7 Haziran'03
Sayı: 22 (112)


  Kızıl Bayrak'tan
  Düzenin krizi ve açmazları iç dalaşmayı şiddetlendiriyor
  Özelleştirme saldırısı ve PETKİM
  Sınıf hareketinin mevcut durumu üzerine...
  Sınıf hareketinden...
  Şakirpaşa İşçi Kültür Evi keyfi olarak kapatıldı!
  Akabe Zirvesi'nin gündemi: Ordusuz bir devlet,...
  A. Gül İKÖ toplantısında ABD emperyalizminin sözcülüğünü yaptı...
  TOBB Genel Kurulu'nda hükümeti ve muhalefetiyle sermaye partileri boy gösterdi...
  Irak halkı emperyalist işgali reddediyor!
  Kölelik yasasına karşı örgütlenmeye, birleşik mücadeleye!
  Genel af dilenciliğinin anlamı üzerine
  15-16 Haziran...
  15-16 Haziran Direnişi'nin ruhuyla mücadeleyi yükseltelim!
  Emperyalist G-8 Zirvesi...
  Evian Zirvesi: Bir iflas tablosu
  Fransa'daki çatışmanın tayin edici günleri yaklaşıyor
  Doğu Almanya'da metal grevi...
  Esenyurt İşçi Bülteni'nden...
  İhanette "Yeni adım"!
  İmparatorun yeni macerası...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
İhanette “Yeni adım”!

Türkiye Sağlık İşçileri Sendikası’nın aylık yayın organı “Yeni adım”ın Mayıs sayısı, sendika yönetimlerinin içine düştükleri ihaneti ve işbirlikçi tutumlarının boyutlarını ortaya koyuyor. Toplam 8 sayfalık yayın organında yazılanlar muğlak, çözüm yolu göstermekten uzak ve çelişkilerle dolu. Bir taraftan iş güvencesi yasası methedilirken, öte yandan iş yasasının ağır sonuçlarına sınırlı da olsa yer veriliyor.

Genel Başkan Mustafa Başoğlu’nun yazdığı başyazı buna bir örnek. “Sanayileşmenin başlamasıyla birlikte işyerlerinde çalışmaya başlayan insanlar, giderek ‘işçi’ ya da ‘emekçi’ sıfatını almışlardır” diye başlayan yazı, o dönemki işçi ve emekçilerin ağır çalışma şartlarına değiniyor. İşçiler, emeklerinin karşılığını almak, iş kazalarından korunmak, vb. hakları elde etmek için “bir arada olmayı çıkış yolu olarak görmüşlerdir” diyor. Sınıfın birliği işçilerin birliği ve sınıf dayanışmasıdır. Ama bizim başkan “sendikacılıkta buna kafa ve kasa birliği” denildiğini yazıyor. Ama dikkat edin “sendikacılıkta” diyor, kendi anladığı sendikacılığın ne olduğunu itiraf edercesine...

Bu “kafa ve kasa birliği” sözleri ne anlama geliyor? Bugün için işçi sınıfı ve emekçilerin karşı karşıya kaldığı kölelik yasalarına karşı mücadele ne ifade etmektedir? Başoğluna göre hiçbir şey! İşçilerin birliğini ifade ediyormuş gibi gösterilen bu sözün gerçekte Başoğlu’nun zihniyetindeki ırkçılığı, dinsel-mezhepsel ayrılığı ifade ettiğine şüphe yoktur.

İşçilerin birliğinden ne anladıklarını kendi yazısından vereceğimiz örneklerle ortaya koyacağız. Kasa birliğine gelince, söylenecek tek şey ancak şudur; ihanetçi sendikal yönetimler için iyi bir vurgun alanı! Onlar için kasanın dolu olması çok önemlidir. Oysa sendikacılık kasacılık değildir, mücadeledir. Ve şunu sormak gerekiyor: Madem “kafa ve kasa birliği” bu kadar önemli, neden bu birliği şu ana kadar kullanmadınız. Yıllardır hemen her işçi direnişi maddi-manevi desteksizlikten dolayı bitmek zorunda kalırken, neredeydiniz?

Söylenenle yapılanın uyuşmadığı bir tablo ortadayken kalkıp “hak almak için güçlü olmak lazım ilkesi hayata geçirilmiştir” demek, sendikal anlayışınızı ele veriyor? Hak almanın yolu mücadeledir, iktidar kapılarında dilencilik yapmak değil! Mücadeleye daha çok kasa yönünden bakıldığı içindir ki “üyesi azalan sendikaların aynı zamanda gelirleri de azalmaktadır” ifadesini sıkılmadan kullanabiliyorsunuz. İşçilerin dağınık, parçalı, örgütsüz oluşlarından dem vurup, bu nedenle işverenlerin kolaylıkla hak gaspettiğini ifadesi doğru olmakla beraber, bunda kendi payınızı sorgulamıyorsunuz. Çünkü bu sizin ihanet içinde bir sermaye uşağı olduğunuzun itirafı anlamına gelecektir. Gerçekte sınıfın birliğinden yana olmadığınızı içinden geçtiğimiz şu ağır saldırı süreci gouml;steriyor. Sizi ve sizin gibi lafebeliği yapanların gerçek kimliğini açığa çıkarıyor.

“Yeni adım” bülteni Kırıkkale’de Petrol-İş Sendikası’nın özelleştirme karşıtı mitingi için ne diyor: “Sağlık-İş Genel Başkanı Mustafa Başoğlu da katılarak destek vermiştir”. Yani tüm yaptığınız bu. Binlerce işçi hakları ve geleceği için alanlardayken, siz sadece gidip boy gösteriyorsunuz. Peki en azından o bölgedeki örgütlü gücümüzü niye kullanmadınız? Niye kitlesel destek vermediniz? Hani işçiler güçsüz oldukça hakları gaspedilir lafazanlığının pratiği? Ardından da sıkılıp utanmadan “eylemleri desteklemeye devam etmekteyiz” diyorsunuz. İşinizin, işçi sınıfı adına mücadele olmadığı açık. Size göre hakların gaspedilmesinin nedeni de işverenin pervasızlığı! Bir de utanmadan bunu şöyle gerekçelendiriyorsunuz: “Yeni hak alma peşinde koşmayı bırakıp, mevcudu koruma zorululuğunu doğurmuştur”. Bu neyin zorunluluğudur? İhanetin, işçiyi satmanın! Ne adına? “Mevcudu koruma” adına! Peki mevcudu koruyabildiniz mi? Hayır! 1475 sayılı yasa bunu gösteriyor. İşte sizin gerçek yüzünüz.

Cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlardan bir şeyler dilenmek mücadele sayılıyorsa eğer, böyle yapmaya devam edin. Çünkü işbirlikçi, ihanetçi misyonunuzu böyle yaparak anlatmış oluyorsunuz. Bundan dolayı işçiler sizin gibilere artık güvenmiyorlar. Türk-İş’in ipliği pazara çıkalı yıllar oluyor. Gurur duyuyoruz diye yazdığınız Türk-İş Başkanı Kılıç’ın size “en sadık sendikamızsınız” demesi de nerede olduğunuzu gösteriyor. Bürokrasiye köle, işverene uşak olduğunuzu doğruluyor. Ama unutmayın, biz işçi sınıfı ve emekçiler de boş durmayacağız. Binbir yalan ve hileyle gaspettiğiniz sendikamızı sizin gibi hainlerden temizleyeceğiz.

“Yeni adım”da yer alan bir başka kandırmaca da sökmeyecek! “İş güvencesi kanunu yürürlükte” müjdesini verip, bu sözde kanunu işçinin lehineymiş gibi göstermek aldatmaca değilse nedir? Kazanım adına hiçbir şey getirmeyen bu kanunu övmek, işçi ve emekçinin kafasını karıştırmaktan öte ne anlam ifade etmektedir? Kaldı ki bu yasa bile işverenlerin istediği gibi düzenlenerek yeniden meclise gönderilmiştir. Aynı yazının yan sayfasında “İş kanunu işveren kanununa dönüştü” başlıkla bir yazınız var. Bu yazıları yanyana yer verme hatasına düşmüş olmalısınız. Çünkü iş yasası çıktığı andan itibaren, iş güvencesi diye yutturmaya çalıştığınız sözde kazanımları zaten işlevsiz hale getiriyor. Öte yandan, iş kanunu başından itibaren işverenlerin dayattığı bir saldırıydı. Haberiniz yokmuş da herşey aniden oluş gibi davranmanız ne anlama geliyor? Şimdi suçu kime atacaksınız? İşbirilikçi AKP’nin, İMF’nin, DB’nin, TÜSİAD’ın, TİSK’in pervasızlığına mı? Peki ama sizin göreviniz tam da bunlara karşı mücadele etmek değil mi? Söyler misiniz, koskoca bir yıl geçti, saldırı yasalarının püskürtülmesi için ne yaptınız? Bırakın eylem örgütlemeyi, yasalara karşı sınırlı da olsa yapılan eylemlerde neredeydiniz? Han işçilerin kafa birliğini savunuyordunuz? Daha bir de “toplusözleşme görüşmeleri sürüyor, zor durumda kalmayalım” gibi gülünç bir gerekçeyle 1 Mayıs toplantısı yapmayı yasakladınız. Hem de sınıf dayanışmasının, birliğinin en güçlü olması gereken bir günde...

Tek yanlı olduğunu söylediğiniz yeni iş kanunu, sizin de söylediğiniz gibi tek yanlıdır, doğru. Burjuvaziden yanadır, bu da doğru. Ama ne bizim ne de işçi sınıfının unutmaması gereken bir şey daha vardır. O da bu yasanın çift yanlı hazırlanmış olmasıdır. Bu yasa TÜSİAD, hükümet ve de sizlerin marifetidir!

Bu ülke peşkeş çekilmeye devam ediyor. Özelleştirme adı altında ülkemizin en kârlı kuruluşları üç kuruşa satılıyor, doğa tahrip ediliyor ve işçiler tüm haklarını kaybediyor. Siz “hiç kimse bize pabuçlarını öptüremez!” diye gürleyedurun, kuklası olduğunuz efendiler yıllardır o pabuçları yalatıyorlar size.

Özcesi şudur: Sizler de, tüm sermaye hükümetleri de üzerinize vazife olan uşaklığı layıkıyla yapıyorsunuz. Ama şunu unutmayın, Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri henüz son sözünü söylememiştir. Korkularınız gerçeğe dönüşecektir. İhanetinizin en büyük kanıtı da şu anki TİS sonuçları olacaktır. Başoğlu hala TİS görüşmelerinin sürdüğünü belirtiyor. Ama ne aşamada olduğuna dair, neleri talep ettiklerine dair hiçbir şey söylemiyor. Biz işçiler ise merak ediyoruz doğrusu; pazarlık sonucu elimizde bir kırıntı kalacak mı?

Fırsat varken “kasa birliği”nizi ihmal etmeyiniz. Eninde sonunda bu ihanetlerinizin hesabını vereceksiniz. Çünkü işçiler olarak bizler sizin kafa ve kasa birliğinize değil, sınıfın öz gücüne inanıyor ve ona güveniyoruz.

Sağlık işçileri/İstanbul



Bizimlesin Nazım usta, kızıl atlıların içinde!

3 Haziran ‘63’te kapadın gözlerini. Silindi gözlerindeki bütün renkler, kesildi soluğun. Ülke ve kavga diye çarpan yüreğin durdu. Yani ‘63’ten beri sen yoksun usta. Bedenin eksildi kavgadan. O gün ağladı sana Asyalı, Afrikalı, Avrupalı “büyük insanlık”. Ağladı zorla koparıldığın ülken...

Sevinen bir tek onlar oldu. Hani o irin emen sülükler var ya, işte onlar. Zaten ne onlar seni sevdi ne de sen onları. Onlar ki “umudun düşmanı”dırlar. Onlar ki çocuklarımızı işten eve sapsarı iskelet gönderenlerdir. Hani dikilip karşılarında, makinada kolu kopan işçi Memed’in, bacağını Kore’de bırakan askerin diyetini istediklerindir.

Onlar seni nasıl sevsin usta! Sen ki Afrikalı aç çocuk, Japonya’da katledilen halk, Rusya’da partizan Tanya oldun. Sen ki aman dilemedin hiçbir zaman celladından. Mahpus mahpus, ülke ülke sürgün gezdin, yine de vazgeçmedin kavgadan. Vazgeçmedin ülke sevdasından. Onlar halen sevmiyor ülkesini, halkını, emeğini seveni. Kavgamız bitmedi usta. Kavganın her soluğunda sen varsın. Katledilirken de, fabrikada direnirken de... İşkencede de, eylemlerde de yanı başımızdasın hep kavgaya dair dizelerinle. Sevemezler seni usta. Çünkü sen benden yanasın. Çorla çapalayan gebe anadan, kara sabanla toprağı sürenlerden yanasın. Çünkü sen çarkları ıslatan, bantları dolaşan, onların kanlı kasasında paraya dönüşen alınterinden yanasın. Sen bana doğru yolu göstermek için yaptın, yaptığın ve yazdığın herşeyi. “Koyun gibi olup güdülme, sınıfını ve safını bil” dedin. Hele hele partisiz olma dedin. Çobanın sopasını görünce sürüyle katılan koyun olmamam için sen çok şey öğrettin.

Sen işçi sınıfının davasına adadın kalemini, beynini, yüreğini ve de bedenini. Ve hala bizimlesin. Rüzgar kanatlı kızıl atlılar içinde kılıç oynatıyorsun, beyaz atlıların ardından söylüyorsun yapılması gerekeni.

Çok uğraştılar, seni nasırlı elimden, tuzlu alınterimden ve de verdiğin kavganın içinden çekip almaya. Kara çaldılar, hakaret yağdırdılar sana “O bir komünist, o bir vatan haini!” deyip durdular. Senden sonra da cevap veren oldu kendince. Ama hiç kimse senden ustaca cevap veremedi. Hani demiştin ya “Vatan gebermekse açlıktan şose boylarında ben vatan hainiyim!” İşte verilebilecek en güzel cevap bu usta.

Bol bol konuştular “aşk”larından, mezarından, vasiyetin çınar ağacından. Ama değinemediler iki kelime kavgana... Söyleyemediler neden işçi Memed’in diyetini istediğini. Ya da neden Afrikalı, Hiroşimalı çocuk olduğunu. Oysa ahkam kesenler usta, olamadı Bosnalı, Afganlı ve de Iraklı çocuklar. Beyaz ordular katletti onlarcasını. Sana dair konuşanlar da sadece seyrettiler. İşçi Memetler ise fazla olmasa da yaptı bir şeyler. Yani kısacası, sen hala bizim ustamızsın, bizimlesin her barikatta, her direnişte.

Seni anlatmak kolay, anlamak zor usta. Seni anlamak sevmektir memleketini. Seni anlamak direnmektir cellada. Seni anlamak sallamaktır kavga bayrağını düşmanın üstüne. Seni anlamak sınıfsız, sömürüsüz bir dünya için mücadele etmektir; gündüzünde sömürülmeyen, gecesinde aç yatılmayan...

K. Boran