Tüm işçi sınıfı adına savaşıyordu. Şimdinin değil, geleceğin insanının! Geleceğin insanı şimdiden doğuyordu. Mücadele ettikçe yetişiyordu. Çocuktu daha. Yaşadıkları toplumun içinde; bencil, kendisinden başkasını düşünmemeye koşullanmış, maddi çıkarlarının peşinde, tek başına koşmaya çabalayan işçiler arasında yetişiyordu. Hayat, yaşadıkları gerçek, onlara acı deneylerin sonunda maddi çıkarlarının toplumun çıkarlarından ayrı olamayacağını öğretecekti. Yığınlar, çoğu kere kendi çıkarlarının tüm toplumun çıkarlarıyla eş olduğunu bilmeden başlıyorlardı mücadeleye. Yaşamın kendisi çeşitli yollardan zorluyordu onları buna. Başlangıçta bir avuç insan bilincinde oluyordu bunun. Yığınlarsa mücadele içerisinde görüyordu bu gerçeği. Gerçeğin tüm¨nü keşfetmeleri ise uzun bir süreçti. Önce kendi çıkarlarının fabrikadaki işçilerle, sonra tüm fabrikalardaki işçilerle, sonra tüm dünyadaki insanlarla...
Romanları yazıldıkları dönemlerin tanıkları olarak da düşünmek gerekir. Satır aralarında yazıldıkları döneme ait birçok şey bulmak mümkündür. O dönemin toplumsal-siyasal atmosferini, bu atmosferin kitleler ve tek tek insanlar üzerindeki etkilerini yansıtırlar.
70li yıllar tüm dünyada toplumsal hareketlenmelerin yaşandığı bir dönemdir. Türkiyenin de bu atmosferden fazlasıyla etkilendiğini biliyoruz. Bu süreçte, sınıf içerisinde de belli arayışlar, hareketlenmeler yaşanıyor. Direnen Haliç romanı da yazıldığı dönemin atmosferi içerisinde işçi sınıfının uyanışını, yaşanan direnişleri, bunların tek tek işçiler üzerinde ve toplamında sınıfın bilincinde yarattığı etkileri anlatan bir roman.
Roman Haliçin bitimindeki Alibeyköyde bulunan üç fabrikadaki direnişin öyküsü... 1975te Sungurlar Kazan Fabrikasında yaşananlar temel alınarak yazılmış, ancak bir belge niteliği taşımıyor.
Kitabın ilk bölümü döküm fabrikasındaki direnişte yaşananları anlatıyor. Sermaye sınıfının direnişi bitirmek için başvurduğu kirli, kanlı yöntemleri yer yer dehşete düşerek okuyoruz. Kimi zaman polisi, jandarmayı işçilerin üzerine sürüyor, kimi zaman tuttukları adamlarla grev çadırına ateş açtırıyor, kimi zaman kiralık katillerle direnişçi işçileri öldürtüyor, direnişin diğer fabrikalara yayılmasını önlemek için silahlı adamlar tutup yerleştiriyor fabrikalara, her türlü alçakça yola başvuruyor. Büyük ve küçük kazan fabrikalarının işçileri yanlarındaki döküm fabrikasındaki direnişi merakla izliyorlar. Döküm işçilerinin direnişi, patronun kirli oyunlarına, ödenen ağır bedellere rağmen kazanımla sonuçlanıyor.
Romanın ikinci bölümü de döküm işçilerinin mücadelelerinden öğrenen küçük kazan fabrikası işçilerinin direnişiyle başlıyor. Küçük kazan fabrikası işçileri, örgütlü bulundukları uzlaşmacı-ihanetçi çizgideki sendikayı değiştirerek; ileri, mücadeleci bir çizgiye sahip sendikada örgütlenmeye çalışıyorlar. Bu durum patronun kulağına gidince de bu işe öncülük eden işçileri işten çıkartılıyor. Direniş böylece başlıyor. Ardından büyük kazan fabrikasına sıçrıyor. Sonra fabrika işgalleri, jandarmayla karşı karşıya gelişler, işverenin çeşitli oyunları, ihanetler, grev kırıcıları, yürüyüşler, mitingler...
Romanda anlatılan birçok olay bizlerin de fabrika çalışmasında sıkça karşılaştığımız şeyler, kişilerin bir çoğu da yine rastladığımız tipler. Roman işçilerin karakterlerini oldukça iyi yansıtmış. Romanın ana karakteri Birol, o dönemin toplumsal-siyasal atmosferinden etkilenen, fabrikasındaki gelişmelerle birlikte öne çıkan doğal bir öncü işçi. Vinççi Kazım iyi çizilmiş yalaka, laf taşıyan, fırsatçı, ikiyüzlü, patron yanlısı bir tip. Kendi sınıfına ihaneti, patrona yaltaklanmayı bir yaşam biçimi haline getirmiş. Yine fabrika çalışmasında karşılaştığımız tiplerden biri olan Mehmet yaşadığı tüm sorun ve sıkıntıları bireysel olarak algılayan ve o şekilde çözmeye çalışan bir başka karakter. Yücel Aydın da direnişe destek veren bir stajyer öğrenci. Onda da küçük-burjuva sınıf konumunun getiriği davranış biçimlerini rahatlıkla görebiliyoruz. Kitaplarda okuduğu işçi sınıfını gerçek yaşamda bulamayınca işçi sınıfından ve davasından vazgeçen, bir hareketlilik olduğundaysa onun peşinden sürüklenen tipik bir küçük-burjuva yarı aydın. Ateş, genç bir kadın işçi. Postabaşı olan babası, patronun direnişçi işçilere saldırmak için kullandığı bir piyon, ancak Ateş safını iş&ccedl;ilerden yana belirleyen bir işçi. Romanda irili ufaklı birçok karaktere yer verilmiş. Hepsine burada değinmek mümkün değil.
Romanın belli eksiklikleri de yok değil. Kendiliğinden bilinç unsuru biraz fazla abartılmış. Elbette işçi sınıfı, çalışma yaşamı içerisinde belli bir bilinç kazanır, ancak bu devrimci bir önderlikle buluşabildiği ölçüde gelişir. Romanda böyle bir boşluk, ya da belirsizlik var diyebiliriz. Bunun o dönemin temel sorunu olan, sınıfın devrimci partisinin olmayışından kaynaklandığı da düşünülebilir.
Leninin de söylediği gibi Mücadele bir okuldur ve Direnen Haliçte işçiler mücadele içerisinde bir sınıf olarak hareket etmeyi öğreniyorlar. Artık kazan fabrikası işçileri eski işçiler değildir. En büyük kazanımları da bu oluyor.
Romanla ilgili son bir nokta daha. Romanın yazarı Nejat Elibol aynı zamanda bir işçi o günlerde. Bir işçi olmasaydı belki de bize böylesine canlı bir şekilde solutamazdı fabrika ortamını. Nejat Elibol, Direnen Haliç romanıyla, Sungurlar Kazan Fabrikasındaki direnişi, eski gazete sayfalarında kalmaktan, unutulmaktan kurtararak, yaşandığı dönemin canlılığıyla belleklerimize kazımayı başarıyor.
Zevkle okunacak, derslerle dolu, sürükleyici bir roman Direnen Haliç...
Yine romandan bir alıntıyla bitirelim sözümüzü: İçimizdeki mücadele gücünü öldüremezler; o ölümsüzdür. Kaynağı onların erişemeyeceği bir yerdedir. Çağlar boyu tüm ezilmişlerin acısından, geleceğin cennetinin umuduna kadar uzayan büyük bir gövdedir. Sönmeyen bir ateştir: İnsanlığın sonuna dek yanacak bir ateş.
Kardeşler!
Dünyanın jandarması olan ABD Ortadoğuyu halkların kanıyla sulamaya devam ediyor. Onun sağ kolu olan İsrail ise yiğit Filistin halkını dünyanın gözü önünde katlediyor. Hepiniz de biliyorsunuz ki MAKEL üretiminin %30u İsraile ihraç ediliyor. Yani MAKEL patronunun İsrailden aldığı her kuruş Filistin halkının, Filistinli çocukların kanına bulanmıştır.
Ortadoğuda dökülen kanda, Türkiyeyi yöneten işbirlikçi sermaye iktidarının da payı bulunuyor. Çünkü gözü dönmüş katil Amerikayla işbirliği yapıyor, onun suç ortağı oluyor. Bu suç ortaklığının yeni bir halkası Haziran ayında NATO Zirvesinin Türkiyede yapılacak olmasıdır. Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük barbarlarının saldırı ve savaş örgütü olan NATO 28 Haziranda İstanbulda toplanacak. Ne için? Yeni işgal ve saldırı planları yapmak için.
MAKEL işçileri!
Bu nedenlerden dolayı, bu yıl 1 Mayıs, Türkiye işçi ve emekçileri için ayrı bir önem taşımaktadır. 1 Mayısta alanlara çıkarak taleplerimizi en güçlü şekilde dile getirmeli, kardeş halklarla dayanışma içinde olduğumuzu haykırmalıyız. Ücretli kölelik düzenine karşı kavga bayrağını yükseltmeli, Irak ve Filistin halklarının kanını döken katil sürülerine dur demeliyiz.
1 Mayısı yaratan işçiler bizi yeniden kavgaya çağırıyor. Onların yarattığı direniş ve mücadele geleneğine sahip çıkmalı, onların büyük bedeller ödeyerek kazandığı haklarımızı mücadele ederek gerekirse bedel ödeyerek korumalıyız. Sefalete ve köleliğe mahkum edilen işçiler olarak 1 Mayıs alanlarını zaptetmeliyiz!1 Mayısta alanlara!