13 Haziran 2014
Sayi: KB 2014/24

Sermaye iktidarı çözümün değil
sorunun kaynağıdır!
“Çözüm” değil, eşitlik ve özgürlük özlemlerini boğma süreci…
Şovenizmle suçlarını örtmeye çalışıyorlar!
“Çözüm süreci” kalekol güvencesindeydi!
Lice katliamına yaygın eylemlerle yanıt
Taşeron köleliğine karşı mücadeleye!
Sendika ağaları
destek veriyor!
Yatağan işçileri Türk-İş Genel Merkezi’ni işgal etti!
Seyitömer işçisi
yine direnişte!
Soma ve Seyitömer’in öfkesini
Greif deneyimiyle birleştiren sınıf yenilmez!

DİSK Genişletilmiş Başkanlar Kurulu’na Rıdvan Budak damgası

Metal grup TİS süreci başlarken...

MİB MESS Grup TİS süreci genel toplantısı

Bunalımlar, savaşlar ve devrimin olanakları-A. Eren
Finans kapitalin militarizasyonu: NATO ve AMB kararları
ABD ile işbirlikçilerinin beslediği IŞİD Musul’da
Brezilya kupaya grevle hazırlanıyor!
Ekim Gençliği II. Yaz Kampı’nda buluşalım!
Gençlik hareketinin örgütlenme ihtiyacını karşılamak için...
İşçilerin cansız bedenleri üzerinde yükseliyorlar
Kadına yönelik
şiddet raporu
Çocuk istismarı- 2
“Hayatın olduğu her yerde savaşmak istiyorum!”
Eserleriyle ışık saçmaya devam eden büyük yazar
Greif direnişinin deneyim ve dersleri tartışılıyor
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Çocuk istismarı- 2...

Güncel olaylar ışığında çocuk,
devlet ve hapishaneler

 

Katı olan her şey buharlaşıyor, kutsal olan her şey dünyevileşiyor ve insanlar yaşamın gerçek koşullarıyla ve diğer insanlarla ilişkileriyle yüzleşmeye zorlanıyor.” Karl Marks

Tarih elbette tekerrürden ibaret değildir. Tarihin, anın, zamanın bir işleyiş mantığı ve kanunu var. Bu çerçeve içerisinde bile var olan olayları, anları, zamanları bir biri ile karşılaştırmak, kıyaslamak güncel içerisinde tesadüfün yer alamayacağının bir kanıtıdır aynı zamanda. Sistem aslında tüm insanlara sistematik bir istismar süreci işletmektedir. Kendi orman kanunlarını işletebilmek için kan ile dönen çarklarına her geçen gün yenisini eklemektedir. Servet-sefalet kutuplaşmasının, özel mülkiyet düzeninin insanlık hallerine yansıyan durumları vardır. İnsanlık halinin de sorgulanmasını doğurur. İktidarın tutturduğu dil, zihniyetinin de temsilcisidir.

Devletin sistematik istismarı

Soma Katliamı’nın acısı ve öfkesi yepyeni iken, çözüm sürecinin çözümsüzlükleri artarken gündeme bir anda “çocukları” için eylem yapan aileler geldi. Ve sermaye devletinin sözcüsü Tayyip Erdoğan bir konuşmada “kaçırılan çocukların” geri verilme çağrısını yaptı. Sistemin kendisinden kaynaklanan ve devlet eliyle gerçekleşen çocuk katliamları, çocuk sömürüsü ve çocuk mağduriyetleri orta yerde dururken; hiçbir şey olmamış gibi son dönemdeki “mağdur aileler” ve “çocuklar” meselesini gündeme getirilmesi devletin sistematik bir istismarıdır.

Bu “çocuk sevgisi”nin altında yatan nedenlere inmeden önce aklımıza ilk gelen açıklamalara bakalım. 2006 yılında Diyarbakır’da “kadın da olsa çocuk da olsa gereğini yapacağız” diyen, hapishanelerdeki tecavüzlere, tacizlere, işkencelere karşı bir kelime etmeyen, çocuk işçiliğin ve çocuk yaşta evlendirilmenin önünü eğitim sistemi ile açan, çocuklarımızı katleden, Berkin’in ardından Gülsüm Ana’yı seçim mitinglerinde yuhalatan, Pamir’i arama çalışmalarına “Pamir’den Gezi çıkmaz” diye seslenen aynı zihniyet ve aynı figürandı.

Bu “çocuk sevgisi” dolu açıklamaların ardından yaşanan bayrak meselesi üzerine Lice için konuştu Tayyip Erdoğan. Lice’de katledilen çocukların bedenleri üzerine basarak konuştu. Zulme karşı başkaldırının yeridir Lice. Ceylan’ın ateşler içerisindeki gözlerinin, Medeni’nin kale kollara siper olan bedeninin resmidir Lice. Feryadın yeniden haykırışa ve öfkeye dönüştüğü günlerde kalekol ve karakol yapımına karşı olan gösterilerde devletin iki genci daha öldürmesi ile zulmün hüküm sürmesidir. Askerler tarafından öldürülen Ramazan Baran’ın cenazesi sonrasında Diyarbakır 2. Hava Kuvvet Komutanlığı’ndaki direkteki Türk bayrağının indirilmesine ilişkin Tayyip Erdoğan şunları söyledi: “İçişleri Bakanım hemen teftişi başlatmıştır. Bunun çocuk olması bizi ilgilendirmez. Bir çocuk bizim kutsalımız olan bir bayrağı alma maharetini gösteriyorsa bunun bir karşılığı muhakkak ki olacaktır. Bedeli neyse bunun bedelini de onu oraya gönderenler, kendisi, onlar da ödeyecektir. Çocuktur diye bizim bayrağımıza kutsalımıza bu şekilde saldırmak suretiyle buna sessiz kalmamız mümkün değildir.”

Bu açıklamanın ardından Cizre İlçesi’nde Lice’deki katliamı protesto eden halka polis saldırdı. Polisin saldırı sırasında rastgele attıkları gaz bombaları bir evin camını kırarak içeride bulunan 6 yaşındaki Furkan Avşar’a isabet etmesi sonucu ağır yaralandı.

Hapishanelerdeki çocuk mahkumların, nice Ceylanlar’ın, Şerzanlar’ın, Uğurlar’ın, Roboskiler’in, Berkinler’in, Pamirler’in, Mertler’in, Gezi’de, Soma’da ve iş cinayetlerinde öldürülen çocukların, evlendirilen çocukların, YİBO’larda vahşete maruz bırakılan çocukların hesabını vermemiş bir devletin “çocuk sevici” olmaları tam bir riyakarlıktır.

Aslında tam da Marks’ın sözleri ile “kutsal olan her şey dünyevelişiyor.” Egemenlerin dün kutsal saydığı bir çok olgu bugün ayaklar altında ya da tarihin sayfaları içerisinde duruyor. Bugün bu kadar kutsanan bayrak, vatan, millet kavramlarının sermaye için sadece kâr getirdiği oranda kutsal olduğunu biliyoruz. Aynı egemenler arasındaki ilişki gibi, dün kolkola girilen, beraber yürünen kişi-kişiler bugün “paralel yapı” olması hayatta tesadüflerin olmadığının bir kanıtı.

Krizler, bunalımlar ve güçlendirilen militarizm

Sistem krizlerinin, bunalımlarının ve savaşlarının içerisinde debelenirken attığı her adımı işçi ve emekçilere fatura etmeyi amaçlıyor. Amaç sistemin kendi varlığını devam ettirmek olduğu kadar aracı olarak da bu faturaları kullanıyor. Bu faturaları ödemek istemeyen işçi ve emekçiler açısından direnmenin dışında bir seçenek kalmıyor. Direnmeye karşı sistemin sistematik olarak kendisini korumasının gerisinde elbette bunalımları sırasında güçlendirdiği militarizm yatıyor. Militarizmin güçlendirilmesinin savaş sanayiine yatırılan milyonların dışında “yetiştirilen” milyonlarca çocuk ve genç için başka yansımaları oluyor.

Bu yansımalardan bazılarına kısaca değinelim. Kapitalist sistemin kendini üretme alanlarının başında eğitim sistemi gelmektedir.

Okullarda müzik derslerinde ezberletilen marşlardan, tarih, Türkçe, edebiyat, coğrafya derslerinde “milli” olan her şeye onlarca övgü dizmelere, beden eğitimi derslerinde uygun adım yürüyüşlere, ilkokulda kanı ile bayrak resmini boyayan çocuklara verilen ödüllere kadar adım adım işlenen şovenizmi ve militarizmi gösteriyor. “Vatan- millet- bayrak” edebiyatından, “padişahın askerlerinden”, “Atatürk’ün askerlerine” kadar varan sürekli birinin, bir şeyin askeri olma hali çok küçük yaşlardan itibaren işleyen bir süreç. Bu tanıma “eğitim ordusu” kısmını da eklediğimizde dönem dönem çıkan “duyarlı vatandaşlarımızı” daha iyi tespit edebiliriz. Newrozlar’da başlarında takkeler, 1 Mayıslar’da sopalarla, Gezi’de palalarla saldıranlar... Bir çeşit askeri güç gibi bayrak, cami, ezan gibi “kutsal” olan ne varsa onu korumak pahasına devreye bu güç giriyor.

“120” filmi okullarda gösteriliyor. Bu film Sarıkamış’ta donarak ölen çocukların devlet için öldükleri ve kahraman oldukları anlatılıyor. Gençlik Spor Bakanlığı binlerin katıldığı “Sarıkamış Şüheda yürüyüşleri” düzenliyor. Mücadelenin içindekiler “aldatılmışlar”, “kaçırılmışlar” vs. Çocukların taş atmaları, eylemlere katılmaları, mücadelenin içinde olmaları, dağa çıkmaları malzeme yapılıyor. Filistin’de taş atan çocuklara, Suriye’ye cihad için gidenlere ses çıkarmayanlar mücadelenin içerisindeki çocukları dışlıyorlar.

Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinde askerle poz verdirilen, operasyona giden askerlere el sallayan çocuklardan Emniyet’in reklamlarında kullanılan çocuklara kadar, devlet istismarın kendisidir.

Çocuk istismarı ve hapishaneler

Sistemin krizlerini örtülemek için kullanılan zorbalığın gizleyemediği gerçekler bugünlerde fazlasıyla açığa çıkmaktadır. Onca “dindar ve kindar” bir nesil yaratma çabasına rağmen bugün olan tüm toplumsal hareketliliklerde çocuklar ve gençler var. Bu sömürü sarmalı içerisinde Gezi’den Lice’ye varıncaya değin çocukların katılımının nedenlerine bakılmak durumundadır. Zulmünü arttıran sistem karşısında direniş dışında bir şey bulamamaktadır. Doğallığında egemenler sömürürken “çocuk-kadın demeden” sömürdüğü için direnişte de “kadın-çocuk” demeden topyekûn direniliyor.

Resmi rakamlar bu coğrafyada 25 bin çocuğun sokakta çalıştığını söylüyor. Aynı resmi rakamlarda son on yılda çocuklara yönelik şiddette de yüzde 20 artış yaşandığı ve çocuklara yönelik olumsuzlukların başında şiddetin geldiğini, şiddeti cinsel taciz ve ekonomik istismarın takip ettiğini görüyoruz. Çalışan çocuk sayısı 8 bin görülüyorken bunlara sokakta çalışıp gece eve gidenleri eklediğinizde sayı 25 bin oluyor. Yani bu coğrafyada her 4 çocuktan 1’i çalışıyor.

İşkence, taciz, tecavüz, yok sayma, psikolojik baskı, çaresiz hissettirme, kimliksizleştirme ve hiçleştirme… İstismar bu sistemin fıtratında var. Hapishaneler kapitalist sistemin baskısının bir aracı ve aynı zamanda karanlıkta kalmış yüzü. Sistemin sahibi olan egemen sınıf, kendisine şu ya da bu biçimde karşı çıkanları “etkisiz hale getirmek” için zindanlara atıyor. Makineden çıkmışçasına “uyumsuz” yanlarını törpüleyerek, istedikleri gibi bir toplum yaratmaya girişen AKP hükümeti döneminde tutuklu sayısı 60 binden 130 bine çıktı. Çocuk tutsakların sayısı ise Adalet Bakanlığı verilerine göre Mayıs 2013 itibariyle 1343’ü tutuklu olmak üzere 1763 oldu.

2006 -2010 yılları arasında TMK kapsamında özel yetkili ağır ceza mahkemelerinde yargılanan yaklaşık 6 bin çocuk, TMK kapsamındaki suçlardan gözaltına alınıp tutuklanmış, şiddet, kötü muamele, her türlü psikolojik ve cinsel istismar gibi çok ciddi durumlara maruz bırakılmıştır.

Gündem Çocuk Derneği’nin, Gezi Parkı raporuna göre, 25 Haziran itibariyle en az 294 çocuk gözaltına alındı. 2013 yılında İzmir Şakran ve Antalya Çocuk Hapishanesi’nde çocuklara yönelik istismar, kötü muamele ve ağır işkenceler basına ve kamuoyuna yansıdı. 2011 yılında Adana Pozantı Çocuk Hapishanesi’nde kalan çocuklara yönelik cinsel şiddet, işkence ve kötü muamele ile birlikte yaşananların kamuoyunda gündem oluşturmasıyla çocuklar apar topar Ankara Sincan F tipi Hapishanesi içinde bulunan “Çocuk ve Gençlik Hapishanesi”ne nakledildi. 2012 yılı yaz aylarında, yine Sincan’da ve aynı çocuklara yönelik baskı ve işkencenin devam ettiği tespit edildi. Ankara Barosu, Sincan’daki “yumuşak oda ve benzeri işkence ve kötü muameleler” sebebiyle suç duyurusunda bulundu.

Pozantı’dan sonra İzmir Şakran ve Antalya L Tipi hapishanesindeki çocukların yaşadığı cinsel istismara varıncaya kadar, dayak, taciz, hücre cezası gibi insanlık dışı muameleleri sıkça duymaktayız. Pozantı’da çocuklar deterjan içerek intihara teşebbüs ediyor ya da kendilerine zarar vererek nakil olmaya çalışıyorlar. İntihara teşebbüs eden çocuklar bir-iki gün revire kaldırıldıktan sonra tekrar hapishaneye gönderiliyor.

Çocukları kandıran bu sistemin kendisidir

Çocuk-çocukluk toplumsal bir kavramdır. Yaşadığımız toplumun altyapısı değiştiği taktirde, değer yargıları, aile biçimi ve sosyal ilişkileri göz önüne alındığında içeriği değişebilecek bir kavram. Kapitalizm bize bir çocukluk sınırı ve tanımı belirliyor. Biyolojik olarak bir evreler bütününden elbette söz etmek anlamlı. Ancak sistem için kendisine en uygun biçimde bunu formüle etmek yani sınıfsal ayrımlar altında, sınıfsal ayrıcalıklarla ve aşağılamalara maruz bırakmak “kontrol etmek” sınırlarında tutmak önemli noktalardır. Bu noktada da eğitim sistemi, din, aile, hapishaneler yani topyekûn sistem örgütlü bir müdahale de bulunur. Boşluk bırakmadan bu süreci işletir.

“Çocukları korumak” adına atılan her adım aslında bu sistemin tehlikeli olduğunun altına imza atmak demektir. Sistemin çarklarının keskinleşmesi ile insana verilen değerin para ve metaya endekslenmesi sonucu ezilen sınıfına mensup hiçbir yaş grubunun, cinsiyetin, ulusun tek başına kurtulma şansı bulunmamaktadır. Çocuk konu olduğunda sınıfsız, etnik kimliksiz, fikirsiz kalınması istenir. Sistemin nesneleştirdiği çocuk olgusu için yaşam koşullarının gerçekliği çok net kendisini dayatmaktadır.

Yaşanan koşullar bu olduğu takdirde çocukları kandıran bu toplumun gidişatıdır. Çocukların düşlerini gerçek kılamayan, düş kurmasına dahi tahammül edemeyen bu sistemdir. Ne bir gelecek, ne bir özgürlük, ne de yaşam alanı sunmayan devletin kendisidir, yalancı olan. Çocuklar biliyor ki mücadeleye katılmasalar da kendilerini bekleyen sadece yoksulluk, hapishane ve devlet şiddetidir. Pozantı’daki tecavüzler, Roboski, Gezi, Soma, Lice ve daha birçok olay gösteriyor ki devletin varolduğu yerler çocuklar için güvenli değil.

Güvenli ve güvenceli bir gelecek için gerçek çözüm çocuklarımızı düşünmek ve onların adına bizlerin örgütlenmesi değildir. Çocuklarımızla birlikte örgütlenmek gerekmektedir.

Kartal Emekçi Kadın Komisyonu

Yararlanılan kaynaklar:

İ. Demirok, Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği, çalıştay konuşması

A.Tanrıverdi, İnsan Hakları Derneği Mersin Şube Başkanı, çalıştay konuşması.

Gündem Çocuk Derneği raporları

H. Dağlı, Militarizm ve eğitim makalesi

M. Foucault, Hapishanenin Doğuşu

 

 

 

 

Denetleme, gözetleme,
uyarlama olarak hapishaneler

Hapishane sistemine geçilmeden önce bazı kurumlar “gözetleme” görevini üstlenmiştir. Kiliseler ailelere yardım ederken onlardan bilgi de toplamaktaydılar. Bekâr çocukların aynı evde kızlı-erkekli kalıp kalmadıklarını öğrenmekte; aileyi gözetim altında tutarak, toplumun ahlâkî yapısına uygun olan konusunda eğitmekteydi. Yatılı okullar vardı, öğrencileri devamlı gözetim altında tutmakta, onları eğitmekte ve sınavlarla denetlemekteydi. Hastaneler hastaları not almakta, kaydetmekte, devamlı olarak gözetim altında tutarak ve doktora itaat etmelerini sağlayarak iyileştirmekteydi.

Hapishanelerin bu toplumda neye hizmet ettiği aşikardır. Egemen olan sistem kendi ekonomik alt yapısına uygun bir ceza işlemi uygulamaktadır. Kapitalizm öncesi süreçlerde “cezalandırma” işleyişi farklı evrelerde gerçekleşirdi. Eski süreçlerde suç kavramı egemene olan itaatsizlikle ölçülür ve ceza ise egemenin şölenine dönüştürülürdü. Bu sırada halka açık bir güç gösterisi şeklinde öldürürdü. Temel olarak gelişen süreçle birlikte sistemin işleyişinde köklü değişiklikler olmaya başladıkça ceza sistemi değiştirildi. “Suç”lunun çektiği azaplara dayanma gücü halkta bir hayranlık uyandırmaya başladığı için halk tarafından kurtarılmalara girişildi.

Kapitalizm özel mülkiyet üzerine kurulu bir sistem olduğu için suç olgusu özel mülke saldırı ile tanımlanmaktadır. İktidarın burjuva sınıfının eline geçmesiyle suçlar çoğunlukla mülk üzerinden tanımlanır olmuştu. Suç işlemenin sebebi ise tembellikti. Tembelliğin önüne geçmek için suçlunun “ıslah edilmesi” gerektiği düşüncesi ortaya koyuldu. Bu ıslah etmenin iyi bir gözetlemeyle birleşmesi hapishane sistemini doğurdu. Hapishane sistemi, suçluları devamlı çalıştırarak onları tembellikten kurtarmakta, toplumdan ayırarak toplumu korumakta, sürekli gözetim altında tutarak “iktidar” bilincini desteklemektedir.

Kapitalist üretim ilişkilerinde canlı bir işe yaramaktadır. Eskiden öldürülmek, parçalanmak üzerinden güç gösterilirken bedenler kapitalizmde son damlasına kadar verim alınması gereken canlılar olagelmiştir... Kapitalizm açısından verimli, üretken, sağlıklı bedenlere ve zihinlere ihtiyacı vardır. İlkin iktidar aracı öldürmek iken, modern dönemde yapılan “yaşatmak”tır. Modern dönemde esas olan yaşatmak ve yaşamı kontrol altında tutmaktır. İşte bu ana stratejinin yani yaşamların üretilmesi ya da denetlenmesi, gözetlenmesi ve kapitalizme uyarlanması için en önemli uygulama alanlarından biri, hapishanelerdir.

Çocuk hapishanelerine ilişkin birçok tartışma yapılırken belki de hiç sorgulamadığımız çocukluk kavramıdır. Ve doğallığında çocuk hapishaneleri üzerine tartışmalar yürürken “suç” kavramının ön kabulü üzerinden şekillenmektedir. Kavramların altının doldurulma süreci sistemin dışına çıkmadığı sürece en fazla verilen cezaların fazlalığı veya yapılan istismar kapsamında tartışmalar yürütebileceğiz. Bu ise bir yanıyla sistem algısı ile hareket etmek demektir. Çocuk hapishanelerine ilişkin üretilen tüm formülasyonların (sevgi evi, eğitim evleri, yurtlar) bir yanıyla sistemin birey üzerinde hiçleştirme politikasını kabul etmek demektir.

 
§