13 Mart 2020
Sayı: KB 2020/11

AKP iktidarının İdlib hezimeti!
Dinci-faşist diktatörlüğün “beka çırpınışları”
Sınırda göçmen dramı ve burjuva ikiyüzlülüğü
Korkuları büyüdükçe saldırganlaşıyorlar
Sığınmacılara karşı insansız hava aracı
Koronavirüs Türkiye’de
Paşabahçe grevi: DİSK’e giden yolda son durak
Sermayenin gözü demiryollarında
Kurtuluş elimizde
Paris Komünü 149. yılında... “Toplumsal devrimin öncüsü”
Koronavirüs, açgözlü sermaye ve halk sağlığı
Irk ve ırkçılık üzerine
“Süper Salı”dan sonrası sistem açmazında umut arayışı
Avrupa’da 8 Mart eylemleri
Türkiye’de coşkulu ve kitlesel 8 Mart
İstanbul, İzmir ve Ankara’da 8 Mart coşkusu
Kürt illerinde 8 Mart
Savaşa, baskıya, geleceksizliğe karşı birleşelim!
Beyazıt faşizme mezar olacak!
Özgün bir mücadele alanı: İnternet yayıncılığı
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Beyazıt faşizme mezar olacak!

 

Kanlı Pazar’dan Kızıldere’ye, 1 Mayıs ’77’den Beyazıt’a, Maraş’a, Çorum’a, Sivas’a kadar sermaye devleti, kurulduğundan bu yana katliamcı geleneğini sürdürmüştür. İşçilerin, gençlerin, devrimcilerin kanını her vesile ile akıtmıştır. Emek sömürüsü üzerine kurduğu saltanat her sarsıntıya uğradığında, karanlık odalarında ABD işbirliğinde kanlı komplolar düzenlemiştir.

Beyazıt Katliamı

Beyazıt Katliamı da devletin planlı saldırılarından birisidir. ‘77 yılında kurulan İkinci Milliyetçi Cephe hükümetinin gençlik hareketini hedef alan politikası, ilerici ve devrimci öğrencilerin üniversitelerden uzaklaştırılmasını hedefliyordu. O dönemde faşist çeteler, polis ve rektörlük eliyle devrimcilerin üniversitelere girişleri engelleniyordu. Özellikle İstanbul’da Hukuk Fakültesi faşistler tarafından işgal edilmişti. Devrimci-ilerici öğrenciler okula girmek istediklerinde faşistler tarafından saldırıya uğruyordu.

’77 Aralık ayında İkinci Milliyetçi Cephe hükümeti düştü ve AP ile birlikte Ecevit hükümet kurdu. Ancak üniversitelere yönelik saldırıların hızı kesilmeden devam etti. Bu saldırılara karşı devrimci öğrenciler bir araya gelerek 1 Mart 1978 günü Hukuk Fakültesi’ne girme kararı aldılar. 1 Mart günü Süleymaniye önünde yaklaşık 50-60 ilerici devrimci öğrenci bir araya gelerek üniversiteye doğru yürüyüşe geçti. Polisler önlerini keserek öğrencilere saldırdı. Öğrenciler birkaç defa toplanarak tekrar yürümek istedi. Polis saldırısına rağmen okula girebilen devrimci öğrenciler bu sefer de faşistlerin sopalı taşlı saldırısına uğradı. Gün geçtikçe safları sıklaşan ve sayıları artan ilerici, devrimci öğrenciler 15 Mart’a kadar üniversiteye topluca giriyor, saldırıları birlikte göğüslüyordu.

Kanlı pusu…

16 Mart günü devrimci öğrenciler Merkez kapıdan topluca çıkış yapıyordu. Birazdan gerçekleşecek katliamın işaretleri ortadaydı. Her zaman yoğun polis ablukasının olduğu alanda hiç polis yoktu. Polisler tarafından her zaman arka kapıdan çıkarılan devrimci öğrenciler 16 Mart günü ana kapıdan bilinçli olarak çıkarılmıştı. Bu sırada faşistler “Beyazıt komünistlere mezar olacak!” sloganları atmaya başlamıştı. Devrimci öğrencilerin oluşturduğu kortejin ön tarafı Eczacılık Fakültesi kapısının önüne gelmişti ki, kitlenin üzerine bomba atıldı…

Abdullah Şimşek, Baki Ekiz, Cemil Sönmez, Hamit Akıl, Hatice Özen, Murat Kurt, Turan Ören bu katliamda ölümsüzleşti. 60’a yakın öğrenci ise yaralandı.

Beyazıt’ın faili sermaye devleti!

Katliamın ardından, olayın faili olarak okulda tanınan faşistler ve Ülkü Ocakları Başkanı ile MHP Gençlik Kolu Başkanı gözaltına alındı ancak bir süre sonra bırakıldı. Devletin her katliamda uyguladığı senaryoyu bir kez daha sahnelemeye başladı. Katiller korundu, aklandı, dava dosyası kapatılmaya çalışıldı. Ancak bir zaman sonra gerçekler gün yüzüne çıktı. Bombanın ABD tarafından Türk silahlı kuvvetlerine hibe edilen TNT Tahrip patlayıcısı olduğu, bu bombanın bir yüzbaşı tarafından Ülkü Ocağı Derneği Ankara Şube Başkanı Abdullah Çatlı’ya verildiği, bombayı devrimci öğrencilerin bulunduğu alana atanınsa Zülküf İsot adlı bir faşist ortaya çıktı. ’99 yılında Zülküf İsot’un ablası 16 Mart Katliamı’nda bombayı kardeşinin attığını itiraf etti. Kardeşinin vicdan azabı çektiğini, saldırıyı gerçekleştirmemesi halinde ölümle tehdit edildiğini ifade etti. Saldırının hemen ardından ülkücü ocaklarına mensup Lütfi Akti tarafından Zülküf İsot öldürüldü. Abdullah Çatlı ise, hiçbir ceza almazken görevine üst rütbelerle devam ettirildi. 3 Kasım ’96 tarihinde Balıkesir’in Susurluk ilçesinde yaşanan kazada öldü.

“Bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgası!”

Elbette katliamın gerçek sorumlusu olan devletten, tetikçilerini yargılayıp cezalandırmasını bekleyemeyiz. Harcında nice devrimci kanı olan sermaye düzenini yargılamak, cezalandırmak ancak örgütlü işçi sınıfının mücadelesiyle mümkün olacaktır.

Devrimci gençlik olarak üniversitelerimizde yükselttiğimiz mücadele, Beyazıt’ta düşenlerin bizlere bıraktığı mirastır. Bu mirası güçlendirerek geleceğe taşıyacağız.

Günümüzde de devlet ODTÜ, Ankara Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi gibi gençlik mücadelesinin önemli merkezlerinde faşistleri öne sürerek saldırıyor. Ancak ne geçmişte, ne de bugün sermaye devleti istediğini başaramadı, başaramayacaktır. Sömürü düzeni olduğu sürece, baskılar tırmandırıldığı sürece bu topraklar nice yiğit devrimciyi bağrında yetiştirmeye devam edecektir!

Son sözü Nazım Hikmet’e bırakmadan önce Beyazıt Meydanı’nda ölümsüzleşen devrimcileri saygı ile anıyoruz…

 

***

“Bir elinde kitapları,

türküleriyle geldiler
dalga dalga aydınlık,

dalga dalga aydınlık oldular.
Yürüdüler karanlığın, karanlığın üstüne
meydanları zapt ettiler

meydanları zapt ettiler yine.
Beyazıt’ta şehit düşen
silkinip kalktı kabrinden
ve elinde bir güneş gibi taşıyıp yarasını
yıktı şahmeranın mağarasını.
Daha gün o gün değil,

derlenip dürülmesin bayraklar
uzaktan duyduğunuz

çakalların ulumasıdır
safları sıklaştırın,

safları sıklaştırın çocuklar
bu kavga faşizme karşı, bu kavga hürriyet kavgası!”

P. Sevra

 

 

 

 

 

Elma kokusu ile gelen ölüm Halepçe!

 

Bundan tam 32 yıl önce, 16 Mart 1988’de Kürt halkına karşı gerçekleştirilen büyük bir katliamdır Halepçe. Kimyasal silahlar aracığıyla gerçekleştirilen katliamda resmi olarak 6000, gayri resmi olarak 7000 civarı insanın öldürüldüğü söylenir.

İnsanlar nasıl öldürüldü?

16 Mart sabahı Kürt halkı uyandığında herkes evinde elma kokusu aldı. Koku nereden geliyor diye camdan baktılar ve sonra dışarı çıktılar. Kokunun geldiği tarafa doğru yürümeye başladılar. Zamanla derilerinde sıcaklık hissetmeye başladıkları için kokuya ulaşmayı bir tarafa bırakıp su aramaya yöneldiler. Derileri gittikçe daha fazla yanıyordu. Öyle bir kimyasal silahtı ki bu derilerinin üzerindeki kıyafet duruyor ama kıyafetlerinin altındaki insan derisi adeta yanıyordu. Koşuştular, çırpındılar, debelendiler…
Bağrışlar, çığlıklar içinde öldü hepsi. Kucağında bebeğiyle olan anne de öldü, 8 yaşındaki çocuk da öldü.

Halepçe’de insanlık öldü. Halepçe katliamına dair birçok fotoğraf gördü insanoğlu. Kucağında kundaklı bebek ile taş kesilmiş ana, çocuğun elini sıkı sıkıya tutarak ölen baba, çocukların yan yana yatan bedenleri ve daha bir sürü acı fotoğraf...

Bütün dünya tanıklık etti bu katliama. Emperyalizmin kuklası iktidarların sefil çıkarları uğruna koskoca bir halk öldü 16 Mart günü.

Kapitalist sisteme karşı mücadeleye!

Halepçe’de katledilen Kürt halkının asıl düşmanı bu sistemdir. Dünya üzerindeki bütün halkların düşmanı bu sistemdir, kapitalizmdir.

Kapitalist sistem egemen oldukça ağızdan çıkan bir söz yüzünden çok acılar çekeriz.

Ama örgütlenmiş bir mücadelenin karşısında ne bir ağız ne bir söz ne bir sistem durabilir.

Örgütlenmiş bir mücadelenin karşısında kimse duramaz. Yalnızca Halepçe için değil, Dersim, Roboski, Şırnak ve yapılan bütün katliamların hesabını sormak için kapitalizme karşı örgütlü mücadeleye! 

Kızıl Bayrak okuru bir liseli