13 Mart 2020
Sayı: KB 2020/11

AKP iktidarının İdlib hezimeti!
Dinci-faşist diktatörlüğün “beka çırpınışları”
Sınırda göçmen dramı ve burjuva ikiyüzlülüğü
Korkuları büyüdükçe saldırganlaşıyorlar
Sığınmacılara karşı insansız hava aracı
Koronavirüs Türkiye’de
Paşabahçe grevi: DİSK’e giden yolda son durak
Sermayenin gözü demiryollarında
Kurtuluş elimizde
Paris Komünü 149. yılında... “Toplumsal devrimin öncüsü”
Koronavirüs, açgözlü sermaye ve halk sağlığı
Irk ve ırkçılık üzerine
“Süper Salı”dan sonrası sistem açmazında umut arayışı
Avrupa’da 8 Mart eylemleri
Türkiye’de coşkulu ve kitlesel 8 Mart
İstanbul, İzmir ve Ankara’da 8 Mart coşkusu
Kürt illerinde 8 Mart
Savaşa, baskıya, geleceksizliğe karşı birleşelim!
Beyazıt faşizme mezar olacak!
Özgün bir mücadele alanı: İnternet yayıncılığı
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

AKP iktidarının İdlib hezimeti!

 

Rusya ve İran destekli Suriye ordusunun İdlib’deki hızlı ilerleyişi, savaşın yakın gelecekteki seyri ve mevcut dengeler bakımından kritik bir önem taşıyor. Zira İdlib’in cihatçılardan temizlenmesi ve Suriye ordusunun denetimine geçmesi ülkenin geleceğini doğrudan ilgilendiriyor. Bu nedenle Beşar Esad yönetimindeki Suriye devlet güçleri İdlib savaşına stratejik bir önem atfediyor ve buna göre hareket ediyor.

Öte yandan, Suriye ordusunun İdlib’i kontrol altına alması, Suriye topraklarına savaşı taşıyan ABD öncülüğündeki batılı emperyalistlere yeni bir darbe anlamına gelecektir. Esad yönetimini devirip Suriye’de Amerikancı bir rejim kurma hevesi kursağında kalan emperyalistlerin bölgedeki konumu zayıflayacaktır.

Geçtiğimiz günlerde Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad İdlib’den sonraki hedeflerinin ABD’nin konumlandığı Rojava ve doğu Suriye olduğunu açıkladı. “Ancak paralelinde, doğu bölgelerde savaşmamak için oradaki insanlarla temas halindeyiz. Amerikan işgali onlarda hoşnutsuzluk, öfke ve kızgınlığa neden oluyor” sözleriyle de Kürt hareketine uzlaşma mesajı vermeyi ihmal etmedi.

Bu stratejik yaklaşımın farkında olan ABD ve diğer emperyalist güçler, İdlib savaşını derinleştirerek Suriye ordusunun önünü kesmek için, bölgede cihatçı çetelerin hamiliğini yapan Türkiye’deki dinci-faşist iktidarı kışkırtarak, savaş batağının derinliklerine çektiler.

Erdoğan yönetimi, ABD emperyalizminin İdlib üzerinden belirlediği zaman kazanma politikasının basit bir aleti olma konusunda ne denli hevesli olduğunu gösterdi. NATO’dan dilendiği destek talebi karşılık bulmadığı, uçuşa yasak bölge ilan edilmesine dönük yalvarışları yanıtsız kaldığı halde, kendisini İdlib batağına atmakta tereddüt etmedi. Cihatçıların savaş gücünü tahkim etti, bölgeye askeri yığınak yaptı ve sonunda Suriye’ye savaş ilan edip askerleri sahaya sürdü. Sonuç, onlarca asker kaybının ardından soluğu Moskova’da almak oldu.

Dinci-faşist iktidarın savaş histerisinin gerisindeki diğer etkenler, işgal ettikleri Suriye topraklarından sürülme kaygısı ve bölgedeki denklemlerin dışına düşme riski olarak tanımlanabilir. Suriye’de oyun dışı kalmak, cihatçı çetelerle ve yüzbinlerce göçmenle baş başa kalmak, bölgesel bir boyut kazanan Kürt sorunu karşısında en azından Suriye’de edilgenliğe itilmek anlamına gelecektir. İdlib’de yaşanan gelişmeler üzerinden uykularını kaçıran, Erdoğan’ın deyimiyle onları “savaşa mecbur değil mahkûm” eden, bu ihtimallerdir.

Moskova Mutabakatı: Elde var sıfır!

Dinci-faşist iktidarı açmaza alan bir diğer dinamik ise, uzun süredir Suriye savaşında inisiyatifi ele alan, oyun kuran ve yöneten durumunda olan Rusya’dır. Bu nedenle, günlerce “Yansın İdlib, yıkılsın Suriye”, “Omuzlarının üzerinde baş bırakmayacağız” çığlıkları atanlar, el pençe divan Putin’in huzuruna çıktıktan sonra benzerine az rastlanır yeni bir U dönüşü sergilediler. “Suriye Ordusu İdlib’den çekilmezse ortalığı yakar-yıkarız” tehditlerini, benzeri birçok küstahça açıklamayı daha Moskova yolunda yutmak zorunda kaldılar. Sonuçta, Suriye ordusunun İdlib’de elde ettiği kazanımların resmiyete kavuşması anlamına gelen bir mutabakatla geri döndüler.

İmzalanan üç maddelik mutabakat, Esad yönetiminin İdlib’de kontrol altına aldığı bölgeleri tanımak ve güvencelemek anlamına geliyor. Özellikle stratejik önemdeki M5 karayolunun tüm denetiminin Suriye ordusuna geçmesi garanti altına alınmış bulunuyor. Benzer önemdeki M4 karayolu ise cihatçı çetelerden temizlenecek ve 6 kilometrelik güvenli koridor oluşturulacak.

“Ateşkes” mi, kısa bir mola mı?

Moskova’da varılan anlaşmanın ardından İdlib’de silahlar şimdilik sussa da, bölgede savaşı tetikleyecek dinamikler yerli yerinde durmaktadır.

İlk olarak, Suriye devlet güçleri stratejik önem atfettiği İdlib’i cihatçılardan temizleme hedefinden vazgeçmiş değildir. Tersine, bu konuda açık bir kararlılıkla hareket etmekte, cihatçı çeteleri meşru hedef olarak görmektedir. Bu nedenle önümüzdeki günlerde yeni temizlik operasyonları başlatma ihtimali yüksektir. Bu da silahların yeniden konuşması anlamına gelecektir.

İkincisi, AKP iktidarının beslemesi cihatçı çeteler İdlib’de başlı başına bir savaş potansiyelidir. Başta HTŞ olmak üzere bir dizi çete Moskova Mutabakatı’nı, dolayısıyla “ateşkesi” tanımadığını ilan etmiştir.

Öte yandan, ABD ve diğer emperyalist güçler de savaşı kışkırtacak adımlar atmaktan geri durmayacaklardır. Son İdlib savaşında olduğu gibi, yeri geldiğinde Erdoğan vb. işbirlikçileri aracılığıyla, yeri geldiğinde ise besleme çeteleri kullanarak Suriye’deki savaşı derinleştirme yoluna gideceklerdir.

Sonuç olarak, Moskova’da imzalanan mutabakat şu an Suriye ordusunun İdlib’deki kazanımlarını güvenceleyen bir belge niteliği taşısa da, gerçekte savaşan güçler arasında geçici bir mola anlamına gelmektedir. Zira İdlib’de oluşan yeni statüko geçicidir ve süreç bir dizi gelişmeye açıktır.