26 Şubat 2016
Sayı: KB 2016/08

Baharın çağrısı: Direniş!
“Altına hücum”, talana devam!
Kürdistan’da katliam saldırıları sürüyor
Katiller puslu havayı severler!
İşçi sınıfı ve emekçi kitleler gerici atmosferde boğulmaya çalışılıyor!
Üretimi durdurma eylemleri yaygınlaşıyor
DEV TEKSTİL GMYK Şubat ayı toplantısı sonuç bildirgesi
Kölelik yasalarına karşı gücümüz birliğimizdir!
Bursa ve Kocaeli’de Büyük İşçi Buluşması 6 Mart’ta
Demir Madencilik işçilerinin direnişi üzerine...
Kadın İşçi Kurultayı başarıyla gerçekleştirildi!
Türkiye’de kadın işgücü ve gelişimi / 3
Kamu emekçileri kıskaca alınıyor!
Adliyede devrimci avukatlara saldırı
“DGB’yi fırtınalı süreçlere hazırlayacağız!”
Kadıköy’de Cansel için eylem
Suriye’de ateşkes ilan edildi
Sistemin mülteci krizine bulduğu yeni çözüm
Bölücü devletlerden “bölünme” tartışmaları
Düşman bir ve her yerde!
Sermaye sınıfının çürümesinin en net göstergesi
İmran Aydın ölümsüzdür!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sermaye sınıfının çürümesinin en net göstergesi:

Medya

 

Sermaye sınıfının işçi sınıfı ve emekçi halklara yönelik saldırısında burjuva medya bugün en etkin silah olma işlevini üstlenmişken, aynı zamanda sermaye sınıfında yaşanan çürümenin de bir göstergesi durumunda. Kirli savaş süresince bunun iğrenç yanlarını fazlasıyla gördük. Hala aynı iğrençlik artarak sürüyor.

Şimdilik kaydıyla iğrençliğin “son” örneklerinden birisi, 23 Şubat’ta Kanal D Ana Haberi’nde görüldü. Kanal D muhabiri yaralı insanları haftalarca hastaneye gitmelerinin engellendiği ve yaklaşık 40 kişinin vahşice katledildiği Cudi mahallesi 23 numaralı binanın önünde “haber” yapıyor görünümündeydi ve şunları söylüyordu: “Bu binada yaralıların olduğu söyleniyordu. Ama yaralının olmadığı görüldü. Burası teröristlerin karargahıydı. Binanın altında tüneller vardı.”

Muhabirin sözleri özetle böyleydi. Yaralıların fotoğrafları cep telefonuyla yayınlanmışken, 23 numaralı binada yaklaşık 40 kişi katledilmişken, (diğer bodrumlarla birlikte bu rakam 170’i bulmuşken) “burada yaralı yoktu, teröristlerin karargahıydı burası” demek, iğrenç bir şekilde yalan söylemektir. Ola ki muhabir söylediklerini bir an için inanarak söylüyorsa, kesinkes ciddi anlamda zihinsel problemi vardır.

Böylesi “haberler” algı operasyonu olarak yapılıyor. Bununla beraber sermaye sınıfı kendisindeki çürümeyi de gözler önüne seriyor. Vahşice bir katliam yaparken, yaptığını iğrenç yalanlar söylemeden anlatamama, çürümenin ifadesi. Çünkü iğrenç yalanlarını bile meşru gören bir alçalma var.

Bu tablo mide bulandırmakla beraber, çürümenin yok olmaya evrildiğini ve devrimin yakıcılığını bir kez daha ortaya çıkarıyor, hem de semaye sınıfının aczini gösteriyor. Ustalıkla yalanlar söyleyen ve buna pek çok insanı inandırmayı başaran sermaye sınıfı, bugün, ustalıkla değil, artık mide bulandıracak iğrençlikte yalanlar söylüyor. Yönetmede artık zorlanmalar yaşadığı çıplak gözle bile görülüyor.

Ama merak etmesinler, işçi sınıfı onları hak ettikleri yere, (dün tarihin çöp sepetiydi, bugün tarihin foseptik çukurunu hak ettiklerini ısrarla vurguluyorlar) göndererek onları dertlerinden kurtaracaktır!

Muharrem Kurşun

 

 

 

 

Ankara saldırısı ve sermaye devletinin savaş histerisi

 

17 Şubat akşam saatlerinde Ankara’da askeri servis araçlarına yönelik gerçekleştirilen bombalı saldırının ardından bilindik bir süreç işletilmeye başlandı.

Önce yayın yasağı devreye sokuldu, hemen ardından devlet yetkililerinin açıklamaları birbirini izledi. “Misliyle yanıt vereceğiz” türünden tehditler ve “terör” demagojisi eşliğinde savaş çığırtkanlığı kulakları tırmaladı. Bir kez daha PKK ve IŞİD aynı kefeye konarak hedef gösterildi ve basın yoluyla topluma servis edildi. Bu aynı senaryoyu Suruç, Ankara, İstanbul katliamlarının hemen ardından da izlemiştik. Bugünden bakıldığında devletin terör demagojisi ile yürüttüğü kirli kampanyanın sonuçlarını daha net bir şekilde görebiliyoruz; yeni katliamların yaşanması, kirli savaşın tırmandırılması, faşist baskı ve zorbalığın dizginlerinden boşalması...

Tüm bu gelişmeler, patlayan bombaların ve gerçekleştirilen katliamların esasta sermaye devletinin yürütmekte olduğu savaş ve saldırganlık politikasından bağımsız ilerlemediğini gösteriyor. Tersine, bizzat bu kirli ve karanlık politikaların dolaysız bir sonucu olarak cereyan ediyor. Böylelikle Türkiye toplumu, her adımında büyük yıkımların yaşandığı/yaşanacağı bir savaş sürecinin içerisine çekiliyor. Bir yerde sermaye düzeni ektiğini biçiyor.

Sermaye devletinin Suriye’de batağa saplandığı, desteklediği çetelerin mevzi kaybettiği, dolayısıyla çok daha saldırganlaştığı, Kürt sorunu üzerinden ciddi bir açmaz içerisine düştüğü, ekonomik kriz olgusunun kendisini ciddi anlamda bunalttığı, bu eksende işçi sınıfına ve emekçilere yeni faturalar çıkarmaya çalıştığı ve işçi sınıfı içerisinde önemli mücadele dinamiklerinin geliştiği bir dönem içerisindeyiz. İşte böylesi bir süreçte bombalar patlıyor, savaş naraları atılıyor, bütün bir toplum terörize edilmeye çalışılıyor.

Ankara saldırısının gerisinde kim olursa olsun, ekonomik-sosyal ve siyasal alanda açmazları her geçen gün derinleşen sermaye düzeninin devreye soktuğu politika çok açık; sözde “teröre karşı mücadele” argümanı ile ölçüsüz ve pervasız saldırganlığına yeni boyutlar kazandırmak. Kirli savaş konseptini bütün bir ülke sathına yaymak. Suriye’ye ve Rojava’ya dönük savaş kışkırtıcılığına aralıksız devam etmek. Bu arada toplumu tam anlamıyla gerici-baskıcı bir cenderenin içerisine hapsetmek...

 

 

 

 

BirGün yazarına “cumhurbaşkanına hakaret”ten hapis cezası

 

BirGün gazetesi yazarı Kemal Bekir Ulusaler, 18 Şubat 2015’te yayımlanan “Ayaktayız, ayakta” başlıklı yazısında ‘cumhurbaşkanına hakaret ettiği’ iddiasıyla hakkında açılan davada 11 ay 20 gün hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme, Ulusaler hakkında verilen cezayı erteledi.

Cezayı değerlendiren Ulusaler ise “Adı geçen yazıda atfedilen suçlamalara ilişkin kamuoyunda yoğun bir görüş olduğu belirtilerek, bu görüşün tespitine yönelik referandum önerisinde bulunmuştum. Tahminim o ki; malum kişinin avukatı, malum söylemin yoğunluğu ile başa çıkamamış olacak ki bir medya takip kurumu ile anlaşmış olsa gerek” diye konuştu.

 

 

 

 

Ankara’daki saldırıyı TAK üstlendi

 

Ankara’da 17 Şubat akşamı askeri personelin servis araçlarına yönelik bombalı saldırının ardından sermaye devletinin sözcüleri patlamanın sorumlusu olarak YPG ve PKK’yi göstermişlerdi. Ancak hem PYD Eşbaşkanı Salih Müslim hem de KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık yayınladıkları açıklamalarla saldırıyı kendilerinin yapmadığını belirtmişti.

19 Şubat günü ise Teyrêbazên Azadiya Kürdistan (Kürdistan Özgürlük Şahinleri – TAK) yayınladığı açıklama ile saldırıyı üstlendi. Saldırıya dair TAK tarafından yapılan açıklamada, “Bu eylem Cizre’de bodrumlarda hunharca katledilen savunmasız, yaralı sivil insanlarımızın intikamı için yapılmıştır” denilerek sorumlunun Cizre’deki katliamın emrini verenler olduğu belirtildi. Saldırının Zınar Raperin (Abdulbaki Sömer) tarafından yapıldığını duyuran TAK, “Kürt halkına yaşatılan her acının intikamını misliyle alacağız” dedi.

TAK’ın açıklamasının devamında şu ifadeler yer aldı: “Kürt halkına düşmanlığın bir bedeli vardır. Yaptığınız her saldırının hesabı mutlaka sorulacaktır. Hiç bir yerde, hiç bir zaman güvende değilsiniz. Nasıl ki savunmasız halkımızın evlerini başlarına yıktıysanız biz de karargahlarınızı başınıza yıkacağız. Başta faşist TC–AKP devleti ve tüm yardakçıları olmak üzere, tüm herkes şunu iyi bilmelidir ki; Kürt halkına yaşattığınız her acıyı binlerce katıyla siz yaşayacaksınız. Halkımıza en büyük acıları yaşatan ve tarihin her döneminde Saray kapılarında onurunu ve şerefini satarak yaşamaya çalışan hain işbirlikçiler; TAK’ın tarihsel adaletinden kaçamayacaksınız.”


 
§