Ermeni soykırımına dair tartışmalar yeni bir sinema filmiyle beraber alevlendi. Filmin adı Ararat. Film, Ermeni soykırımına dair Ararat isimli bir film çekmek için bir araya gelen bir grup insanın hayatlarından kesitler alarak, 1915lerde Vanın köylerinde yaşananları Ermenilerin gözüyle anlatıyor. Filmde sinema tekniği anlamında büyük bir yenilik olmadığı gibi, görsellik anlamında da etkileyici olduğu söylenemez. Ancak film vizyona girmeden önce başlayan tartışmalar film üzerinde konuşmayı gerekli hale getirdi.
Film günümüzde geçiyor. Ancak filmin içinde çekilen film, birinci dünya savaşı yıllarını konu alıyor. Savaş sırasında Ermenilerin köylerinden sürüldüğü ve bu sırada büyük bir çoğunun öldürüldüğü, bir çok kadının savaş sırasında tecavüze uğradığı gerçeğini anlatıyor. Türk askerlerin kadın erkek, yaşlı çocuk demeden, herkesi öldürdüklerini, köyleri yaktıklarını, evleri talan ettiklerini anlatıyor...
Peki nasıl anlatıyor? Yönetmen Atom Egoyan hangi dili kullanıyor bu filmi çekerken? Barışın ve insanlığın dilini mi, yoksa intikam duygusunun ve öfkenin dilini mi?
Elbette filmde anlatılan hikayeler yaşanmıştır. Bugün Filistinde, Irakta yaşananlar, Hitler döneminde Avrupada yaşanmış olanlar, yakın geçmişteki Halepçe katliamı...Tüm bu örnekler, Ermeni katliamında varolan yaşanmışlıkların benzerlerini içeriyor. Yani sorun filmin anlattığı hikaye değil, bunu tekrar tekrar vurgulamak gerekiyor. Sorun filmin bu katliamı algılayış tarzı, sorun filmin bu katliamdan kimleri sorumlu tuttuğu ve yine sorun, bu filmin ateşlemeye çalıştığı şoven duygular.
Ararat filminin dünyada yaşanan emperyalist savaşları kötülemek, karalamak gibi bir derdi yok. Yahut kendilerini katledenin yöre halkı değil, ordu olduğu vurgusunu yaparak, militarizmin kurumsallığının özünde böyle bir vahşetin saklı olduğu gerçeğini dile getirmek gibi bir derdi de yok. Film, Geceyarısı Ekspresinde yapıldığı gibi Türkiyedeki insanların tamamını deli ya da hırsız olarak göstermemiş. Yani gayet düzeyli ve büyük ölçüde sıradan bir tarih filmi denebilecek nitelikte. Ancak bu kez de Türkiye insanına filmle beraber bir katliamın suçu yüklenmiş ve bunun öfkesi kusulmuş.
Filmin güçlü milliyetçi oklar fırlatması özünde iki yönlü. Türklerin asla affedilemeyeceğine dair mesajların yanı sıra, filmin en estetik görüntüsünü oluşturan Akdamar Kilisesi ile ilgili, neler kaybettiğimizi görünce daha çok üzülüyorum gibi yorumların yapılması, filmi gerçekten durması gereken nesnel çizgiden koparmış. Ve aslında çok şey anlatabilecekken, söyledikleri öfkeli ve fazla milliyetçi olduğu için, inandırıcılığını ya da daha doğrusu etkileyiciliğini kaybetmiş. Holywoodun başarısız denemeleri ya da güdümlü olarak çektiği propaganda filmlerini saymazsak, Avrupa ve Amerikan sinemaları incelendiğinde görülecektir ki, bu tarz politik, ırkçı, dinsel katliamların tamamının sinemaya aktarımında öfkenin yanına konan, bütün insnlığa duyulması gereken sevgidir. Çünkü böylesine katliamlar görmüş, savaşın içinde yaşamış bir halk barışın değerini herkesten daha iyi bilir. Ancak bu filmde öfke, genel olarak filme hakim biricik öğe durumunda.
Filmin sözünün inandırıcılığını olumsuz etkilemesi sorununu Türkiye çözdü. Özellikle Devlet Bahçelinin filmle ilgili olarak Bu ülke sahipsiz değildir sözleri, onu izleyerek Ülkü Ocakları başkanının devlet yasaklamasa da bu filmi biz yayınlatmayacağız açıklaması, filmin konusunun gerçek olup olmadığına dair şüphe taşıyan insanları da ikna etmiş oldu.
Filmle ilgili o kadar çok basın toplantısı yapıldı ki, film neredeyse herkesin gündemine oturdu. Türkiyede güya devlet eliyle yasaklanmamış oldu. Hatta Erkan Mumcu yaptığı açıklamada, bunun bir provokasyon olduğunu ve bu provokasyona gelinmeyeceğini vurguladı. Bir sinema filmini yasaklamamakla övünen bir kültür bakanı, herhalde Türkiyeye özgü vakıadır. Erkan Mumcunun ardından açıklama yapan filmin yayın hakları sahibi Belge Film sahibinin sözleri daha da ilgi çekiciydi: Biz bu filmin yayın haklarını Geceyarısı Ekspresinde düştüğümüz duruma düşmeyelim diye aldık. Ama böyle bir filmi Türkiyede yayına sokmayacağız...
Böylece şu günlerde demokrat görünmeye çalışan Türk devleti, filmi resmen yasaklayarak prestij kaybetmemiş oldu. Ama gerçekte filmin gösterimini gayri resmi yollarla engelleyerek, değişmedim, rol yapıyorum yalnızca mesajını da anlayan herkese bir biçimde iletmiş oldu.
Elbette bu birbirinden komik demeçler ters tepti. Olup bitenler filmin Türkiyede yaygın biçimde izlenmesine yolaçtı. Zira çok kimsede filmle ilgili büyük bir merak uyandırdı. Bu açıklamalar olmasaydı, filmin bu denli reklamı olmazdı, muhtemelen çok sınırlı sayıda insan tarafından izlenirdi. Şimdi ise film vizyona girmese bile CDsi sokak tezgahlarına düştü. Bu da ilginç bir sonuç doğurdu.
Filmi izlemek isteyenler, film hakkında olumlu olumsuz abartılı beklentiler içine girmesinler. Zira film üzerinde konuşulacak derin tarihi saptamalarda bulunuyor değil. Denebilir ki tek artı yanı seyircide uyandırdığı merak!