13 Mart 2020
Sayı: KB 2020/11

AKP iktidarının İdlib hezimeti!
Dinci-faşist diktatörlüğün “beka çırpınışları”
Sınırda göçmen dramı ve burjuva ikiyüzlülüğü
Korkuları büyüdükçe saldırganlaşıyorlar
Sığınmacılara karşı insansız hava aracı
Koronavirüs Türkiye’de
Paşabahçe grevi: DİSK’e giden yolda son durak
Sermayenin gözü demiryollarında
Kurtuluş elimizde
Paris Komünü 149. yılında... “Toplumsal devrimin öncüsü”
Koronavirüs, açgözlü sermaye ve halk sağlığı
Irk ve ırkçılık üzerine
“Süper Salı”dan sonrası sistem açmazında umut arayışı
Avrupa’da 8 Mart eylemleri
Türkiye’de coşkulu ve kitlesel 8 Mart
İstanbul, İzmir ve Ankara’da 8 Mart coşkusu
Kürt illerinde 8 Mart
Savaşa, baskıya, geleceksizliğe karşı birleşelim!
Beyazıt faşizme mezar olacak!
Özgün bir mücadele alanı: İnternet yayıncılığı
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Korkuları büyüdükçe saldırganlaşıyorlar

 

Türkiye’nin AKP iktidarıyla birlikte her geçen gün daha da koyu bir karanlığa sürüklendiği malum. Kalıcı OHAL koşullarıyla yönetilmeye çalışılan bir ülke gerçekliğiyle karşı karşıyayız. Her türden muhalif sesin baskı ve zorbalıkla susturulduğu ülkede son olarak İdlib savaşıyla birlikte toplumsal muhalefete yönelik baskıların yeniden tırmandırıldığını gördük. 

İdlib’de savaşın körüklendiği günlerde İstanbul Valiliği “Toplumda infial uyandıracak; milli, vicdani ve insani değerlere dokunacak, toplumsal iç barışı tehdit edebilecek şekilde ‘Savaşa Hayır’” denmesini ve bu çerçevede eylem ve etkinlik yapılmasını yasakladı. Hemen ardından bir dizi şehirde benzeri yasaklar geldi. Polis gazetecilere, sosyal medya kullanıcılarına ve internet sitelerine yönelik operasyonlar başlattı. Daha önce de işgal harekatları gündeme geldiğinde savaş karşıtı her türlü muhalif düşünce ve haber suç kapsamına alınmıştı.

Özellikle böylesi dönemlerde, doğru haber akışını sağlamak adına mesleğini yapan gazeteciler hedef haline getirilmektedir. Son 15 günde 28 gazeteci gözaltına alınmış, 8’i de tutuklanmıştır. Son tutuklamalar ile birlikte hapishanelerdeki gazeteci sayısı 91’e yükselmiştir. Sadece İdlib ile ilgili değil Libya’da bir MİT mensubunun yaşamını yitirmesiyle ilgili yapılan haber de ‘tehlikeli haber’ muamelesi görmüş, bu nedenle 6 gazeteci tutuklanmıştır. Aynı şekilde Edirne’de mültecilerin yaşadıklarını haberleştiren gazeteciler de gözaltına alınarak tutuklanmıştır. Bu tablo içeride ve dışarıda sıkıştıkça saldırganlaşan bir devlet gerçeğini gözler önüne sermektedir.

Gazeteciliğin kuşatma altına alındığı, medyanın tek ses haline getirildiği günümüz Türkiye’sinde emekçiler dünyada ve Türkiye’de yaşanan gelişmelerden bihaber bırakılmaya çalışılmaktadır. Şimdi buna koronavirüs üzerinden yaşanan gelişmeler eklenmiş bulunuyor. Dünyanın ve ülkenin dört bir tarafını sarmış olan bu virüs tehdidinin yaşam alanlarımızdaki etkisinin ne kadar olduğunu sadece yapılan resmi açıklamalar sınırında bilmekteyiz. Emekçiler yaşamını yitiren asker sayısının gizlendiği bir yerde bu virüsün sonuçlarının ne kadar gerçekçi açıklandığından haliyle endişe etmektedirler. Bir salgın hastalık üzerinden sosyal medya kanalıyla haber paylaşanlara tehditler savuran bir iktidar gerçeği ile yüz yüzeyiz. Ortaya çıkan gelişmelerin, kendisine yönelik bir tepkiye dönüşmesinden korkan AKP tüm topluma susmayı dayatmakta. Bunu başarmak için sistematik olarak baskı, yasak, gözaltı ve tutuklama saldırılarını devreye sokuyor.

En temel hak ve özgürlüklerin nasıl baskıyla karşılandığını birçok örnekten biliyoruz. “Çocuklar ölmesin” demenin suç olduğu bir ülkede “savaşa hayır” demenin yasak olması elbette şaşırtıcı değildir. “Savaşa hayır” diyen liseli çocukların tutuklandığı, işkence gördüğü ‘90’lı yıllarda düzen nasılsa bugün de öyle.

Barış bildirisine imza atan akademisyeninden muhalif gazetecisine, KHK’lısından grevci-direnişçi işçisine kadar tüm toplumsal muhalefet güçleri faşist baskı ve terörün hedefleri arasındadır. Hatta çevreci olmak, hayvan sevgisi taşımak “terörle” ilişkilendirilmek için yeterli görülmektedir.

Dümenini elinde tuttuğu düzenin ayakta kalması için tüm şiddetiyle gaza basan Erdoğan AKP’si yıka yıka, önüne çıkana çarpa çarpa yol almaya çalışmaktadır. Fakat baskı, sömürü ve savaşa dayalı politikaları ne denli şiddetli olursa yaşayacakları yıkım da o denli sarsıcı olacaktır.

 

 

 

 

 

Susmak insanlığımızı kaybettirir!

 

AKP-Erdoğan rejimi, emperyalistlerle işbirliği içinde gerici çeteleri besleyerek Suriye’den pay kapma hedefiyle savaş ve saldırganlığı tırmandırıyor. İdlib’de yaşananlar bunun en güncel örneği oldu. Öte yandan, kirli savaşı meşrulaştırmak için kullandıkları milliyetçi-şoven söylemlerin ve “terör” demagojisinin gelinen aşamada işçi-emekçiler nezdinde bir karşılık yaratmadığı da açık. Zira, AKP iktidarının tüm çabasına rağmen emperyalist güçlerle yaptığı kirli pazarlıklar savaş gerçeğini daha da açığa vurmaktadır.

Bugün gerici-cihatçı çetelerin biricik destekçisinin AKP iktidarı olduğu herkesin malumudur. 36 askerin ölümünden sorumlu olanın da. Kirli emelleri için göçmenleri Avrupa kapılarına göndermeleri, milyonlarca insanı göç yollarında açlığa, sefalete ve ölüme mahkûm etmeleri Erdoğan AKP’sinin maskesini tamamen düşürmüştür.

Bütün bu tablo içerisinde savaş ve saldırganlık politikalarının yükünün işçi ve emekçilerin sırtına yıkılması daha da uyarıcı olmakta, gerçeklerin görülmesini kolaylaştırmaktadır.

Erdoğan’ın İdlib harekatına karşı çıkanları hedef göstermesine, baskı ve tehditlere, gözaltı ve tutuklamalara karşın Metropoll araştırma şirketinin yaptığı bir ankette operasyona destek verenlerin oranı yüzde 30’da kaldı. Ankete katılanların %48’i ise İdlib’e müdahaleye karşı çıktı. Bu oranların insanların düşüncelerini söylemekten çekindiği baskı koşullarında ortaya çıktığını da unutmamak gerekir.

Savaş ve saldırganlık politikalarına bu kadar tepki varken, AKP-Erdoğan iktidarının kitlelerin desteğini yitirmeye başladığı bir dönemde halen işçi-emekçilerin suskun olmasının temel nedeni iktidarın baskı politikalarıdır. Ancak suskunluğun hiçbir şeyi değiştirmediği açık bir gerçektir. Suskunluk, işçi sınıfı için yıkımın derinleşmesi anlamına gelmektedir. Daha da önemlisi, suskunluk insanlığımızı kaybetmek, insanların acılarına sırtımızı dönmek ve yozlaşmak anlamına gelmektedir.

İnsan olmanın gereği olarak suskunluğumuzu bozmamız gerekmektedir. Bunun kendisi sesimizi daha güçlü haykırmak, sokağa çıkmak, eyleme geçmek anlamına gelmektedir. Tarihi, susarak bekleyenler ve boyun eğenler değil ayağa kalkanlar yazmaktadır.

1 Mart 2003 Irak Tezkeresi’ne karşı sokağa çıkan onbinler, ABD saflarında Irak’a asker gönderilmesine tepkilerini ortaya koymuş, tezkerenin meclisten geçmesini engellemişti. Bugün de yapılması gereken savaş ve saldırganlık politikalarına karşı sokağa çıkmaktır.

AB ülkelerinin göçmen politikasına karşı geçtiğimiz hafta Basel’de sol ve anti-faşist güçler, Türk ve Yunan devletlerinin göçmenlere yönelik saldırılarını protesto etti. Hamburg, Berlin ve Atina gibi birçok kentte göçmenlerle dayanışma eylemleri gerçekleştirildi. Atina’da “Birlikte yaşayabiliriz. Sömürü, savaş, milliyetçilik ve ırkçılığa karşı birlikte savaşabiliriz” şiarıyla faşizme karşı mücadelenin yükseltilmesi gerektiğine vurgular yapıldı.

Başta Suriye halkları olmak üzere, Ortadoğu halkları için yıkım anlamına gelen bu kirli savaşı durdurmanın, emperyalist hesapları bozmanın başka çaresi yoktur. Emperyalizm dünyayı yıkıma götürürken, AKP-Erdoğan iktidarı da bu yıkımı elini uzattığı her alanda derinleştirmektedir. Tüm bu nedenlerle Rosa Luxemburg’un “Ya kapitalist barbarlık içinde çöküş ya sosyalizm!” çağrısı güncelliğini hala daha korumaktadır.

R. U. Kurşun