Altı milyon nüfuslu İsrail, nükleer silah sayısı ve gelişmişliği açısından dünya sıralamasında beşinci sırada. Rusya, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Fransa ve Çinin ardından gelen İsrail, Nükleer Silahsızlanma Anlaşmasına da imza atmıyor ve tesislerini uluslararası denetime açmıyor.
Sisler ardında bir tarih
İsrailin nükleer araştırma programı 1948de devletin kurulmasıyla birlikte başladı. 1949da yapılan araştırmalarda Negev çölündeki Berşeba yakınlarında düşük kaliteli uranyum yatakları bulundu.
İsrail Atom Enerjisi Komisyonu (IAEC) 1952de Savunma Bakanlığı bünyesinde gizlice kuruldu.
İsrailin ilk nükleer reaktörü olan Dimonanın kuruluşu sırasında Fransadan yardım alındı. İki ülke arasındaki işbirliği 1960ların başlarına gelindiğinde Fransanın İsraile projeyi açıklaması ve uluslararası denetime açması için baskı yapması üzerine sona erdi. İsrail ile Fransanın ortak nükleer denemeler yaptığı iddia edilse de kanıtlanamadı.
Uranyum rezervlerinin kısıtlı olması İsrailin Güney Afrika ile işbirliğine gitmesine yol açtı. 1970ler ve 80ler boyunca süren işbirliğinde İsrail, Aparteid rejimine nükleer teknoloji ve bilgi vererek karşılığında uranyum aldı.
1979da Hint Okyanusunda gerçekleşen bir nükleer denemenin İsrail - Güney Afrika ortaklığı ile gerçekleştirildiği iddia edildi.
ABD ile elele
Amerika Birleşik Devletleri, İsrailin nükleer programına başlangıcından itibaren destek verdi. İsrailli bilim adamları ABDde eğitim gördü. ABD, 1955de Barış İçin Atom programı çerçevesinde, küçük bir araştırma reaktörünün kurulmasına da ön ayak oldu.
Dismonanın varlığı 1958de casus uçaklar tarafından keşfedildi. İsrail önce iddiaları redderek sitenin bir tekstil fabrikası olduğunu söylese de 1960da Başbakan Ben-Gurion bir nükleer reaktörün barışçı amaçlar için inşa edildiğini açıkladı.
Reaktörü uluslararası denetime açmayı reddeden İsrail ABD ile bir denetim mekanizması üzerinde anlaştı. 1962de başlayan ve yedi yıl süren denetimlerin sonucunda Amerikalı denetçiler bir silah programının olmadığını açıkladılar.
1969da ABD Başkanı Nixon, İsrail Başbakanı Golda Meir ile bir anlaşma yaparak İsrail nükleer silahlanma programını kamuoyuna açıklamadığı ya da testler gerçekleştirmediği takdirde denetimlere son verileceğini açıkladı.
İsrailin nükleer programı ilk defa 1986da İsrailli teknisyen Mordeçay Vanunu tarafından açıklandı. Vanunu, gizlice çektiği fotoğrafları ve kaçırdığı bilgileri İngiliz Sunday Times gazetesine verdi.
Vanununun açıkladığı bilgiler, İsrailin 1964den beri 100 ila 200 nükleer başlık üretebilecek kadar plütonyum işlediğini ortaya çıkardı. Dimona reaktörünün kapasitesi kurulduğundan beri birkaç kat arttırılmıştı ve İsrail yılda 10-12 nükleer bomba yapabilecek kadar plütonyum işliyordu.
Vanunu aynı zamanda silah programının ABDli denetçilerden nasıl saklandığını da ortaya çıkarmış oldu. Sahte duvarlarla kapatılan asansörlerle yerin altı kat altına, bomba parçalarının üretildiği ve plütonyumun işlendiği bölüme inilebiliyordu.
Vanunu gizlice İsraile kaçırılarak vatan hainliği ile suçlandı ve 18 yıla mahkum edildi.
Kitle İmha Silahları Bilançosu
İsrailin 200den fazla nükleer savaş başlığına ve termonükleer silahlara sahip olduğu sanılıyor. Nükleer araştırmaların yürütüldüğü Negev Nükleer Araştırma Merkezinde bir plütonyum/trityum üretim reaktörü, kimyasal ayrıştırma tesisleri ve nükleer parça üretim merkezi bulunuyor.
Dimona reaktörü 1963den beri uluslararası denetime tabi olmaksızın plütonyum üretiyor. İsrail bu konudaki uluslararası anlaşmalara imza atmıyor.
Küba, Hindistan ve Pakistanla birlikte Nükleer Silahsızlanma Anlaşmasına imza atmayan dört ülkeden biri olan İsrail, imzalaması için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin almış olduğu 13 kararı da yok sayıyor.
İsrailin gelişmiş bir kimyasal silahlar programına da sahip olduğu iddia ediliyor. Nes Tsiyonadaki Biyolojik Araştırmalar Enstitüsü içerisinde sürdürüldüğü tahmin edilen program resmen açıklanmış değil.
Fakat 1992 yılında Amsterdamdan Tel-Avive giderken düşen bir uçakta bulunan 50 galon kadar dimetil metilfosfonat (sarin gazı üretiminde kullanılan bir madde) İsrailin hardal ve sinir gazı üretebilme kapasitesine sahip olduğunu gösteriyor.
İsrail Kimyasal Silahsızlanma Konvansiyonuna imza atmasına rağmen henüz uygulamaya koymadı.
Aynı şekilde, somut bir kanıt olmamakla birlikte İsrailin gelişkin bir biyolojik silah stokuna da sahip olduğu düşünülüyor. Kanıtlanması mümkün olmasa da, İsrail ordusunun 1948 savaşları sırasında Filistinlilerin su kaynaklarını dizanteri ile zehirlediği iddia ediliyor.
İsrail Biyolojik Silahsızlanma Konvansiyonuna da henüz imza atmadı.
İsrailin nükleer başlık taşıyabilecek iki füzesi var. Jeriko I, 750 kiloluk bir nükleer başlık ile 500 kilometre gidebilirken; Jeriko IInin menzili 1500 kilometreye kadar ulaşıyor. İsrailin balistik ve cruise füzelerinden ve insansız hava araçlarından oluşan savunma sisteminin başka hiçbir ülkede benzeri yok. (EÜ/BB)
* Bu yazıyı Erhan Üstündağ, Birleşmiş Milletler web sitesi, Palestinemonitor.org, Küreselleşme Araştırmaları Merkezi web sitesi ve El Cezire web sitesinden Türkçeleştirerek derledi.
İşçi sınıfı ve emekçi halklara...
İşçi sınıfına yapılan saldırıların yoğunlaştığı, şovenizmin kışkırtıldığı, demoratik güçler üzerindeki baskıların yoğunlaştığı NATO zirvesi öncesi işçi sınıfının ve emekçilerin birliğe ve güçlü bir 1 Mayısa ihtiyacı var.
2004 1 Mayısı, emperyalist haydutların Ortadoğuyu kan gölüne çevirme planları yapacağı İstanbul NATO zirvesi öncesinde her zamankinden daha da önemli hale gelmiştir.
Bu kapsamda bizler bu 1 Mayısın güçlü ve görkemli bir şekilde kutlanması ve bu kutlamanın tarihsel önemi bakımından Taksimde yapılması için uzunca bir süredir çaba göstermekteyiz.
Her yıl 1 Mayıs kutlamalarını organize eden sendika konfederasyonları bu yıl sürecin başından beri tam bir netlik içinde davranamamış ve mitinge çok az bir süre kalmasına rağmen karmaşayı sona erdirememişlerdir.
1 Mayısın sahibi olan emekçilerin bilgisinden uzakta gerçekleştirilen görüşmelerde her gün yeniden değişen görüşler ortaya çıkmış ve başlangıçta dört konfederasyonun Taksim yönünde oluşan iradesi çeşitli hesaplarla parçalanmıştır. Sonuçta bugün 1 Mayısa bir haftadan az bir süre kalmışken hala kapalı kapılar ardında tartışmalar ve belirsizlik sürmektedir.
Bugün gelinen noktada:
Bizler, Taksim üzerine başlangıçta oluşmuş olan tek bir Mayıs iradesinin önemli olduğunu ve sürdürülmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Bizler, belirsizliklerin sona ermesini, bütünlüklü bir 1 Mayısın önünü kesen kısır tartışmalarınn bir an önce sonlandırılmasını istiyoruz.
İşçi sınıfı ve emekçiler, emek düşmanlarına ve emperyalist haydutlara karşı NATO zirvesi öncesinde tek bir ses, tek bir yürek olarak 1 Mayısta gücünü ve birliğini göstermelidir. İşçi sınıfı ve emekçilerin kaybedecek zamanı yoktur ve emekten yana olan herkes bu sorumlulukla hareket etmelidir.
Yaşasın işçi sınıfının birlik, mücadele, dayanışma günü 1 Mayıs!