24 Ocak'04
Sayı: 2004 (17)


  Kızıl Bayrak'tan
  Yerel seçimler ve devrimci tutum
  Latin Amerika örnekleri ne gösteriyor?
  Kürt halkına kendi kaderini tayin hakkı!
  Neşter çürümüş yarayı deşti!
  Soruşturmalara, cezalara ve YÖK yasa tasarısına karşı Taksim'de taleplerimizi haykıracağız!
  Gençliğin açlık grevi eylemi ve destekler...
  "Şeffaflaşma" adı altında MGK yeniden tahkim ediliyor...
  İşkenceci sermaye devletini hiçbir yasa aklayamaz...
  DİSK Genel-İş Genel Kurulu yapıldı...
  Genel-İş Kurulu'nda işçilerle konuştuk...
  Güncel durum ve devrimci görevler
  Reformist solda oportünist kıvranmalar
  Cargill: Kurşunlarla değil kıtlıkla öldürülen diktatörlük!
  İran'da egemenler arası siyasi kriz!
  Irak bataklığı derinleşiyor, işgalciler açmaz içinde!
  Irak direnişi emperyalist haydutların açmazını derinleştiriyor!
  İtalya: Artan işçi grevleri ve gösterdikleri
  Dünya Sosyal Formu soldan tepkilere konu oldu...
  Sera Tekstil işçileri sendikalaştıkları için işten atıldılar
  Eğitim-Sen bölge toplantısı yapıldı...
  Bültenlerden..
  Bir deneyimden dersler... Kazanmak direnmektir!
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Irak’ta federasyon girişimleri karşısında sermaye iktidarı şoven ve saldırgan bir kampanya başlattı…

Kürt halkına kendi kaderini tayin hakkı!

Irak düzen cephesinden son birkaç haftanın en sıcak gündemlerinden biri haline gelmiş bulunuyor. Bunu sağlayan iki önemli gelişme söz konusu. Birincisi, İncirlik’i ABD’nin hizmetine açan sermaye iktidarının bu uşaklığının deşifre olmasıdır. İkincisi ise, sermaye iktidarının uzun zaman önce belirlemiş olduğu “kırmızı çizgi”lerin aşılma ihtimalinin güçlü biçimde ortaya çıkmasıdır. Irak’ta geçici anayasanın belirlenmesi yönünde işgal yönetimi tarafından “Geçici Hükümet Konseyi” üyeleriyle yapılan görüşmelerde YNK ve KDP’nin milliyet temeline dayalı federatif bir Irak yönünde ortaya koydukları inisiyatif, sermaye iktidarının korkularını büyütmüş bulunmaktadır.

ABD’ye uşaklık, Kürt halkına saldırganlık!

Üstüste düşen bu iki gelişme, daha önce de benzer biçimde yaşanan bir durumun tekrarı niteliğindedir. Hatırlanacağı üzere, sorunun bu biçimde ortaya çıkışı, daha önce ABD ile sermaye iktidarının Irak işgali öncesinde yaşanan kan parası pazarlığı sürecinde olmuştu. Kan parası pazarlığı, bağımsız bir Kürt devleti tehlikesi, Kerkük vb. temalar üzerinden benzer bir şoven saldırgan kampanya ile paralel yürütülmüştü. Bu tartışmaların yaşandığı dönemde durumu “ABD’nin Kürt Kementi” başlığıyla değerlendirmiştik. ABD’nin, Türk ordusu kendi hesabına savaşa sokulmazsa Kürt gruplarını kullanacağı, bunun da Türk devletinin Irak üzerindeki inisiyatif imkanlarını ortadan kaldırması nedeniyle onu denetim altına almanın bir aracı haline getirildiğini vurgulamıştık. Nitekim gelişmeler bu yönde seyretti. Uanç verici bir uşakça pazarlığın ardından sermaye iktidarı asker gönderme tezkeresini meclise getirdi. Ancak bilinen nedenlerle (iç çatlaklar ve toplumsal muhalefetin basıncı) bu emellerinde başarılı olamadı. ABD bu durumda Irak işgalini kuzeyden Kürt gruplara dayanarak gerçekleştirdi.

Benzer bir ısınma durumu çuval olayı sırasında yaşandı. Tezkerenin geçmemesi, Kuzey Irak’taki Türk askeri varlığına yönelik aşağılayıcı operasyon ile yanıtlandı. Bu operasyonla “benimle olmuyorsan sana bu bölgede söz hakkı vermiyorum” mesajı verilmiş oluyordu. ABD’nin bu aşağılayıcı saldırısı ülke yönetenleri tarafından tam bir arsızlıkla sineye çekilirken, tersinden saldırgan ve histerik bir şovenist kampanya ile “kırmızı çizgiler” üzerinde yoğunlaşıldı.

Bu gerilim sürerken, Dışişleri Müsteşarı ABD’nin yolunu tutup Irak’a asker gönderme “önerisi”ni iletirken, ordu ve hükümet adına yapılan açıklamalarda da bu “öneri” teyit edildi. Ancak bu kez Kürt grupların haklı olarak Türk ordusunun Irak’a gelmesi durumunda kazandıkları mevzilerin yitirilmesi ve gelecekteki gelişmelerin seyrine müdahalesinden duydukları kaygı nedeniyle ortaya konulan (halkın da sokaklara döküldüğü) tepkiler karşısında ABD, bu “öneri”yi reddetti. ABD’nin bu tavrında belirleyici olan, Irak direnişiyle birlikte içerisine düştüğü açmaz nedeniyle Kürt grupları karşısına almak istemeyişiydi. Kürt gruplarının aleyhine bir tutum, bu bölgeyi de kaybetmek ve içine düşülen bataklığa boylu boyunca uzanmak anlamını taşıyordu. Bu koşullarda sermaye iktidarı Kuzey Irak’taki hareket yetene&crren;ini tümüyle kaybetti.

Gelinen noktada İncirlik’in savaş üssü haline getirilmesiyle birlikte yükseltilen Kuzey Irak gerilimi, bir kez daha ülke yönetenlerinin ipleri daha sıkı biçimde ABD’ye verdiğinin resmi olmuştur. İşte sermaye iktidarı bu uşaklığının karşısında ABD’den, Kürtler’in Irak’taki mevcut statülerinin ileriye doğru değişmemesini talep etmektedir. Elbette bir kez daha, ABD’nin sermaye iktidarından uşakça roller alması yönünde yeni taleplerde bulunması birbirini tamamlamaktadır.

Sermaye iktidarı ABD’ye uşaklık çizgisini
derinleştirerek sonuç almak istiyor

Sermaye iktidarının KDP ve YNK’nın Irak’ta federasyon yönünde bir yapılandırma girişimlerine karşı aldığı tavır en üst düzeyden tehdit ve şantaj olmuştur. Erdoğan ve Gül’ün bu minvalde yüksek perdeden konuşmalarının ardından, ordu adına yapılan bir açıklamayla bu tutum açıkça ortaya konulmuştur.

Ordu’nun açıklamasında, “etnik temelde federasyonun sonu Irak için zor ve kanlı olur” denilmektedir. Bu tehdidin ne denli yaşam bulacağı esasta ABD’nin tutumuna bağlı olacaktır. Ama Türk devletinin ajanlarının ve özel harekatçılarının bu yönde çeşitli taşeron Türkmen örgütlerini kullanabileceği ihtimali üzerinde de durulabilir.

Bu tehditlerin pratik anlam ve sınırlarını Radikal gazetesi yazarı Murat Yetkin şu sözleriyle ortaya koymaktadır:

“Genelkurmay’ın Irak’taki gelişmeler üzerine görüşlerini iki ana noktada toplamak mümkün:

- Irak’ın Şubat sonuna dek belli olacak siyasi şekillenmesinde etkili olabilmek.

- Bu amaçla ABD ile ilişkileri yakın ve sıcak tutmak.”

Birincisinin ne anlama geldiği ortada. Sermaye iktidarı tüm olanaklarıyla Kuzey Irak’ta Kürt gruplarının kalıcı bir kazanım elde etmelerine engel olmaktır. İkinci nokta ise, bu amaca ulaşabilmek için izlenecek politikanın özünü ve aynı zamanda sınırlarını ele vermektedir. Bu tek kelimeyle ABD hesabına daha ileri roller üstlenmektir. ABD emperyalizmine tümüyle teslim olmaktır. Sermaye iktidarınca savrulan tehdit ve saldırganlık mesajları ancak ABD’ye uşakça sadakatin karşılığında bir etki gücü taşıyabilir.

İran ve Suriye ile Kürt halkına karşı
gerici-saldırgan ittifak arayışları

Türk sermaye devletinin ABD dışında umut bağladığı ya da en azından tehditlerine güçlü bir dayanak olarak kullanmaya çalıştığı diğer olgu, Kuzey Irak’taki gelişmelerden benzer nedenlerden dolayı rahatsızlık duyan İran ve Suriye ile aynı tutumda ortaklaşmasıdır. Bu iki gerici devletle bu nedenle son günlerde bu yönde işbirliği imkanları araştırılmakta ve ortaklaşılmaya çalışılmaktadır. Beşar Esad’ın Türkiye ziyareti bu bakımdan özel olarak değerlendirilmeye çalışılmıştır.

Sermaye iktidarının bu arayışlarının sınırları da elbette yine ABD’nin bölgesel çıkar ve politikalarınca belirlenmektedir. Açık ki, ordu açıklamasıyla ortaya konulan politikanın özü böyle bir işbirliğini dıştalamaktadır. Öyle ki, tersinden Kürt sorununun çözüm hamiliğine soyunabilecek bir ABD (ki daha öncesinde ABD bu yönde belli ilk girişimlerde bulunmuştu; KADEK’in İran’a yönlendirilmesi ve bu amaçla çeşitli Kürt gruplarının desteklenmesi vb. gibi), Kürt sorununu bu ülke rejimlerine müdahalenin de bir imkanı olarak değerlendirme yoluna gidebilir. Elbette Irak’ta bir parça rahatlayabildiği koşullarda.

Tüm bunlar bir yana, tarihsel olarak Kürdistan’ı aralarında paylaşmış bu üç ülkenin gösterdiği ortak gerici refleksten, Kürt sorununun Ortadoğu’daki dengelerin bozulması ve yeniden kurulmasında nasıl bir kilit role sahip olduğu bir kez daha görülmektedir.

Elbette, Kürt sorununa emperyalist “çözüm” koşullarında, bu rol emperyalist stratejilerin hayat bulmasında, yani halkların köleleştirilmesinde kullanılacaktır. Diğer taraftan, devrimci bir önderlik altında geliştirilebildiği koşullarda, Kürt sorunu bölgesel devrimci değişimler için ciddi bir olanak anlamına da gelmektedir. PKK’nin devrimci bir çizgide geliştiği bir dönemde Güney Kürdistan’da ve bölgede yarattığı etki ve potansiyel devrimci olanaklar hatırlanırsa, bunun anlamı kolayca anlaşılabilir.

ABD’nin Ortadoğu düzeninde ulusal kurtuluş aramanın sonu hezimettir!

Emperyalist ilişkiler düzleminde, emperyalizmin bölgedeki taşeronluğunu yapan sermaye iktidarı ile Irak’ta daha alt bir taşeronluk rolü üstlenen Kürt burjuva-feodal partiler arasında yaşanan, özünde Kürt sorununun kapsamı ve potansiyellerine dayanan bu gerilim-çatışma dinamikleri, ABD emperyalizminin bölgesel politik tercihleri, öncelikleri ve ihtiyaçları çerçevesinde şekillendirilmektedir. Dolayısıyla bu durum, ABD’nin bugün Ortadoğu politikasının kaosa ve hezimete açık oluşu nedeniyle her an ABD’nin ihtiyaç ve önceliklerine bağlı olarak değişime açıktır.

Bunun ne anlama geldiği, ‘75 ve ‘91 olayları üzerinden de anlaşılabilir. ABD’nin teşvikiyle ayaklandıktan sonra yüzüstü bırakılarak büyük acılar çektirilen Kürt halkı, bir kez daha aynı sonuçlarla yüzyüze kalabilir. Nitekim bugün ABD’de yönetim çizgisindeki yayınlarda şu keskin soru sık sık sorulmaktadır: “ABD bir seçim yapmak zorunda kalırsa TC’yi mi, yoksa TC’yi karşısına alarak Kürtleri mi tercih eder?” Aynı soru TC’nin yerine Şiiler konularak da sorulmakta ve yanıtlar genelde ilkini seçeceği biçiminde verilmektedir.

Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkına
sahip çıkmanın önemi

Güney Kürdistan cephesinden yaşanan bu gelişmeler, bağımsız devrimci sınıf tutumunun önemini ortaya koymaktadır. Çünkü, çeşitli küçük burjuva sol kesimlerde (liberal Kürt milliyetçileri cephesinden bu zaten açık bir kimlik ve tutumdur) genel bir tutum olarak, sermaye iktidarının şovenist ve saldırgan tutumuna karşıtlık adına Barzani ve Talabaniler’in savunulması derekesine varan bir yaklaşım gösterilmektedir. Özellikle Barzani’nin açıklamaları bu yönlü düşüncelerin sarıldıkları bir tutamak haline gelmiştir. Barzani, eğer “ABD çözümün arkasında durmaz, Kürtleri ödüllendirmezse” halkın öfkesini durduramayacaklarını ve direneceklerini söylemektedir.

Böyle bir durumda Kürt halkının ayağa kalkma ihtimali, onun taşıdığı devrimci potansiyeller gerçeğine dayanmaktadır. Ancak, ne Kürt halkının haklı ve meşru ulusal istemleri yönündeki kararlılığı ve mücadeleci dinamikleri ile burjuva-feodal halk düşmanı Barzani ve Talabaniler aynılaştırılabilir, ne de bu uşak takımı olası bir ABD “ihaneti”ne ve gerici bölge rejimlerinin saldırısına karşı Kürt halkının ayaklanmasına önderlik edebilir. Kürt halkının kaderini belirleme iradesini halklara düşmanlık çizgisinde ABD’ye bağlayanlardan böyle bir irade ortaya koymaları beklenemez. Bu uşak takımı Kürt halkını ancak yeni acılar ve kırımlarla yüzyüze bırakabilir.

Bunlar bir yana, bugünkü duruma bakıldığında dahi görünen gerçek şudur ki, bu ABD uşağı önderlik, Kürt halkını Arap halkının işgal karşıtı direnişi karşısında konumlandırarak, halklar arasında yeni çatışma tohumlarını ekmişlerdir. Federasyon istemine en güçlü karşı çıkışlardan biri bizzat Arap halklarından gelmektedir.

Bu sorun çerçevesinde doğru devrimci tutum, işbirlikçi Kürt burjuva-feodal önderlerin konum ve kimliklerine karşı açık tavrı, başta ABD olmak üzere ve Türk, İran ve Suriye sömürgeci devletlerinin her türlü şoven-saldırgan politikalarına karşı kararlıca mücadele ile birleştirmektir. Bu çerçevede, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını her koşulda sahiplenip savunmaktır.

Bu tutum, Kürt halkına olduğu kadar, Kürt halkıyla samimi kardeşlik bağları temelinde kader birliği yapmış bölgenin emekçi halklarına, birlikte gerçek kurtuluş ve özgürleşmeye giden yolu açacaktır.