21 Kasım 2008 Sayı: SİKB 2008/46

  Kızıl Bayrak'tan
   Krizin faturasını kapitalistlere ödetmek için...
  Düzen krizin faturasını sınıfa keserken…
Yeni kölelik anlaşmalarına geçit yok!
Sosyalist Kamu Emekçileri’nin deklarasyon çalışmasının gösterdikleri...

Gerçek bir bağımsızlık için de, insanca bir yaşam için de sosyalizm!

Metal işçileri faturayı ödememek için yürüyor!
  29 Kasım’a çağrı eylemlerinden…
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Partinin gelişme sorunları...
Devrimci ideoloji, devrimci örgüt, devrimci sınıf!..
  Sınıfın partisi selamlandı…
  Sınıf çalışmalarından...
  Düşünce özgürlüğü yasa koyucuların
iktidarını devirmekten geçiyor!
  Kapitalist düzende kadın, şiddeti tüm boyutlarıyla yaşıyor!
  Gençlik hareketinden...
  Dünyadan…
  Almanya’da İG Metal’in ihanetine tepkiler büyüyor!
  Bir kez daha Ergenekon
operasyonu üzerine
M. Can Yüce
  Bültenlerden...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Bir kez daha Ergenekon operasyonu üzerine

M. Can Yüce

Hemen vurgulamak gerekir ki, resmi adı “Ergenekon Operasyonu” olan süreç, devleti aklama operasyonuna dönüşmüştür.

Oysa iki orgeneralin tutuklanması, başta liberaller olmak üzere birçok çevrede çok büyük bir iyimserlik ve umut havası yaratmıştı. Bunu, AKP’ye tahvil etmekte de gecikmemişlerdi. Ama gelinen noktada birkaç ay önce yaratılan havadan eser kalmadığını, daha önce AKP çevresinde oluşan ittifakın çözülmeye başladığını saptamak zor olmasa gerekir.

İki generalin tutuklanması elbette önemliydi, ama bunun abartıldığı kadar olmadığı da kısa sürede anlaşıldı. Dahası bunun, gelinen noktada devleti aklama ve yeniden örgütleme operasyonuna “inandırıcılık” katan bir unsur olduğu görülmektedir.

“Devlet bekası için kardeş katlini vacip” gören bir siyaset anlayışında iki emekli generalin gözden çıkarılması ne anlam ifade eder ki? Osmanlı tarihi ve Cumhuriyet tarihi bu siyaset anlayışı ve kültürünün sayısız örnekleriyle doludur. Ama bu siyaset anlayışı ve kültürü unutuldu, unutturuldu, iki generalin tutuklanması kamuoyuna “demokratikleşme”, ordunun vesayetini kırma girişimi ve çabası olarak gösterildi…

Anılan operasyonun egemenler cephesindeki iktidar çekişmesiyle ilgili boyutları vardı, daha da önemlisi dış politika ihtiyaçları bağlamında bir eğilimin ve kanadın tasfiyesi dayatmalarıyla ilgili yanları vardı. Ama hiçbir zaman bildiğimiz anlamında Teşkilatı Mahsusa’dan günümüze uzanan özel savaş aygıtını, kontrgerilla ve diğer adlarla deşifre olan gerçek iktidar erkini tasfiyeyi hedefleyen bir operasyon olmadı, olamazdı da…

Özel savaş aygıtı, aslında TC’nin özüdür, onun deşifresi ve tasfiyesi TC’nin resmi çizgisi ve gerçek iktidar erkinin tasfiyesi veya buna yönelme girişimi anlamına gelir ki, bunu, AKP gibi hiçbir demokratik anlayışı olmayan bir partiden beklemek tam anlamıyla ham hayalciliktir!

Egemenler ve devlet içinde “Avrasyacı” kanat olarak bilinen unsurların tasfiyesi iç ve dış politika açısından kaçınılmaz bir ihtiyaç haline gelmişti. Bu yapıldı. Bu yapılırken devleti aklama operasyonuna dönüştürüldü. Bu dönüştürülme süreci aynı zamanda egemenler cephesindeki iktidar çekişmesi ve hamleleriyle iç içe yürüdü. Düz bir çizgi izlemedi. AKP’nin kapatılma davası da bu sürecin önemli bir parçasıdır. Bu davanın sonuçlandırılması ve ordudaki yeni komuta heyetiyle birlikte AKP’nin teslim alınması süreci tamamlandı. T. Erdoğan’ın “ya sev, ya terk et” anlamındaki sözleri, Milli Savunma Bakanı’nın Rum mübadelesine yaptığı gönderme, bunun ulus devlet süreciyle kopmaz bağlarını vurgulaması bir rastlantı değildir. Bu, ordunun inisiyatifinde ve resmi çizgi bağlamında yeni bir “milli mutabakata” işaret etmektedir!

Yeni bir gerici ve özel savaş kimlikli “milli mutabakat” döneminde süren Ergenekon tartışmalarının, yargılamalarının gerçek devleti ve onun özel savaşçı kirli yüzünü örtme işlevini görmekten öte bir anlamı yoktur. Devlet, bir kanadı tasfiye ederken, özel savaş aygıtlarını gözden geçiriyor, “kural dışına” kaçan unsurları temizliyor, her açıdan denetimini sağlamlaştırıyor ve kendisini yeniden yapılandırıyor. Bunu görmeden bu sürece şu veya bu biçimde katkı sunmak, hangi gerekçeyle olursa olsun gelişmelerin yönünü ve anlamını okuyamamak, anlamamak demektir.

Öncelikle şu soru önemlidir: Şu anda dava ve yargılama konusu olan Ergenekon nedir, toplumda nasıl algılanıyor? Bu algılamada gerçek devlet, yani TC nereye oturuyor?

Resmi iddianamede Ergenekon, belli bir dönem devletin önemli mevkilerinde görev yapmış kişilerin oluşturduğu bir terör örgütüdür, deniliyor; bu örgütün hedefi, hükümeti devirmek, bunun için gerekli olan ortamı hazırlamak biçiminde özetleniyor! Yine resmi iddiaya göre bu örgütün TSK ve MİT ile bir ilişkisi yokmuş…

Bu anlamıyla Ergenekon davasında, geçmişte tartışılan kontrgerilla ve Susurluk Vakası kadar bile devlet ile bağının kurulmaması için özel bir çaba sarf edildiğini saptamamız gerekir.

Ergenekon davasında Kürdistan’da işlenen cinayetlerin, bombalamaların ve daha sayısız kirli operasyonunun tek bir tanesinin bile dava konusu yapılmaması rastlantı mı? Örneğin suçüstü yapılan Şemdinli çetesi ve bağlantıları neden yargılama konusu yapılmadı? Peki, bunu yargılama konusu yapan, belli ölçüde çetenin devletle, Genelkurmay’la bağlantılarını ortaya koyan savcının başına getirilenler unutuldu mu?

Ergenekon operasyonu ve davası, sadece devleti aklama, devletin kendini yeniden yapılandırma, “milli mutabakatı” yeniden inşa etme sürecinin bir perdesi ve gerekçesi değil; aynı zamanda, halk kitlelerinin “devlet”, “iktidar” bilinçlerini de bulanıklaştırıyor, mücadele ufuklarını ve perspektiflerini ortadan kaldırmada ideolojik bir araç işlevini görüyor.

Dolayısıyla Ergenekon tartışmalarına katılırken, özellikle bu konunda iddia edilen PKK ve Öcalan bağlantıları üzerinden Ergenekon tartışmalarına katılırken son derece dikkatli ve politik bilinci uyanık tutmak gerekir. Türk basını ve medyası üzerinden bu tür tartışmalara katılmak, bilerek veya bilmeyerek anılan operasyona ve onun amaçlarına katkı sunmaktan başka bir anlam taşımamaktadır.

“Öcalan Ergenekon üyesi veya yöneticisidir”, “PKK, Ergenekon bağlantılı bir örgüttür” iddialarını Türk medyası üzerinden tartışmak, mevcut İmralı çizgisini ve sonuçlarını açığa çıkarma, Kürt halkını bilinçlendirme anlayışına ve çabalarına hizmet etmez, etmiyor. Bu tür tartışmaların politik sonuçları kısaca şu başlıklar altında toplanabilir:

Bir: Ergenekon davası, devleti aklama ve devlet bilincini bulandırma sürecinin etkin bir aracıdır. Anılan tartışmalar buna katkı sunar.

İki: Öcalan ve PKK’nin hangi gerekçe ile olursa olsun bu tartışmaya eklenmesi, anılan işlevi güçlendirir. İmralı ve devlet, İmralı tezleri ve resmi çizgi arsındaki bağları da gözlerden kaybettirir.

Üç: Türk medyasında ve resmi politikasında, PKK ve Öcalan üzerinden Kürt halkının en temel istem ve hakları, haklı ve meşru bağımsızlık ve özgürlük özlemleri “terör” karalamasıyla bastırılmaya ve özel savaş meşrulaştırılmaya çalışılırken, bu çabalara hizmet edici davranışlardan kaçınmak, İmralı çizgisi ile Kürt halkının haklı talepleri ve mücadelesi arasındaki kesin ayrımı her koşul ve zeminde gözetmek kaçınılmaz olmaktadır. Ergenekon ve özel savaş medyası üzerinden yapılan tartışmalar bu ayrım çizgisini bulandırmakta ve anılan özel savaş kampanyalarına hizmet etmektedir. Halkımızın temel talepleri ve mücadelesinin genel olarak Öcalan iktidar sisteminin denetiminde olması, bu ayrımın gözetilmesini kaçınılmaz kılmaktadır. Resmi kampanyalar anılan ayrımı siliyor ve halkımızın en temel istemlerini mahkûm ediyor ve bastırma hareketlerinin zeminini oluşturuyor…

Bu anlamda Türk egemen medyasının doğru, sağlıklı ve Kürt halkının temel çıkarlarına hizmet eden bir tartışma ve halka ulaşma zemini olmadığı çok açıktır! Özellikle “canlı” olmayan “paket” programlar kesinlikle böyledir. Egemen medya, yaptığı röportajları özel savaş kampanyaları doğrultusunda kullanmaktadır. Bugüne kadar sergilediği pratik bundan başkası olmamıştır!

Bu gerçekleri kavramadan hareket etmek, her şeyden önce sorumlu bir davranış değildir. Oysa yurtseverlik, en başta sorumluluk demektir. Bu, tartışmanın, eleştiri ve açığa çıkarma çabalarının mutlaka yurtseverlik amacına hizmet edecek bir zemin, yer ve ortamda yapılmasını zorunlu kılmaktadır!

Önemli olan, doğru olan eleştirinin ve gerçekleri halka açıklama çabalarının amacına ulaşmasıdır. Bu da, ancak doğru yöntem ve araçlar, doğru yer, doğru ortam ve zeminde mümkün olabilir!

18 Kasım 2008