diğer ilerici ideolojilerin şu ya da bu nedenle zayıflamış bulunduğu tarihsel dönemlerde bazı ilerici alt sınıf hareketlerinin dinsel ideolojiye yaslandıkları görülür. Bu durum, ilgili dinsel inanışın lehine bir gösterge değil, yalnızca ilgili alt sınıf hareketinin ideolojik-politik ufkunun sınırlılığına ilişkin ciddi bir belirtidir. Kısacası her din gericidir; kendilerine dinsel ideolojiden dayanak bulan bazı toplumsal-siyasal hareketler ise, sınıfsal yapılarıyla bağlantılı olarak ilerici bir özellik taşıyor olabilirler.

Din ve dinsel akımlara yaklaşım bakımından bu kısa anlatımdan çıkarılabilecek üç önemli unsur daha vardır. Birincisi; din, belirli nesnel-toplumsal koşullar tarafından beslenmektedir. İkincisi; din, her zaman için egemen sınıfların ezilen kitleleri mücadeleden alıkoymak için kullandığı önemli bir silahtır. Üçüncüsü; dinsel akımlara ilişkin yaklaşımda esas unsur, bu akımların sahip olduğu sınıfsal temel ve çıkarlardır. Dolayısıyla, dine ve dinsel akımlara karşı mücadele yalnızca ideolojik kapsamda bir mücadele değil, temelde onu oluşturan toplumsal-nesnel koşullara karşı mücadeledir. Dine karşı yürütülen mücadelenin ana çizgisini, dinin egemen sınıflar tarafından kendi sınıf çıkarları doğrultusunda kullanılışını kitleler önünde açığa çıkarma, teşhir etme çabası oluşturur. Dinsel akımlara karşı etkili mücadele ve doğru tutum ancak bu akımların sahip olduğu sınıfsal temelin ve çıkarların doğru bir şekilde kavranmasıyla mümkündür.

* Komünist örgüt, din sorunu konusunda, materyalist-ateist bir çizgiye sahiptir. Dine karşı mücadelesinin dayandığı temel felsefi ve ideolojik hat budur. Marksist-materyalist görüş açısından bütün dinler gerici bir nitelik taşırlar. Zira bütün dinler doğa ve toplum yapısı hakkında yanlış, çarpık, dogmatik bir anlayışı vaaz ederek, insanın doğayı ve toplumu bilimsel bir temelde kavramalarının ve değiştirmelerinin önünde ideolojik-felsefi bir engeldirler. Öte yandan, yine bütün dinler eşitsizliğin, baskıların, sömürü ve acıların gerçek sınıfsal kaynaklarının üstünü örter, bunları anlaşılmaz bir yazgı olarak sunar, bu yolla da egemen sınıfların alt sınıflar üzerinde tahakkümünü kolaylaştıran, besleyen bir rol oynarlar.

Bu temel nedenden dolayıdır ki, dinleri kendi içinde ilerici dinler/gerici dinler olarak tasnif etmek bilim ve tarih dışı bir yaklaşım olacaktır. Komünistler dine, dinsel düşünceye karşı sürekli ve uzlaşmaz bir mücadele yürütürler. Kitleleri her türlü dinsel inanışın etkisinden kurtarmaya çalışırlar. Bu tutumdan sapmak, örneğin mevcut dinsel inanışlardan birini kendi içinde “ilerici” ilan etmek, devrimci materyalist yaklaşımdan uzaklaşmak demektir. Siyasi oportünizme ve felsefi idealizme doğru yol almak demektir. Dinsel inanışın gücü karşısında teslimiyetin göstergesi olan bu tutum, militan materyalizm ile burjuva dinsel reformcu yaklaşımlar arasındaki çizgiyi muğlaklaştırır ve gerçekte Marksizm adına ikincisini, yani burjuva dinsel reformcu çizgiyi savunur. Pratik planda ise, dinsel inançları daha da inceltip “güzelleştirerek” dinsel inanışın daha da güçlenmesine, kitlelerin beynine vurulu olan din zincirinin daha da kalınlaşmasına hizmet eder. Komünistler, dine ilişkin yaklaşımlarında, uzlaşmacılığın-teslimiyetin göstergesi olan bu tür bir siyasi oportünizmle aralarına net bir ayrım çizgisi çekerler. Bu tür yaklaşımlara karşı mücadeleyi, dine karşı yürütülen mücadelenin zorunlu bir parçası olarak değerlendirirler.

* Komünist örgüt, dine karşı ideolojik mücadelenin her dönem ve kesintisiz bir biçimde yürütülmesini bir görev, bir prensip sorunu olarak görür. Bu böyle olmakla birlikte, işin bu cephesi, komünist örgütün dine karşı mücadelesinin tek ya da temel unsuru değildir. Komünistler, topluma vurulmuş olan dinsel boyunduruğun belli nesnel-toplumsal etmenler üzerinde yükseldiğini, ve dolayısıyla kitleler üzerindeki dinsel boyunduruğun zayıflatılıp yokedilmesinin temel yolunun da buradan, bu nesnel-toplumsal nedenlerin ortadan kaldırılmasından geçtiğini savunurlar. Kitlelerin dikkatini bu nesnel-toplumsal faktörlerin ortadan kaldırılması sorunu üzerinde toplamak, komünistlerin dine karşı yürüttükleri mücadelenin ana çizgisini oluşturur.

Gerek burjuva aydınlanmacı anlayış, gerekse din sorununa yönelik anarşizan yaklaşımlar, dine karşı mücadeleyi soyut bir ideolojik-felsefi mücadele sorununa indirgerler. Dini, onu besleyen nesnel-toplumsal etmenlerden bağımsız ele aldıkları için, dine karşı mücadeleyi de bu temelden kopuk olarak yürütürler. Oysa komünistler, bu nesnel-toplumsal koşullar ortadan kaldırılmadan dinsel düşünceyi kalıcı tarzda geriletip yok etmenin mümkün olmadığı, bu faktörlerin de ancak sınıf mücadelesi aracılığıyla kaldırılabileceği temel gerçeğinden hareket ederler. Bu temel yaklaşım biçimine bağlı olarak, dine karşı ideolojik mücadeleyi bu nesnel faktörlerin yok edilmesi amacına tabi kılarlar.

* Dini besleyip geliştiren koşullar, yalnızca geleneksel toplumsal ilişkiler değildir. Modern kapitalist ilişkilerin hakim olduğu koşullarda bu geleneksel ilişkiler daha da tali plandadır. Bu koşullar altında dinsel düşünüşün beslendiği kaynak, bizzat başta işçi sınıfı olmak üzere tüm emekçilerin yaşadığı baskı ve sefalet koşullarıdır. Bu baskı ve sefaletin kaynağı ise kapitalizmin “kör güçleri’nden başka bir şey değildir. Dinsel inanışı besleyen, işçi ve emekçi yığınlarının bu “kör güçleri” kavrayıp bilince çıkaramamaları, dolayısıyla kendilerini büyük ölçüde çaresiz ve güçsüz hissetmeleridir.

Geniş işçi ve emekçi yığınlar, eğer kendi: acı ve sefaletlerinin gerçek sınıfsal-toplumsal nedenlerini kavrayamazlarsa, bu kesimler üzerindeki dinsel boyunduruk da sürüp gidecektir. Geniş işçi ve emekçi yığınlar sözkonusu olduğunda ise, bu nesnel-sınıfsal nedenler ancak somut sınıf mücadelesi aracılığıyla değiştirilip, o ölçüde kavranabilir. Bu olmadan, yani geniş yığınlar, dinsel boyunduruğu koşullayan faktörlere karşı somut sınıf mücadelesine çekilmeden, hiç bir soyut eğitsel çaba dini kitlelerin beyninden söküp atamayacaktır. Demek oluyor ki, emekçi yığınları dinsel boyunduruktan kurtarma savaşının başarısı, her şeyden önce, bu yığınların somut sınıf savaşı pratiği içine çekilebilmiş olmasını gerekli kılar. Buradan çıkacak dolaysız sonuç ise, dine karşı mücadele kapitalizmi yıkma hedefine bağlı olmalıdır. Bu hedeften koparılmış, bu hedefi sakatlayan bir din karşıtı mücadele, komünist yaklaşımın tümüyle dışındadır ve mücadele edilmesi gereken bir yaklaşımdır.

* Dine karşı yürütülen ideolojik mücadelenin nasıl bir çizgiye oturması gerektiğini de, bu mücadelenin önceliklerini de yukarıdaki temel yaklaşım belirler. Dine karşı yürütülen ideolojik mücadelede, dinin çelişkilerini, felsefi tutarsızlıklarını, bilim dışı karakterini sergilemek kuşkusuz ki gerekli ve zorunludur. İşin bu cephesi yürütülen ideolojik mücadelenin asli unsurlarından biri olmak durumundadır. Ne var ki, ideolojik mücadele ne yalnızca bundan ibarettir, ne de bu yürütülmesi gereken ideolojik mücadelenin oturması gereken temel eksendir. Komünistlerin dinsel düşünceye karşı yürütecekleri ideolojik mücadelenin ana eksenini, egemen ve sömürücü sınıfların niçin dine sarıldıklarını, sınıfsal gerçekler ve çıkarlar ekseninde teşhir etme çabası oluşturur. Bu sınıfların “ikiyüzlü dindarlıklarını” kitleler şahsında açığa çıkarıp teşhir etmek, bu anlamda dinin ve dinsel kurumların ne tür bir sınıfsal işleve sahip olduklarını somut ilişkilerden kalkarak işçilere emekçilere gösterebilmek ideolojik mücadelenin ana görevidir. Komünistler dine karşı ideolojik mücadelelerini bu iki cephede birden doğru bir öncelikle ve birbirine uyumlu bir tarzda yürütürler.

Dine karşı mücadele sorunu kendi içinde soyut bir tarzda ele alınamayacağı gibi, dine karşı mücadeleyi sınıf mücadelesinin diğer temel sorunlarını karartacak bir tarzda öne çıkarmak da doğru bir yaklaşım olmayacaktır. Zira böyle bir davranış, kaçınılmaz olarak dikkatleri sınıfsal sorun ve bölünmelerden, dinsel sorun ve bölünmelere kaydıracaktır. Böyle bir yaklaşım, sınıf mücadelesini sekteye uğratarak kitlelerin dinsel boyunduruktan kurtarılmaları hedefi bakımından tam tersi bir sonuç doğurur. Burjuvazinin dinsel önyargıları ve ayrımları kışkırtarak emekçileri mücadeleden alıkoyma, paralize etme politikasına verilmiş bir desteğe dönüşür. Buradan çıkarılacak sonuç, dinsel baskı ve ayrımcılığa kayıtsız kalmak, sınıfın birliği adına bu tür baskıları ve ayrımcı politikaları görmemezlikten gelmek değildir. Yalnızca dine karşı mücadele sorununu partinin birincil propaganda ve ajitasyon konusu haline getirmemektir. Dine karşı mücadele sorununu diğer temel sorunları karartacak, sekteye uğratacak tarzda ele almak kadar bu sorunların üstünden atlamak da, sonuç olarak burjuvazinin paralizasyon politikasına destek vermek olacaktır. Zira burjuvazinin dinsel önyargı ve ayrımları kullanarak sınıf mücadelesini paralize etmesinin önüne geçebilmek, laik düşünüşün sınıf ve emekçi kitleler içinde kökleşmiş olmasıyla mümkündür. Bunu sağlamak başka şeylerin yanı sıra, bu doğrultuda yürütülecek sürekli ve etkili propagandaya da bağlıdır.

Şu ana kadar genel çerçevesini çizdiğimiz ilkesel-politik yaklaşımın doğal bir uzantısı olarak, komünist hareket “ateizme” programında yer vermez, ateizmi bir üyelik kriteri olarak görmez. Partinin kapısı, salt eski dinsel önyargılarından kurtulamamış olduğu için mücadeleci işçilere kapalı tutulmaz. Komünistler, parti örgütlenmesi içinde mücadeleci ileri işçilerin bu tür önyargılardan daha kolay kurtulacağını düşünürler. Bu nedenle bu tür işçilerin partiye üye olmasına prensip olarak olumlu yaklaşılır. Ne var ki bu yaklaşım, partinin kendi içinde dinsel propaganda yürütme özgürlüğünü tanıdığı anlamına gelmez. Komünistler parti örgütü sözkonusu olduğunda dinsel inancı “kişisel, özel bir sorun” olarak görmezler. Komünist örgüt kendi içinde bu tür eğilimler oluşmasına hiç bir biçimde hoşgörülü yaklaşmaz.

(Din, Dinsel Akımlar, Laiklik ve Alevilik Sorunu,
EKİM 3. Genel Konferansı/Siyasal ve Örgütsel Değerlendirmeler,
 Eksen Yayıncılık, 1995, s. 78-85)

 
§