16 Nisan 2005
Sayı: 2005/15 (15)


  Kızıl Bayrak'tan
  “Halk hassasiyeti” değil, ABD hesabına
“derin devlet” operasyonu
  Kitlesel ve devrimci 1 Mayıs’ın anlam ve önemi
  İMF programlarına hayır demek için 1 Mayıs’ta alanlara!
  TEKEL’i bitirme oyunu devrede
  SEKA ve TEKEL’den sonra mücadele
bayrağı TELEKOM işçisinde!
  Trabzon provokasyonu üzerine
  “Derin devlet” tartışmaları
  Sivil faşist teröre balans ayarı

  Trabzon’da faşist kudurganlık sürüyor!

  Faşist saldırılara karşı suç duyurusu
  Taksim Meydanı işçi sınıfı ve emekçilerindir
  İstanbul’a 10 bin yeni polis
  “Demokrat” kılıklı Amerikancı
kalemşörlerin işgal savunuculuğu
  Ulusal sorun ve Kürt hareketi/10 : Emperyalist politikalar yedeğinde
“tarihi Ortadoğu sentezi”
  Maltepe BDSP’den eylem
 1 Mayıs çalışmalarından
Irak halklarının kanıyla sulanan yolsuzluk bataklığı!

 Bağdat’ta yüzbinler işgali lanetledi

 Siyonist cellatlar işbaşında
 Yeni “PKK” ve “Demokratik
Konfederalizm” üzerine
Fransa’da gençlik eylemde
Bültenlerden
Ölümünün 4. yılında Hatice Yürekli yoldaş
Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

SES Ankara Şube Başkanı Adem Bulat'la 21 Nisan iş bırakma eylemi üzerine konuştuk...

“Sağlık çalışanları kuralsız ve güvencesiz çalıştırılmak istenmektedir!”

- 21 Nisan'da iş bırakma kararı almanızın gerekçelerinden bahseder misiniz?

- AKP hükümeti İMF ve Dünya Bankası'nın talepleri doğrultusunda sağlık ve sosyal güvenliği hak olmaktan çıkarıp piyasaya açıyor. Genel Sağlık Sigortası ve Sosyal Güvenlik Yasası ile tüm toplumu kapsayacak bir sosyal güvenlik sistemi değil, düzenli vergi verenler için ek bir vergi yükü getiriyor. Yasa tasarılarında sürekli değişiklikler yapılmakta ancak yasanın özü değişmemektedir. Yasanın akıl hocaları bile Türkiye gibi ulusal gelir düzeyi düşük olan ülkelerde bu yasanın uygulanamayacağını söylemektedirler.

SES olarak “Sağlıkta dönüm projesi”nin bir parçası olan ve sağlığı hak olmaktan çıkaran bu yasaya karşı çıkmak için 21 Nisan'da iş bırakma kararı aldık.

- Genel olarak GSS ve sosyal güvenlik yasaları çerçevesinde öngörülen düzenlemelerden bahseder misiniz?

- Asgari sağlık hizmeti planlaması yapılarak, bazı sağlık harcamaları sigorta kapsamı dışında tutulmaktadır. Kayıt dışında çalıştırılanların sağlık harcamalarının yükü kayıtlı emekçilere yüklenmektedir. Prim ödeme dışında sağlık hizmetlerinden yararlanıldığında ek bir ödeme sözkonusu olacak. Örneğin diş muayenesi için 2 milyon; ortez, protez için %10-20 katkı payı öngörülmektir. Sosyal güvenlik yasasıyla emeklilik yaşı 68'e, prim ödeme gün sayısı 7 binden 9 bine çıkarılacak. Yılda 90 gün çalışan mevsimlik bir işçi ancak 118 yaşında emekli olabilecek. Mezarda emeklilik!..

- GSS kayıtlı emekçilere-vergi verenlere ek bir yük getiriyor dediniz...

- Evet GSS için prim ödeme tabanı 116 milyon olarak belirlenmiş Türkiye'de ise 10 milyon kayıtdışı çalışan bulunmaktadır. Kayıtdışı çalışanlar için herhangi bir prim sözkonusu olmadığına göre, yapılan harcamalar kayıtlı çalışanların sırtından karşılanacak.

- Yeni düzenlemeler sağlık çalışanlarını nasıl etkileyecek?

- GSS ile sağlık çalışanları esnek, kuralsız ve iş güvencesiz sözleşmeli olarak çalıştırılmak istenmektedir. Hak ararsan, örgütlenirsen seni kapının önüne koyarım denilecek. 100 yıl öncesinin vahşi kapitalizm koşullarına dönülecek, post-modernizm filan palavara. Mutsuz olan, kendisine ve işine yabancılaşmış bir çalışan, hastaya nasıl doğru düzgün hizmet versin?

- İş bırakma eylemine sağlık alanındaki diğer örgütlenmeler nasıl bakıyor?

- TTB ile eylemi birlikte yapacağız. TTB daha önce AKP'nin kadrolaşma politikası nedeniyle tayini sözkonusu olan hekimler için eylem yapacağını açıklamıştı. 13 Nisan'da bu eylemleri gerçekleştirdiler. Dediğim gibi işbırakma eylemini birlikte örgütleyeceğiz. Yine işkolumuzda taşeron ve sözleşmelileri örgütleyen Dev-Sağlık-İş'te bildirilerimizin altına imza attı. Ancak Dev-Sağlık-İş sözleşmeli personel çalıştırdıkları için aktif olarak iş bırakacak konumda değil. Yeni yasa tasarılarıyla, saldırıların tüm çalışanları hedef alması nedeniyle sağlık çalışanları arasındaki uzaklığın, farklılıkların da azaldığını düşünüyorum. Amaç birlikteliği daha fazla sağlandı, birlikte iş yapmanın koşulları da oluştu.

- Sözleşmeli personelin iş bırakmaya katılmaması eylemi olumsuz etkileyebilir mi?

- İş bırakmada önemli olan doktorların, hemşirelerin ve sağlık hizmetini yerine getiren diğer personelin katılımıdır. Onlar iş bıraktığında hastanede hayat durur. Üniversite hastanelerinde sözleşmeli çalışan hemşireler var ancak henüz eylemleri olumsuz etkileyecek düzeyde değiller. Hastalara yönelik çalışmalar da yapıyoruz. Her alandan, iş bırakmanın başarılı olması için çalışıyoruz.

- BES 4 Mart'ta 10-11 Mart'ta iş bıraktı, KESK 27 Nisan'da iş bırakma kararı aldı. SES 21 Nisan'da iş bırakıyor. Parçalı bir süreç yaşanıyor gibi...

- Evet. BES için bir şey söylemeyeceğim; çünkü bu 5. İş bırakmaları, yürüyen bir mücadeleleri var. KESK için de şunu söyleyebilirim, belki BES ve SES'in yarattığı, yaratacağı hava üzerinden genel olarak tüm sendikaları etkileyeceğini düşündükleri için 27 Nisan'da iş bırakma kararı aldılar, bilmiyorum.

- Ankara SES olarak iş bırakmaya dönük ne tür çalışmalar, hazırlıklar yapıyorsunuz?

- Biri hastalara diğeri çalışanlara dönük iki bildiri çıkarttık. Bu bildirilerimizi dağıtıyoruz. Örgütlü olduğumuz birimlerde standlar açıyoruz, her bir birimde GSS ile ilgili toplantılar yapıp bilinç açıklığı yaratmaya çalışıyoruz. İşyeri toplantıları yapıyoruz. Pazartesi, Salı ve Çarşamba günü yerel radyolarda program yapacağız. Diğer demokratik kitle örgütlerinin desteğiyle bildirilerimizin mahallelerde dağıtımı sağlanacak.

- Baskılarla karşılaşıyor musunuz?

- Bazı birimlerde baş hekimler engel olmaya çalışıyor, ancak örgütlü olduğumuz birimlerde bu zorlukların üstesinden geliyoruz.

Kızıl bayrak/Ankara

------------------------------------------------------------------------------------------

Irak halklarının kanıyla sulanan yolsuzluk bataklığı!

Iraklı emekçiler Birinci Körfez Savaşı'ndan beri derin bir yoksulluğa mahkum edildiler. On yıl süren BM onaylı ambargo, Iraklı yoksulların çocuklarını adeta kırımdan geçirmiştir. Vahşi ambargo boyunca Iraklı emekçilerin çocukları yeterli gıda ve ilaçtan yoksun kalmıştır. Ambargodan sonra gelen emperyalist işgal ise durumu büsbütün vahimleştirmiştir. Artık milyonlarca Iraklı işsizlik, yoksulluk ve sefaletin pençesinde kıvranıyor.

Irak topraklarındaki zenginliğin boyutu yaklaşık olarak biliniyor. Örneğin bu ülkede halen 190 milyar varil ham petrol rezervi olduğu tahmin ediliyor. Bu muazzam zenginliğin üstünde yaşayan Iraklılar'ın halen ezici bir çoğunluğu yerle bir edilen ülkede sefalet içinde yaşıyor.

Bu toprakların sakinleri bu vahşi koşullara mahkum edilirken, neo-faşist çete şeflerinin ortağı olduğu şirketler, Bush'un seçim kampanyasını finanse eden tekeller, işgalcilerle işbirliği yapan soysuz düşkünler ile kirli işler imparatorluğunun farklı kademelerinde yeralan birçok kanemici, Irak'ın yağmasından elde edilen servetlerle semiriyor.

Gelinen aşamada gayri-meşru yollarla iç edilen milyarlarca dolardan sözediliyor. Öyle ki, ABD emperyalizminin atadığı Irak Geçici Yönetim Konseyi'nden eski üst düzey bir danışman bile, savaş çetesinin göz yumduğu usulsüzlüklerden yakınabiliyor. Danışman Frank Willis'e göre, ABD hükümetinin yolsuzlukla suçlanan ABD'li şirketleri yargılamayı kabul etmemesi nedeniyle ülke “yolsuzluk cenneti” haline geldi. Newsweek dergisine konuşan Willis, Bush yönetiminin Irak'ın yeniden yapılandırılması için ayırdığı 18.7 milyar doların yalnızca 4.1 milyar dolarını harcadığına dikkat çekerek, hükümetin harekete geçmemesinin yolsuzlukların artacağının kuvvetli bir göstergesi olduğunu belirtti. Hatırlamak gerekir ki, bu 4.1 milyar dolar, yeniden yapılanma için değil, fakat “güvenliğin” sağlanması için kullanılmıştır.

Uluslararası Saydamlık (TI) tarafından hazırlanan Küresel Yolsuzluk Raporu'nda açıklanan bilgilere göre; ABD'nin, Irak'ın petrol gelirlerinin kullanılmasında ve “yeniden yapılandırma” ihalelerinin dağıtılmasında yolsuzluk yaptığı saptanmış. Raporda, Irak halkını derin bir yoksulluğa mahkûm edecek özelleştirme politikaları da eleştiriliyor. Irak'ın endüstrisinin ve varlıklarının “borç kapatmak için” hızlı bir şekilde özelleştirilmesi tehlikesine dikkat çekiliyor. Önlem alınmaması durumunda, Irak'ın “yeniden yapılandırılması”nın tarihin en büyük yolsuzluk skandalı olacağı vurgulanıyor.

BM tarafından hazırlanan başka bir raporda ise, ABD yönetimi, yolsuzluğu önlemede kötü bir model olarak gösterilmişti. Müfettiş Stuart Bowen, ABD tarafından Irak petrol gelirlerinden 8.8 milyar doların Irak bakanlıklarına gönderildiğini ortaya çıkarmıştı. Ancak bu paranın nereye harcandığı bilinmiyor, para kayıtlarda yeralmıyor.

Bu arada savaş borazanı Amerikan gazetelerinden Washington Post bile, Clinton ve Bush yönetimlerinin, Gıda Karşılığı Petrol Programı'nda yolsuzluk yapıldığını ve eski Irak lideri Saddam Hüseyin'in bu durumdan kâr elde ettiğini bildiği halde harekete geçmediğini yazdı.

Yolsuzluk ve kan içinde yüzen Washington'daki savaş çetesi, Birleşmiş Milletler yönetimini Petrol Karşılığı Gıda Programı'nda yolsuzluk yapmakla suçluyordu. Genel Sekreter Annan'ın oğlunun Irak'ta gıda programı çerçevesinde yapılan ihalelere hile karıştırdığı iddia edilmiş, bundan dolayı Annan istifanın eşiğine gelmişti. Savaş çetesi, Annan'la anlaşmazlığa düştüğünde, yağmadan pay verdikleri Annan'ın oğlunu teşhir etmişti.

Irak halklarının kanıyla sulanan bu yolsuzluk bataklığının kurutulması pek mümkün görünmüyor. Bu çirkefe dikkat çekmeye çalışanlar bile baskı altına alınıyor. Zira emperyalist işgalcilerin atadığı kukla yönetim içinde yeralan düşkün takımı da bu kanlı pastadan pay alıyor. Bu ülkede yeni bir yönetimin kurulması esnasında karşılaşılacak en büyük problemlerden birinin yolsuzluk olacağı vurgulanıyor.

İşgalci zorbaların yanısıra, yağmadan pay alan kukla yönetimin şefleri de, bu kanlı bataklığa karşı herhangi bir önlem alınmasına engel oluyor. Kukla yönetime bağlı Toplum Güvenirliği Komisyonu Başkanı Radhi Hamza el-Radhi adlı Iraklı yetkili, yolsuzlukla savaşmak için önüne çıkarılan birçok engeli aşmak zorunda kaldığını açıkladı. Yetkili, geçici yönetimin kendisine bu yönde sıkı çalışmaması için baskı yaptığını belirtiyor. Radhi, “Bizim Irak'taki görevimizi birçokları hoş karşılamadı. Hükümet yetkilileri açıklama yapmamızı ve bakanlarla görüşmemizi engelledi. Sürekli ‘yapma' dediler.” diyor.

Yaklaşık 15 yıldır devam eden bu yolsuzluk çirkefi öyle bir noktaya vardırıldı ki, artık her taraftan pis kokular etrafa yayılıyor. Buna rağmen, bu kanlı pastadan en büyük payı alan savaş çetesi, halen “demokrasi” ve “özgürlük” ihraç ettiğini iddia ediyor, bölge ülkelerinin yolsuzluğa karşı mücadele etmesi gerektiğini savunabiliyor.

Yıllara yayılan bu yolsuzluk skandalları, sermaye için yapılan “kanla beslenen vampir” tanımının ne kadar isabetli olduğunu gösteriyor.