27 Kasım 2015
Sayı: KB 2015/44

Gerici hedeflerine savaşla ulaşmaya çalışıyorlar
“Masum” gösterilmeye çalışılan, Türkiye’nin Suriye’deki kirli çıkarlarıdır
Dink cinayeti; “katil devlet”, çünkü…
Devlet terörünün bir laboratuvarı: Türkiye
Kürt halkıyla eylemli dayanışmayı büyütelim!
Yasak ve katliamlara karşı direniş!
İHD Silvan raporunu açıkladı
Anlatılan senin hikayen değil Mösyö Burjuvazi!
Bayteks işçileri: Direnişimizde kararlıyız!
Mersin’de DEV TEKSTİL Temsilciliği açıldı
Birleşik Metal-İş’te “at izi, it izi!”
Önlemler hiçe sayılıyor, işçiler katlediliyor!
Ford Otosan’da temsilcilik seçimleri üzerine
MİB metal işçilerini sempozyuma çağırıyor
Genel durum ve güncel gelişmeler
Taştekin: Son bariyer yıkıldı
Madalyonun iki yüzü
BM Fransa’nın tasarısını onayladı
EKK’dan 25 Kasım eylemleri
Kadınlar 25 Kasım’da alanlardaydı
25 Kasım etkinlikleri
Özgürlüğümüzden ve geleceğimizden vazgeçmiyoruz!
“Bu davet bizim!”
Kuru bir yaprağa verilmiş söz...
Alaattin Yoldaş'a...
Alaattin'e...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kürt halkıyla eylemli dayanışmayı büyütelim!

 

Nusaybin, Yüksekova, Silvan, Silopi, Cizre… Türk sermaye devletinin Kürt halkına yönelik giriştiği saldırılar devam ediyor. Devlet, kimi zaman bazı ilçeleri “özel güvenlik bölgesi” ilan ederek, kimi zaman da “ilçede can ve mal güvenliğinin sağlanması, bozulan huzur ve asayiş ortamının tekrar tesis edilmesi” iddiasıyla sokağa çıkma yasağını gerekçelendirirken, uyguladığı teröre kılıf buluyor. Ortada bozulan bir “huzur” varsa, bu Kürt halkının huzurudur. Zira bu süreçte onlarca insan katledilmiştir. Örneğin 6. çocuğuna hamile olan Selamet Yeşilmen’in ve 13-14 yaşlarındaki iki çocuğu Fikret ve Sevcan’ın evlerinin taranması ve katledilmesi “rutin” bir devlet terörü olarak yaşanmaktadır.

Sokağa çıkma yasaklarıyla halkın temel ihtiyaçları karşılanmamakta, günlerce su, ekmek, elektrik, iletişim gibi temel ihtiyaçlardan mahrum bırakılmakta, binlerce insan göçe zorlanmaktadır. Öte yandan fiziksel işkence psikolojik işkenceyle birlikte yürütülmekte, mahalle duvarlarına çok sayıda milliyetçi, ırkçı ve cinsiyetçi tehdit içeren yazılamalar yapılmaktadır. Yine bu süreçte cenazelere bile işkence yapılmakta, mezarlıklar bombalanmaktadır. Toplu mezarlara, asit kuyularına, beyaz Toroslar’a, köy yakmalara hiç yabancı olmayan Kürt halkı, bir kez daha, gelişen teknolojik silahlarla birlikte, sindirilmek, susturulmak, yok edilmek istenmektedir.

Yaşanan katliamlara dikkat çekmek için bölgeye giden vekillere ise gaz sıkılmakta, gözaltı yapılmaktadır. Yaşananları duyurmak isteyen özgür basın ise aynı şekilde baskı ve tutuklamalarla susturulmak istenmektedir. Kürt halkının yaşadığı bu sorunlara burjuva medyadan yansıyanlar da eklenmelidir. Her şeyden önce yaşadıkları acılar yok sayılmakta, çarpıtılmakta, adeta medya eliyle bir kez daha katledilmektedirler.

Yaşanan katliamlar karşısında Kürt halkı çeşitli şekillerde direnmeye devam etmektedir. Gericilik ve şovenizmin etkisi altındaki Türkiye toplumuna bakıldığında ise, Kürt halkının bu sesinin duyulmadığı, anlaşılmadığı bir gerçekliktir. Türk sermaye devleti halkları birbirine düşman kılmakta, Osmanlı’dan beri devraldığı geleneği devam ettirmekte oldukça başarılıdır.

Oysa Haziran Direnişi’nin de etkisiyle acıların ortaklaştığı, Kürt halkıyla empatinin görece daha fazla yapıldığı bir süreç yaşanmıştı. Başka örnekleri de olmakla birlikte “Kadıköy’den Lice’ye” destek eylemleri yapılabilmişti. Gerçeklerin burjuva medyada gösterildiği gibi olmadığı daha fazla sorgulanır olmuştu. Gelinen yerde artan devlet terörü, katliamlar ve diğer manipülatif araçlar, bu olumlu süreçleri gölgede bırakmıştır. Kürt halkının yaşadığı acılar geniş kitlelerce “Her yer Silvan, Silopi, Cizre vb.” olarak karşılanamamakta, sistemin istediği gibi, gösterilen kimi duyarlılıklar kendi dar sınırlarına hapsolmaktadır. Bu anlamıyla bir kez daha Kürt halkı yaşadığı acılarla yalnız bırakılmaktadır.

İşçilerin birliği, halkların kardeşliği mücadelesini büyütelim!

Kürt halkıyla eylemli dayanışmanın önemi ve gerekliliği ortadadır. Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halklarını “işçilerin birliği, halkların kardeşliği” şiarıyla birleştirmenin pratik-politik çabası içinde olunmalıdır.

Kürt hareketinin kendi çizgisinde yaşadığı politik sınırlılıklar ortak eylem zeminlerini etkilese de, komünistler olarak kendi sınıf çizgimizde bu eylemsel zeminlerde Kürt halkıyla buluşmaktan kaçınamayız. Öte yandan kendi bağımsız eylem ve etkinliklerimizle Kürt halkıyla dayanışma görevlerini yerine getirebilmeliyiz. Çalışma yürütülen alanlarda işçi sınıfının dinsel gericilik ve milliyetçilikle bulandırılan bilinçlerine “işçilerin birliği, halkların kardeşliği” bakışını taşımak için daha inisiyatifli ve yaratıcı bir çalışma içinde olmak gerektiği de ortadadır. Komünistler olarak, sınıfı siyasallaştırma misyonumuzu yerine getirme çabamız, özellikle bu kanlı ve karanlık günlerde ayrı bir önem kazanmaktadır.

Fabrikalarda, okullarda, emekçi semtlerinde örgütlülük ve bilinç durumuna göre işçi-emekçileri, kadınları ve gençleri Kürt halkına yönelik saldırılar karşısında duyarlı olmaya, tutum aldırmaya yönelik bir çabayla, buna uygun ajitasyon-propaganda yöntemlerine yoğunlaşabilmeliyiz. Kürdistan’da yaşanan katliamlara, devlet terörüne sessiz kalmamak, sessiz kalanları uyarmak için her zamankinden fazla çaba ve enerjiye ihtiyaç vardır. Bu bilinçle günün görevlerine yüklenmeliyiz.

 

 

 

 

İHD’den kayıp eylemi

 

İnsan Hakları Derneği (İHD) İzmir Şubesi, devlet tarafından kaybedilenlerin akıbetini sormak için 21 Kasım günü eylem düzenledi.

“Kayıplar belli failler nerede” şiarıyla eski Sümerbank önünde yapılan eylemde basın metnini Ahmet Çiçek okudu. Çiçek, basın açıklamasından önce Kürt illerindeki sokağa çıkma yasaklarına değindi.

Bu hafta, 22 yaşındaki Mehmet Şah İkincisoy’un akıbetini sormak için alanlarda olduklarını söyleyen Çiçek, İkincisoy’un 22 Kasım 1993 gecesi Diyarbakır Terörle Mücadele Şubesi’ne bağlı polisler tarafından evine yapılan baskında gözaltına alındığını ve kendisinden bir daha haber alınamadığını belirti.

İkincisoy’un cenazesinin ise ailenin ısrarına rağmen kendilerine teslim edilmediğini ifade eden Çiçek, ailenin iç hukuktan bir sonuç alamadığını ve AİHM’e başvurduğunu anlattı. AİHM’in ise Türkiye’yi, Mehmet Şah İkincisoy’un gözaltında iken ölümünden sorumlu bularak mahkûm ettiği bilgisini verdi.

Çiçek son olarak Mehmet Şah İkincisoy’un ölümüden dönemin Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü ve polislerinin sorumlu olduğunu söyledi.

BDSP’nin de destek verdiği eylem oturma eyleminin ardından sona erdi.

Kızıl Bayrak / İzmir

 
§