21 Kasım 2008 Sayı: SİKB 2008/46

  Kızıl Bayrak'tan
   Krizin faturasını kapitalistlere ödetmek için...
  Düzen krizin faturasını sınıfa keserken…
Yeni kölelik anlaşmalarına geçit yok!
Sosyalist Kamu Emekçileri’nin deklarasyon çalışmasının gösterdikleri...

Gerçek bir bağımsızlık için de, insanca bir yaşam için de sosyalizm!

Metal işçileri faturayı ödememek için yürüyor!
  29 Kasım’a çağrı eylemlerinden…
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Partinin gelişme sorunları...
Devrimci ideoloji, devrimci örgüt, devrimci sınıf!..
  Sınıfın partisi selamlandı…
  Sınıf çalışmalarından...
  Düşünce özgürlüğü yasa koyucuların
iktidarını devirmekten geçiyor!
  Kapitalist düzende kadın, şiddeti tüm boyutlarıyla yaşıyor!
  Gençlik hareketinden...
  Dünyadan…
  Almanya’da İG Metal’in ihanetine tepkiler büyüyor!
  Bir kez daha Ergenekon
operasyonu üzerine
M. Can Yüce
  Bültenlerden...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Krizin faturasını kapitalistlere ödetmek için...

Sınıfa dayanan meşru-militan bir mücadele hattı örmeliyiz!


Kapitalizmin küresel krizinin yayılma eğiliminde olduğu, sarsıcı etkilerinin önümüzdeki aydan itibaren daha şiddetli hissedileceği, 2009’un ise “kriz yılı” olacağı noktasında kayda değer bir tartışma kalmamıştır.

Kapitalist-emperyalist düzenin efendilerinin G-7, ardından G-20 zirvesini toplamaları, krizi kontrol altına alma noktasında karşılaştıkları zorlanmanın bir ifadesidir aynı zamanda. Önemli gündemleri arasında krizin faturasını işçi sınıfı ve emekçiler ödetmek, olası toplumsal patlamaları ise bastırmak yer almaktadır. Bu uğursuz hazırlık, hem tek tek kapitalist devletlerin hem bir bütün olarak kapitalist-emperyalist sistemin gündemindedir.

Saldırı dalgası kabarmanın eşiğinde

Krizin işçi sınıfını hedef alan ilk saldırıları bir süre önce fiilen başlamıştı. İşten çıkarmalar, üretime ara vermeler, emekçiler üzerinde estirilen psikolojik terör, metal işçilerinin grup TİS’leri sürecinde MESS’in dayatmaları... Bunlar henüz sermayenin ilk saldırılarıdır. Yeni saldırı furyasının önümüzdeki günlerde başlayacağına dair veriler ise günden güne birikmektedir.  

Son aylarda imalat sanayinde görülen daralmanın giderek yayıldığı, yüksek oranlı döviz borcu bulunan şirketlerin döviz kurundaki fiyat artışından olumsuz etkileneceği, bu sürecin ise ülke genelinde üretimde gerileme ve artan işsizlik ile birlikte uzun süreli bir durgunluk yaratacağı farklı uzmanlar tarafından dile getirilmektedir. Bu sürecin, artan işsizliğe bağlı olarak emekçilerin satın alma gücünü zayıflatarak, henüz krizden etkilenmeyen sektörleri de vurması kaçınılmaz olacaktır.

Krizin yıkıcı etkilerinin inşaat, hizmet ve imalat sektöründeki istihdam kaybının sürmesi ve tarımsal yatırımların azalmasının neden olacağı yüksek tahıl/gıda maliyetleri ile daha da belirgin bir hal alması bekleniyor. Nitekim şimdiden tekstil ve inşaat sektöründe çalışan onbinlerce işçi tensikata uğramış bulunuyor. 

Krizin işçi sınıfı için yıkıcı etkileri olacağını artık asalak kapitalistler de dile getiriyor. Örneğin konuyla ilgili açıklama yapan Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Başkanı Tuğrul Kudatgobilik: “Dünya ekonomisindeki daralmanın yanı sıra iç talepte de daralma yaşanması nedeniyle Türkiye’de kapasite kullanım oranıyla birlikte büyüme oranı düşecek ve işsizlik oranı daha da artacaktır. Veriler açıkça bir durgunluğa girildiğine işaret ediyor” demektedir.

Kısacası sermaye iktidarı, her krizde olduğu gibi toplu işten çıkarmalar, reel ücretlerin düşürülmesi, sosyal hakların gaspı, batan banka ve şirketlerin zararlarını emekçilerin sırtına yüklenmesiyle, bir kez daha faturayı işçi sınıfı ve emekçilere ödetmek için kolları sıvamış bulunuyor.

Hak dilenmek değil “sınıfa karşı sınıf” eksenli mücadele!

Krizin sonuçları hissedilmeye başladığında, sendika ve meslek örgütlerinin çeşitli öneriler içeren mücadele programları açıklandı. Bu programların bir kısmı sermaye ile birlikte soruna çözüm aramaya endekslenmiş, sınıf mücadelesini dışlayan taleplerin ötesine geçmemektedir.

Sermayenin güdümünde bulunan işçi ve memur sendikalarının krize karşı önerdikleri “çıkış yolu”, işçi sınıfı ve emekçileri sermayenin eline bakan dilenci durumuna düşürmeyi hedefleyen birer ihanet belgesinden öte bir anlam taşımıyor. Emekçileri zekât peşinde koşan dilenciler durumuna düşürme çabası, dinci-gericiliğin zihniyeti ile birebir çakışmaktadır. 

Bu talihsiz girişimlerden birine DİSK de dahil olmuştur. DİSK yönetimi, AB’nin üç milyon avro ile desteklediği bir proje ile “krize karşı mücadele” etme yolları arıyor. 

Avrupa İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ETUC), Türk-İş, Hak-İş, DİSK bileşenleri tarafından düzenlenen “Sivil Toplum Diyalogu-Ortak Çalışma Kültürü Aracılığı ile Avrupa Birliği ve Türkiye’den İşçileri Bir Araya Getirmek” başlıklı konferans güya işçileri birleştirmeyi amaçlıyor. Amaç işçilerin birliği ise, Avrupalı emperyalistlerin bu projeye neden 3 milyon avro fon ayırdıkları sorusu orta yerde duruyor.

Bir diğer girişim “Krizden Çıkış İçin, Sosyal Dayanışma ve Demokratikleşme...” başlıklı DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve Çiftçi-Sen’in krize yönelik ortak açıklamaları. Hükümete akıl veren söz konusu açıklamada, adı geçen kurumlar taleplerini de sıralıyor. Ancak bunlara ulaşmak için sınıf mücadelesi değil, sermaye ve temsilcileri ile “sosyal dayanışma” içinde uzlaşma temel alınıyor.

Bu uğursuz yaklaşım, işçi sınıfının sermayenin saldırılarına karşı her zamankinden daha çok tetikte olması gereken bir dönemde, sınıf uzlaşmacılığını öne çıkararak kriz içindeki kapitalizme hizmet etmektedir.

Bu konuda BMİS’in ortaya koyduğu program ve çağrı hem içeriği hem de meşru-fiili mücadeleyi esas alması yönünden anlamlıdır. Buna benzer yaklaşımlar farklı güçler tarafından da gündeme getirilebilir. Bu tür programlar bazı yönlerden tartışılabilir. Ancak sınıfa dayalı meşru mücadeleyi esas alan pratik duruşların büyük bir önemi vardır.

Kapitalizmde iki temel sınıf vardır; işçi sınıfı ve burjuvazi. Toplumun yaygın emekçi kesimleri ise işçi sınıfının müttefikleridir. Çıkarları zıt olan bu iki sınıfın uzlaşması, geçerli olan sömürü ve kölelik ilişkilerinin devamını sağlamak anlamına gelir ki, bu kapitalistlere hizmet eden bir anlayıştır. İşçi sınıfı ile emekçilerin var olan hakları koruma veya yeni kazanımlara ulaşmalarının yegâne yolu, sınıfa karşı sınıf perspektifi ile meşru-militan zeminde mücadele etmektir. Bu anlayışı savunan güçlerin ortak platformlarda mücadele etmesi özel bir önem taşımaktadır.

Kapitalizme karşı birleşik enternasyonal mücadele!

Sermaye sınıfı hem ülke genelinde hem dünyada birleşik bir saldırı örgütlemektedir. G-7, G-20 zirveleri bu küresel saldırının planlanması için yapılmıştır. Kapitalist dünya sisteminin bir bütün olarak kriz içinde olması, kapitalistleri ortak çözüm arayışına zorlamaktadır.

Saldırının hedefindeki işçi sınıfı, emekçiler ve ezilen halklar da kendi burjuvalarına karşı mücadele etmenin yanısıra, enternasyonal bir mücadele örgütlemeyi ihmal etmemelidir. Elbette bu görev sınıfın örgütlerine ve devrimci öznelere düşmektedir. Koşullar sınıfın yaygın kitlesini enternasyonal mücadele ve dayanışma bilinciyle donatmak için uygundur. “Sermayenin küresel saldırısına karşı işçi sınıfının enternasyonal mücadelesi” şiarı günümüzde daha da anlamlıdır.

Kuşkusuz enternasyonal bir mücadelenin örülebilmesi için tek tek ülkelerde bu mücadelenin yerel ayaklarının olması gerekiyor. Bu da kapitalizme ve dayattığı saldırılara karşı ilerici ve devrimci güçlerin, sınıftan yana sendika ve kitle örgütlerinin birleşik mücadelesini gerektiriyor. Kapitalizme ve krizden kaynaklı daha da yaygınlaşan saldırılarına karşı mücadele etme noktasında samimi olan, bu mücadeleyi taşıyacak iradesi bulunan tüm güçlerin birleşik mücadelenin örülmesi için çaba harcaması gerekmektedir.

Birleşik mücadele programı esas olarak işçi sınıfı ve emekçilere taşınmalı, faaliyetin temel önceliği, saldırının hedefindeki işçi ve emekçileri mücadelenin özneleri haline getirmek olmalıdır.

Hiçbir mücadele programı, çıkarlarını savunduğu sınıfa dayanmadan başarıya ulaşamaz! Krizin faturasını kapitalistlere ödetmeyi başarmak için de, işçi sınıfı ile emekçi müttefiklerinin mücadele içinde seferber edilmeleri şarttır. Bu mücadelede seferber olan işçi ve emekçilere, krizlerin yıkıcı sonuçlarından nihai olarak kurtulmanın tek yolunun ücretli kölelik düzeni kapitalizmi yıkmaktan geçtiğini anlatmak ve bu uğurda mücadeleye çağırmak için koşullar her zamankinden daha elverişlidir.