17 Temmuz'04
Sayı: 2004/28 (20)


  Kızıl Bayrak'tan
  Genelkurmay direktifleriyle işleyen “demokrasi”!
  Kürt halkına yönelik tarihsel inkar ve imha politikası sürüyor
  Türkiye-Suriye ilişkilerinde hızlı gelişmelerin anlamı...
  CHP’den AKP’ye vekil transferleri...
  Büyüme masalları ve sefalet tablosu
  Aydos halkı yeni yıkım girişimlerine karşı hazırlanıyor!
  Pendik Belediyesi tarafından konduları yıkılmak istenen Aydoslu emekçilerle konuştuk...
  Castleblair direnişi işçi hareketini ve sendikaları felç eden...
  Direnişçi Castleblair işçilerinden sendika ağalarına...
  Direnişteki Castleblair işçilerinin kaleminden...
  Sendikalarımıza çöreklenmiş ihanet şebekelerini dağıtalım!
  Almanya’da onbinlerce Daimler-Chrysler işçisi ayakta!
  Özelleştirme yağmasında sıra TEDAŞ’ta
  Rottweiler tipi özelleştirme
  Mevsimlik tütün işçileri eylemde
  Yasa tanımayan yasadışı devlet: İsrail
  Türkiye-İsrail arası “köklü ilişkiler”i halkların direnişi bozacak!
  Irak’ta direniş kirli planlarla hesaplaşarak ilerleyecektir
  Gericiliğe ve emperyalizme karşı birlikteliğimiz sürecek!..
  Bültenlerden...
  Bültenlerden...
  Gazetemize bazı eleştiriler...
  Kızıl Bayrak’a yönelik eleştirel değerlendirmeler...
  Alişer hevala yanıt...
  14 Temmuz bir çağrıdır!
  Fahrenheit 9/11
  Şahintepesi İşçi Kültür Evi açıldı...
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Sıra TEDAŞ’ta...

Rottweiler tipi özelleştirme

TEDAŞ’ta da yıllardır, sektöre yeni personel istihdamı yapılmayarak, sayaç okuma vb. hizmetleri taşeronlaştırılarak, kurumların içi boşaltılarak, özelleştirmeye zemin hazırlanmaktadır. TEDAŞ’ın özelleştirmesine yönelik teknik kılıfların en önemlisi olarak dağıtım şebekelerinde yaşanan yüksek oranlı kayıp ve kaçaklar gösterilmektedir. Gerçekten de Avrupa Birliği ülkeleriyle kıyaslandığında %7 civarı olması gereken kayıp-kaçak oranı Türkiye de %22-24 civarına çıkmaktadır. İletim hatlarında doğal kayıpların standartlar düzeyinde ve yaklaşık %5-6 civarı olduğu biliniyor. Asıl sorun kaçak kullanımdadır ve bu oranın en azından %10 civarına indirilmesinin kazancı yıllık 1.6 milyar dolar civarındadır. Burada üstünde durulması gereken, bu kaçak kullanım miktarında özellikle Kürt nüfusun ve kent yoksullarının başı çektiği yalanıdır.Özellikle Kürdistan’daki yüksek kaçak oranı toplam kaçağın küçük bir bölümüne tekabül etmektedir. Asıl kaçak elektrik kullanımını piyasanın büyük sanayi firmaları yapmaktadır.

Öte yandan geçtiğimiz dönemde Danıştay tarafından iptal edilen 15 görev bölgesine ayrılmış dağıtım özelleştirmesinden elde edilmesi beklenen gelir 1.74 milyar dolar tutmaktadır. Kısaca özelleştirmeden beklenen gelir, neredeyse kaçak kullanımın bir yıllık maliyetine yaklaşmaktadır. İletim hatlarında yapılacak iyileştirmeler ve kaçak kullanımın önüne geçilmesi, 2003 yılı rakamlarıyla 20 milyar kilowatt/saatlik bir enerji tasarrufu sağlayacaktır ki, bu da neredeyse 3 doğalgaz santralinin sağladığı enerjiye denk düşmektedir.

Enerji dağıtımında şu ana dek özelleştirme heveslilerinin istediği hızda atılmayan adımlar, Dünya Bankası’nın kredi şantajlarının da etkisiyle özellikle Mart–Nisan ayı döneminde alınan bir dizi kararla hızlandırıldı. Dünya Bankası’nın sosyal güvenlik, telekomünikasyon ve enerji sektörünün satılığa çıkarılması için vereceği 375 milyon dolarlık kredi, EPDK (Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu) ve DPT (Devlet Planlama Teşkilatı) arasındaki ihtilafların yarattığı gecikme nedeniyle kilitlenmişti. Bu ihtilafın özü elbette satışların içeriğine yönelik değildi. IMF ve Dünya Bankası’nın kayıtsız şartsız destekçilerinden oluşan ve içlerindeki tek enerji uzmanını da (Prof. Dr Osman Sevaioğlu) çekilen kura sonucu görevinden uzaklaştıran EPDK’nın tersine DPT, dağıtım özelleştirmesinin düşünüldücurren;ü kadar kolay yapılamayacağının bilincindeydi ve buna ilişkin bir rapor hazırlamıştı. DPT, “Enerji Sektöründe Yeniden Yapılanma” isimli bu raporunda, enerji sektörünün en azından şimdiki yapısıyla serbestleştirilemeyeceği gerekçesiyle itiraz ederken, 4628 sayılı kanunla özelleştirmenin kapılarını daha da açan dönemin iktidarını da “kraldan çok kralcı olma” anlamına gelecek şekilde eleştirmekteydi: “&Uul;lkemiz mevcut yapısal özellikleriyle rekabete bir süre imkan tanımayacak sektörel yapısının yanısıra, bu sistemi yaşatacak güvenilir bir ekonomik alt yapıya ve sonuçlarını kaldırabilecek toplumsal ve sosyal yapıya da sahip değildir”

“Serbest piyasa sistemi tasarlanırken, ülke şartları dikkate alınmaksızın, ileri ülkelerdeki uygulamalar ve AB enerji direktifleri hedef alınmıştır. Hatta AB mevzuatına dahi girmemiş, ileriye dönük hedefler 4628 sayılı kanunla, Türkiye’ye taşınmaya çalışılmıştır…”

Elbette DPT’nin temel itirazı özelleştirmenin kendisine yönelik değildi, olsa bile yola getirilebilir bir durumdaydı. Aradaki anlaşmazlığın kökeni, EPDK satışları 2-4 yıl içinde tamamlamak isterken, DPT’nin en az 8 yıllık bir geçiş dönemini savunmasından kaynaklanmaktaydı. Nitekim anlaşmazlıklar sona erdi; 2004 Mart ayı başında Dünya Bankası, EPDK, DPT, Hazine ve Özelleştirme İdaresi yetkilileri ortak bir belge hazırladı ve konuya ilişkin asıl yazımızın girişinde de belirtildiği gibi, Özelleştirme Yüksek Kurulu kararının 3 Nisan 2004 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanmasıyla 21 dağıtım bölgesi özelleştirme kapsamına alındı. Buna göre dağıtım şirketleri 31 Aralık 2004’e kadar başvurularını yapacak, 31 Mart 2005’te de dağıtım ihalelerine başlanacaktı. 1 Temmuz 2006 dan itibaren üretim tesislerinin de özelleştirilmesine başlanması ve 2011 yılında enerjinin tüm&uum;yle özelleştirilmesi yine bu mutabakat belgesinde yer almaktaydı. Nitekim atılan bu adımlar uluslararası tekellerin de takdirini kazanmış, İngiliz Internarional Power firması aynı günlerde doğal gazla üretim yapan Trakya Elektrik’in %31 hissesine talip olmakta gecikmemiştir. Bu örnek, enerji sektörünün özellikle uluslararası tekeller açısından nasıl yağmaya açık bakir alanlar olduğunu bir kez daha göstermiştir.

Enerji sektörü, özellikle kuralsız işletilirse, bu alana giren firmalara korkunç kârlar sağlayan bir sektördür. İMF, Dünya Bankası gibi kuruluşlar enerji ve telekomünikasyonun özelleştirilmesinden bahsederken, kastettikleri bu alanların uluslararası sermayenin yağmasına açılmasıdır. Nitekim Dünya Bankası, daha 24 Ocak 2000 tarihli yazısında dağıtım şirketlerinin daha deneyimli, uzun vadeli çıkarları olan özel firmalara verilmesini isterken, “yabancı firmalar ve yabancı ortaklıklar olabilir” diyerek adres göstermiştir. Bizim kraldan çok kralcı özelleştirme idarecilerimizse elbette bir itirazda bulunmadı. Örneğin Özelleştirme İdaresi Başkanı Metin Kilci, Telekom’un özelleştirilmesiyle ilgili olarak diyor ki; “…bana göre bu işletmeyi alacak yatırımcı grubunun üç ayaklı olması iyi olur. Birinci ayakta ’stratejik yatırımcı’ bulumalıdır. İkinci ayakta yabancı yatırımcının yanında ’mutlaka bir Türk ortak’ olmalıdır. Üçüncü ayak ise finansal etkinlikle ilgilidir. Yatırımcı grubunun üçüncü ortağı güçlü bir kreditör kuruluş olmalıdır” (21 Aralık 2003 tarihli Milliyet /röportajı).

Bu “Türk ortak” vurgusunu, efendisinden pay isteyen evcil hayvan tipi “ulusal” sermayemizin talebi olarak tercüme etmeye sanırım gerek yok. Aynı “ulusal” sermayenin AKTAŞ, KEPEZ örneklerinde nasıl sınır tanımaz bir soygun gerçekleştirdiklerinden zaten bahsetmiştik.

Burada ilginç bir detay yaşanmış, Dünya Bankası özelleştirme için “Rottweiler” denilen bir model önermiştir. Bu modele göre başbakana bağlı bir reform direktörü enerji sektörünün “yeniden yapılandırılması”ndan sorumlu olacaktır. Enerji sektörünün özelleştirmesinde bağımsız ve hızlı kararlar alınmasını amaçlayan model, başbakan tarafından atanacak direktörün kendi ekibini kurarak ve tüm zamanını bu işe ayırarak “reform” diye yutturulacak bu özelleştirme sürecini tamamlamasını hedefliyor. Daha önce İngiltere’de uygulanmış ve özelleştirmenin 3 yılda tamamlanmasını sağlamış olan model ismini, güçlü koruyucu fakat gerektiğinde sahibini bile ısıran köpek cinsi “rottweiler”den alıyor. (Kaynak Elektrik Dergisi, Sayı: 2004-03). Gerçekte özelleştirme saldırısını en iyi tanımlayan bu modele nedenir bilinmez Türk bürokrasisi pek yanaşmamış; bu bürokratların gerekçe olarak “bu kadar da belli etmeyelim” mi dedikleri, yoksa “ bizde sahibini ısıran cinsi bulunmaz” mı dedikleri bilinmiyor.

Öte yandan bugün kamu mülkiyetiyle de halka kaliteli, sürekli bir enerji olanağı sağlandığının olumlu örnekleri vardır; Fransa’nın kamu mülkiyetindeki elektrik dağıtım tekeli Electricite de France (EdF) tüm dünyada en başarılı işletmelerden biri olarak gösterilmektedir. Fakat ülkemizin birikimlerini sattırmak için gözünü karartmış özelleştirmecilerin bu örnekleri incelemek gibi bir dertleri yoktur.

Toparlarsak; hemen hatırlatmak gerekir ki, her ne kadar özelleştirme karşıtları “çağı geçmiş ideolojilerin fanatiği” olarak aşağılanmaya kalkışılsa da gerçekte özelleştirmelerin kendisi ekonomik olduğu kadar ideolojik bir saldırının ürünüdür. Diğer alanlarda olduğu gibi enerji alanında da mantık, bu hizmetlerin (eğitim, sağlık, ulaşım..vb) kamunun –halkın- doğal hakkı olduğu ve devletin bu hizmeti kâr mantığı gütmeden yerine getirmesi anlayışının terkedilmesi, emekçilerin müşteri haline getirilmesidir. Bu anlayışa göre kâr ettirebilecek ne varsa, ki bu ülkemizde bor madenidir, altın yataklarıdır, enerjidir, sağlıktır, (tıpkı Irak petrolü gibi) emperyalizmin ve işbirlikçilerinin hakkıdır ve peşkeş çekilmelidir. Emperyalist metropollerin kendi pazar paylarını tehdit eden tüm tarımsal veya sınai ürtim (ülkemizde şeker ve tütün üretimi gibi) yine özelleştirme yoluyla tahrip edilmelidir. Buralarda mal ve hizmet üreten emekçiler ise çeşitli göz boyayıcı teşvikler yardımıyla da istifa ettirilip geleceksizliğe itilmelidir.

Tüm bu sürece karşı emekçilerin ortak bir mücadele hattı örmekten başka çaresi yoktur. Fakat mevcut haliyle tüm özelleştirme ve talan saldırılarında olduğu gibi bu durumda da emek güçlerindeki dağınıklık, güçlü bir sendikal örgütlenme olmaması, ortada en temel zaaf olarak duruyor. Enerjinin özelleştirilmesine yönelik muhalefet, elektrik mühendisleri ve ESM’nin kimi ortak basın açıklamaları ile sınırlı görünüyor. Ki bu açıklamalarda da kimi zaman “biz devletçiliği savunmuyoruz, kamu çıkarını savunuyoruz” (12 Mayıs 2004 tarihli İzmir EMO-İzmir ESM ortak basın açıklaması) gibi talihsiz beyanlarda bulunulmaktadır. Tes-İş açısından ise anlaşıldığı kadarıyla TEDAŞ’ın satılması gibi bir gündem yoktur.

Özü itibarıyla saldırı, uluslararası gerici bir dalgadan güç almakta, uygulamada her ülkede kullanıma elverişli işbirlikçi iktidarlar ve sermaye gruplarıyla hayat bulmaktadır. Bu saldırının kalıcı olarak püskürtülmesi, ortak bir mücadele hattının yanısıra, bu saldırıyı püskürtecek ana güç olan işçi sınıfının özelleştirme karşıtı mücadeleyi devrimci iktidar hedefiyle bütünleştirmesinden ve bunun için partisiyle birleşmesinden geçmektedir.