Irakta federasyon girişimleri karşısında sermaye iktidarı şoven ve saldırgan bir kampanya başlattı
Kürt halkına kendi kaderini tayin hakkı!
Irak düzen cephesinden son birkaç haftanın en sıcak gündemlerinden biri haline gelmiş bulunuyor. Bunu sağlayan iki önemli gelişme söz konusu. Birincisi, İncirliki ABDnin hizmetine açan sermaye iktidarının bu uşaklığının deşifre olmasıdır. İkincisi ise, sermaye iktidarının uzun zaman önce belirlemiş olduğu kırmızı çizgilerin aşılma ihtimalinin güçlü biçimde ortaya çıkmasıdır. Irakta geçici anayasanın belirlenmesi yönünde işgal yönetimi tarafından Geçici Hükümet Konseyi üyeleriyle yapılan görüşmelerde YNK ve KDPnin milliyet temeline dayalı federatif bir Irak yönünde ortaya koydukları inisiyatif, sermaye iktidarının korkularını büyütmüş bulunmaktadır.
ABDye uşaklık, Kürt halkına saldırganlık!
Üstüste düşen bu iki gelişme, daha önce de benzer biçimde yaşanan bir durumun tekrarı niteliğindedir. Hatırlanacağı üzere, sorunun bu biçimde ortaya çıkışı, daha önce ABD ile sermaye iktidarının Irak işgali öncesinde yaşanan kan parası pazarlığı sürecinde olmuştu. Kan parası pazarlığı, bağımsız bir Kürt devleti tehlikesi, Kerkük vb. temalar üzerinden benzer bir şoven saldırgan kampanya ile paralel yürütülmüştü. Bu tartışmaların yaşandığı dönemde durumu ABDnin Kürt Kementi başlığıyla değerlendirmiştik. ABDnin, Türk ordusu kendi hesabına savaşa sokulmazsa Kürt gruplarını kullanacağı, bunun da Türk devletinin Irak üzerindeki inisiyatif imkanlarını ortadan kaldırması nedeniyle onu denetim altına almanın bir aracı haline getirildiğini vurgulamıştık. Nitekim gelişmeler bu yönde seyretti. Uanç verici bir uşakça pazarlığın ardından sermaye iktidarı asker gönderme tezkeresini meclise getirdi. Ancak bilinen nedenlerle (iç çatlaklar ve toplumsal muhalefetin basıncı) bu emellerinde başarılı olamadı. ABD bu durumda Irak işgalini kuzeyden Kürt gruplara dayanarak gerçekleştirdi.
Benzer bir ısınma durumu çuval olayı sırasında yaşandı. Tezkerenin geçmemesi, Kuzey Iraktaki Türk askeri varlığına yönelik aşağılayıcı operasyon ile yanıtlandı. Bu operasyonla benimle olmuyorsan sana bu bölgede söz hakkı vermiyorum mesajı verilmiş oluyordu. ABDnin bu aşağılayıcı saldırısı ülke yönetenleri tarafından tam bir arsızlıkla sineye çekilirken, tersinden saldırgan ve histerik bir şovenist kampanya ile kırmızı çizgiler üzerinde yoğunlaşıldı.
Bu gerilim sürerken, Dışişleri Müsteşarı ABDnin yolunu tutup Iraka asker gönderme önerisini iletirken, ordu ve hükümet adına yapılan açıklamalarda da bu öneri teyit edildi. Ancak bu kez Kürt grupların haklı olarak Türk ordusunun Iraka gelmesi durumunda kazandıkları mevzilerin yitirilmesi ve gelecekteki gelişmelerin seyrine müdahalesinden duydukları kaygı nedeniyle ortaya konulan (halkın da sokaklara döküldüğü) tepkiler karşısında ABD, bu öneriyi reddetti. ABDnin bu tavrında belirleyici olan, Irak direnişiyle birlikte içerisine düştüğü açmaz nedeniyle Kürt grupları karşısına almak istemeyişiydi. Kürt gruplarının aleyhine bir tutum, bu bölgeyi de kaybetmek ve içine düşülen bataklığa boylu boyunca uzanmak anlamını taşıyordu. Bu koşullarda sermaye iktidarı Kuzey Iraktaki hareket yetene&crren;ini tümüyle kaybetti.
Gelinen noktada İncirlikin savaş üssü haline getirilmesiyle birlikte yükseltilen Kuzey Irak gerilimi, bir kez daha ülke yönetenlerinin ipleri daha sıkı biçimde ABDye verdiğinin resmi olmuştur. İşte sermaye iktidarı bu uşaklığının karşısında ABDden, Kürtlerin Iraktaki mevcut statülerinin ileriye doğru değişmemesini talep etmektedir. Elbette bir kez daha, ABDnin sermaye iktidarından uşakça roller alması yönünde yeni taleplerde bulunması birbirini tamamlamaktadır.
Sermaye iktidarı ABDye uşaklık çizgisini
derinleştirerek sonuç almak istiyor
Sermaye iktidarının KDP ve YNKnın Irakta federasyon yönünde bir yapılandırma girişimlerine karşı aldığı tavır en üst düzeyden tehdit ve şantaj olmuştur. Erdoğan ve Gülün bu minvalde yüksek perdeden konuşmalarının ardından, ordu adına yapılan bir açıklamayla bu tutum açıkça ortaya konulmuştur.
Ordunun açıklamasında, etnik temelde federasyonun sonu Irak için zor ve kanlı olur denilmektedir. Bu tehdidin ne denli yaşam bulacağı esasta ABDnin tutumuna bağlı olacaktır. Ama Türk devletinin ajanlarının ve özel harekatçılarının bu yönde çeşitli taşeron Türkmen örgütlerini kullanabileceği ihtimali üzerinde de durulabilir.
Bu tehditlerin pratik anlam ve sınırlarını Radikal gazetesi yazarı Murat Yetkin şu sözleriyle ortaya koymaktadır:
Genelkurmayın Iraktaki gelişmeler üzerine görüşlerini iki ana noktada toplamak mümkün:
- Irakın Şubat sonuna dek belli olacak siyasi şekillenmesinde etkili olabilmek.
- Bu amaçla ABD ile ilişkileri yakın ve sıcak tutmak.
Birincisinin ne anlama geldiği ortada. Sermaye iktidarı tüm olanaklarıyla Kuzey Irakta Kürt gruplarının kalıcı bir kazanım elde etmelerine engel olmaktır. İkinci nokta ise, bu amaca ulaşabilmek için izlenecek politikanın özünü ve aynı zamanda sınırlarını ele vermektedir. Bu tek kelimeyle ABD hesabına daha ileri roller üstlenmektir. ABD emperyalizmine tümüyle teslim olmaktır. Sermaye iktidarınca savrulan tehdit ve saldırganlık mesajları ancak ABDye uşakça sadakatin karşılığında bir etki gücü taşıyabilir.
İran ve Suriye ile Kürt halkına karşı
gerici-saldırgan ittifak arayışları
Türk sermaye devletinin ABD dışında umut bağladığı ya da en azından tehditlerine güçlü bir dayanak olarak kullanmaya çalıştığı diğer olgu, Kuzey Iraktaki gelişmelerden benzer nedenlerden dolayı rahatsızlık duyan İran ve Suriye ile aynı tutumda ortaklaşmasıdır. Bu iki gerici devletle bu nedenle son günlerde bu yönde işbirliği imkanları araştırılmakta ve ortaklaşılmaya çalışılmaktadır. Beşar Esadın Türkiye ziyareti bu bakımdan özel olarak değerlendirilmeye çalışılmıştır.
Sermaye iktidarının bu arayışlarının sınırları da elbette yine ABDnin bölgesel çıkar ve politikalarınca belirlenmektedir. Açık ki, ordu açıklamasıyla ortaya konulan politikanın özü böyle bir işbirliğini dıştalamaktadır. Öyle ki, tersinden Kürt sorununun çözüm hamiliğine soyunabilecek bir ABD (ki daha öncesinde ABD bu yönde belli ilk girişimlerde bulunmuştu; KADEKin İrana yönlendirilmesi ve bu amaçla çeşitli Kürt gruplarının desteklenmesi vb. gibi), Kürt sorununu bu ülke rejimlerine müdahalenin de bir imkanı olarak değerlendirme yoluna gidebilir. Elbette Irakta bir parça rahatlayabildiği koşullarda.
Tüm bunlar bir yana, tarihsel olarak Kürdistanı aralarında paylaşmış bu üç ülkenin gösterdiği ortak gerici refleksten, Kürt sorununun Ortadoğudaki dengelerin bozulması ve yeniden kurulmasında nasıl bir kilit role sahip olduğu bir kez daha görülmektedir.
Elbette, Kürt sorununa emperyalist çözüm koşullarında, bu rol emperyalist stratejilerin hayat bulmasında, yani halkların köleleştirilmesinde kullanılacaktır. Diğer taraftan, devrimci bir önderlik altında geliştirilebildiği koşullarda, Kürt sorunu bölgesel devrimci değişimler için ciddi bir olanak anlamına da gelmektedir. PKKnin devrimci bir çizgide geliştiği bir dönemde Güney Kürdistanda ve bölgede yarattığı etki ve potansiyel devrimci olanaklar hatırlanırsa, bunun anlamı kolayca anlaşılabilir.
ABDnin Ortadoğu düzeninde ulusal kurtuluş aramanın sonu hezimettir!
Emperyalist ilişkiler düzleminde, emperyalizmin bölgedeki taşeronluğunu yapan sermaye iktidarı ile Irakta daha alt bir taşeronluk rolü üstlenen Kürt burjuva-feodal partiler arasında yaşanan, özünde Kürt sorununun kapsamı ve potansiyellerine dayanan bu gerilim-çatışma dinamikleri, ABD emperyalizminin bölgesel politik tercihleri, öncelikleri ve ihtiyaçları çerçevesinde şekillendirilmektedir. Dolayısıyla bu durum, ABDnin bugün Ortadoğu politikasının kaosa ve hezimete açık oluşu nedeniyle her an ABDnin ihtiyaç ve önceliklerine bağlı olarak değişime açıktır.
Bunun ne anlama geldiği, 75 ve 91 olayları üzerinden de anlaşılabilir. ABDnin teşvikiyle ayaklandıktan sonra yüzüstü bırakılarak büyük acılar çektirilen Kürt halkı, bir kez daha aynı sonuçlarla yüzyüze kalabilir. Nitekim bugün ABDde yönetim çizgisindeki yayınlarda şu keskin soru sık sık sorulmaktadır: ABD bir seçim yapmak zorunda kalırsa TCyi mi, yoksa TCyi karşısına alarak Kürtleri mi tercih eder? Aynı soru TCnin yerine Şiiler konularak da sorulmakta ve yanıtlar genelde ilkini seçeceği biçiminde verilmektedir.
Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkına
sahip çıkmanın önemi
Güney Kürdistan cephesinden yaşanan bu gelişmeler, bağımsız devrimci sınıf tutumunun önemini ortaya koymaktadır. Çünkü, çeşitli küçük burjuva sol kesimlerde (liberal Kürt milliyetçileri cephesinden bu zaten açık bir kimlik ve tutumdur) genel bir tutum olarak, sermaye iktidarının şovenist ve saldırgan tutumuna karşıtlık adına Barzani ve Talabanilerin savunulması derekesine varan bir yaklaşım gösterilmektedir. Özellikle Barzaninin açıklamaları bu yönlü düşüncelerin sarıldıkları bir tutamak haline gelmiştir. Barzani, eğer ABD çözümün arkasında durmaz, Kürtleri ödüllendirmezse halkın öfkesini durduramayacaklarını ve direneceklerini söylemektedir.
Böyle bir durumda Kürt halkının ayağa kalkma ihtimali, onun taşıdığı devrimci potansiyeller gerçeğine dayanmaktadır. Ancak, ne Kürt halkının haklı ve meşru ulusal istemleri yönündeki kararlılığı ve mücadeleci dinamikleri ile burjuva-feodal halk düşmanı Barzani ve Talabaniler aynılaştırılabilir, ne de bu uşak takımı olası bir ABD ihanetine ve gerici bölge rejimlerinin saldırısına karşı Kürt halkının ayaklanmasına önderlik edebilir. Kürt halkının kaderini belirleme iradesini halklara düşmanlık çizgisinde ABDye bağlayanlardan böyle bir irade ortaya koymaları beklenemez. Bu uşak takımı Kürt halkını ancak yeni acılar ve kırımlarla yüzyüze bırakabilir.
Bunlar bir yana, bugünkü duruma bakıldığında dahi görünen gerçek şudur ki, bu ABD uşağı önderlik, Kürt halkını Arap halkının işgal karşıtı direnişi karşısında konumlandırarak, halklar arasında yeni çatışma tohumlarını ekmişlerdir. Federasyon istemine en güçlü karşı çıkışlardan biri bizzat Arap halklarından gelmektedir.
Bu sorun çerçevesinde doğru devrimci tutum, işbirlikçi Kürt burjuva-feodal önderlerin konum ve kimliklerine karşı açık tavrı, başta ABD olmak üzere ve Türk, İran ve Suriye sömürgeci devletlerinin her türlü şoven-saldırgan politikalarına karşı kararlıca mücadele ile birleştirmektir. Bu çerçevede, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını her koşulda sahiplenip savunmaktır.
Bu tutum, Kürt halkına olduğu kadar, Kürt halkıyla samimi kardeşlik bağları temelinde kader birliği yapmış bölgenin emekçi halklarına, birlikte gerçek kurtuluş ve özgürleşmeye giden yolu açacaktır.
|