21 Kasım 2008 Sayı: SİKB 2008/46

  Kızıl Bayrak'tan
   Krizin faturasını kapitalistlere ödetmek için...
  Düzen krizin faturasını sınıfa keserken…
Yeni kölelik anlaşmalarına geçit yok!
Sosyalist Kamu Emekçileri’nin deklarasyon çalışmasının gösterdikleri...

Gerçek bir bağımsızlık için de, insanca bir yaşam için de sosyalizm!

Metal işçileri faturayı ödememek için yürüyor!
  29 Kasım’a çağrı eylemlerinden…
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Partinin gelişme sorunları...
Devrimci ideoloji, devrimci örgüt, devrimci sınıf!..
  Sınıfın partisi selamlandı…
  Sınıf çalışmalarından...
  Düşünce özgürlüğü yasa koyucuların
iktidarını devirmekten geçiyor!
  Kapitalist düzende kadın, şiddeti tüm boyutlarıyla yaşıyor!
  Gençlik hareketinden...
  Dünyadan…
  Almanya’da İG Metal’in ihanetine tepkiler büyüyor!
  Bir kez daha Ergenekon
operasyonu üzerine
M. Can Yüce
  Bültenlerden...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Düzen krizin faturasını sınıfa keserken…

Mücadele ve örgütlenme görevleri


Kapitalizmin metropol ülkelerinden patlayan mali kriz, ağır bir ekonomik kriz haline dönüşerek dünya ölçeğinde yıkıcı dalgalar biçiminde yayılıyor, iflaslar yaygınlaşıyor. Devletlerin kurtarma operasyonları ile birlikte hemen tüm ülkelerde egemenler krize karşı önlem paketleri oluşturmak için seferber oluyorlar. Kapitalistlerin “batıyoruz, yardım edin” haykırışlarıyla birlikte hükümetler tarafından hazırlanan paketler birbirini izliyor. Paketlerin hepsinin ortak bir özelliği var. Krizin faturası işçi ve emekçilere ödetiliyor. İşçi ve emekçilerden kesilen kaynaklarla oluşturulmuş fonlar kapitalistlerin hizmetine sunuluyor. Emekçiler üzerideki vergi yükü arttırılıyor. Sosyal haklar gaspediliyor. Ücretler ya donduruluyor ya da düşürülüyor. İşten atmaların getirdiği yük kapitalistlerin üzerinden alınıyor, önündeki engeller kaldırılıyor, vb...

Tek tek her bir kapitalist de yaşadığı krizi ya da kriz riskini işçilere ödetmek konusunda büyük bir hoyratlıkla davranıyor. Ücretsiz izinler her yerde rastlanan bir uygulamaya dönüştü, tensikatlar yaygınlaştı. Ücretler düşürülüyor ya da ödenmiyor, sosyal haklar toptan ortadan kaldırılıyor, çalışma düzeni alabildiğine esnekleştiriliyor., vb.

Ülkenin neresine bakarsanız bakın benzer uygulamalara tanık oluyorsunuz. Durum öyle bir hale geldi ki, sermaye sınıfı işçi sınıfını hallaç pamuğu gibi savuruyor. Yine de en çok onların sesi duyuluyor. İşsizlik Sigorta Fonu’nda birikmiş kaynaklara gözlerini dikiyor, kıdem tazminatının kaldırılmasını talep ediyor, zaten ödemedikleri vergilerden tümüyle kurtulmak istiyorlar.

Krizin faturası acımasızca ödetilen işçi sınıfı cephesine ise şu an kargaşa hakim. Tek tek fabrikalarda tekil tepkiler olmakla birlikte (bu tepkilerden bazıları fabrika işgali gibi kararlı direnişler biçiminde de olsa), henüz işçi sınıfı örgütlü ve kararlı bir savunma ve mücadele hattı oluşturabilmiş değil. Sendikal örgütlülüğün olmadığı fabrikalarda işçilerin militan biçimlere varabilen öfke patlamaları çok geçmeden sönüyor. Kısa süren direniş ve eylemlerin ardından bu mevzi mücadelelerinin galipleri genelde patronlar oluyor. Örgütlü fabrikalarda da durum çok farklı değil. Dahası buralarda sendika yönetimleri işçileri çeşitli vaatlerle durumu kabullenmeye zorlamakta, genelde de bunda başarılı olmaktadırlar. Yürütülen mücadeleler genelde başarısızlıkla sonuçlanmaktadır.

Bu ortamda ayrıca, daha önce sendikalaşma hedefiyle başlamış mevzi direnişlerde de bir kırılma göze çarpmaktadır. İşçi sınıfı örgütlü ve kararlı bir yoldan mücadele hatlarını oluşturamadığı ölçüde, patronların hem merkezi ve hem de tüm fabrikalara yayılan şiddetli saldırıları karşısında savunmaya çekilmiştir. Talep eden değil, durumunu korumaya çalışan, bunu da daha geriden yapmak zorunda kalan bir tablodur bu. Doğal olarak bu tablo karamsarlığa yolaçmaktadır.

Bu durum en çarpıcı biçimiyle metal TİS’lerinde gözlemlenebilmektedir. Kapitalizmin kalbi sayılan bu işkolundaki TİS süreci başlangıç aşamasında sınıf hareketinde bir sıçrama olanağı olarak duruyordu. Metal işçileri, MESS’in Türk Metal aracılığıyla kurduğu tahakkümü hissedilir biçimde zorlamaktaydılar. Birçok olgu, MESS ve Türk Metal’in durumlarını korumak için manevra imkanlarının son derece daralmış olduğunu göstermekteydi. Fakat krizle birlikte bu sürecin seyri büyük ölçüde değişti. Krizle birlikte kriz edebiyatını etkili biçimde kullanan MESS ve Türk Metal çetesi şu an durumu dengelemiş görünmektedir. Her ne kadar BMİS politik-moral üstünlüğü olumlu inisiyatif örnekleriyle korumaya çalışsa da, yine de süreç metal işçisinin aleyhine dönmüştür. Talep eden, bunun için mücadeleden kaçınmayan bir tutumun yerini giderek mevcut olan korumayı esas alan, tereddütlü bir ruh hali almaya başlamıştır.

Konfedarasyon merkezleri başta olmak üzere sendika merkezleri bu süreci izlemekte ve en fazla içi boş mücadele beyanlarıyla yetinmektedirler. Tabandan henüz örgütlü bir basınç hissetmedikleri durumda bu tutumlarını sürdürmekte ısrar etmektedirler. Onların harekete geçmekte ayak diremeleri de durumu ayrıca ağırlaştırmaktadır.

Bir bütün olarak bakıldığında, sermaye sınıfı ve devletinin şiddetli saldırıları karşısında sınıfın saflarında bir dağınıklık gözlenmektedir. Sınıf hareketi, düşmanın her geçen gün daha da şiddetlenen ve kapsamını arttıran saldırıları karşısında savunma hatlarını kurmak, bu sert saldırıları durdurmak ve bir yerden sonra karşı saldırıya geçmek zorundadır. Bugün sınıf ve emekçi hareketi için en önemli sorun budur.

Bu açıdan süreç oldukça kritik bir aşamadadır. Henüz direnme eğilimi ve isteğinde olan sınıf bölüklerinin bulunduğu, karamsarlığın tüm safları saran bir durum haline gelmediği, direnme ve mücadele etme eğilimiyle iç içe-yan yana bulunduğu bir evredeyiz. Dolayısıyla sınıf hareketini ileriye taşımanın ve düzene karşı sınıf mücadelesini büyütmenin koşullarına sahibiz. Eğer sürecin hakkı verilir, işçi sınıfı ve emekçi kitleler bir mücadele cephesinde birleştirilip düzenin şiddetli saldırılarına göğüs gerecek bir ilk mücadele cephesi oluşturulabilirse, sürecin tersine çevrilmesi, krizin mücadeleden yana bir “fırsat”a dönüştürülmesi mümkün olacaktır.

“Ortak talepler, ortak örgütlenme, ortak mücadele” tutumu, bugün krize karşı yürütülecek mücadelenin yoludur. Saldırıların kapsamı ve niteliği, tüm işçi ve emekçileri ortak talepler doğrultusunda birleştirmektedir. Ortak taleplerin ise ancak ortak bir mücadele ile koparılıp alınacağı ortalama bir işçinin dahi görebileceği kadar açıktır. Ve ortak bir mücadele ancak ortak bir örgütlenme zeminine dayanarak örgütlenebilir. Böyle yapılabilirse başarı sağlanabilir. Çünkü saldırı geneldir, sınıf mücadelesinin-sınıflar arası güç dengelerinin durumu tarafından belirlenmektedir. Tek tek fabrikalarda krizin faturasını ödememek için yürütülecek mücadelelerin değeri de, bu genel güç dengesini işçi sınıfı ve emekçiler lehine değiştirmek yönündeki genel mücadelenin parçası olduğunda ortaya çıkacaktır. Genel düzlemde elde edilecek başarılar, tek tek mevzilerdeki mücadelelerin de başarısını etkileyecek, geleceğini belirleyecektir. 

Öyleyse “ortak talepler, ortak örgütlenme ve ortak mücadele” süreci nasıl ele alınmalı, bunun için nereden başlanmalı, ne yapılmalı?

Öncelikle belirtmek gerekir ki “ortak örgütlenme ve mücadele” için yapılacak ilk iş, krizin faturasını ödememe tutumunun netleştirilmesi ve bu temelde “ortak talepler”in belirlenmesidir. Halihazırda metal sektöründen başlayarak bu doğrultuda belli bir çerçeve giderek oluşmaktadır. “Zamlar geri çekilsin, işten çıkarmalar yasaklansın, çalışma süresi indirilsin” talepleri sınıf ve emekçi hareketinin örgütlü unsurları tarafından sahiplenilen talepler olmuştur. Bu talepler işçi sınıfının devrimci programında yer alan “emeğin korunması” ve “acil demokratik-siyasal istemler” bölümündeki talepler de esas alınarak geliştirilip genişletilebilir. Ama bu haliyle bile “krizin faturasını ödememek” tutumunun pratikleştirilmesi ve bir mücadele sürecine dönüştürülmesi açısından işlevseldirler. İşçi sınıfı ve emekçileri ortak hedefler doğrultusunda birleştirebilecek niteliktedir. Eğer bu talepler sınıfın geniş bölüklerine maledilebilir ve bu yolda kararlı bir mücadele yürütülebilirse, bu genel planda sınıf ve emekçi hareketinin sınıf kimliği kazanması ve politikleşmesi açısından son derece yararlı olacaktır. Bununla birlikte tek tek fabrikalardaki mücadeleler için de büyük bir politik-moral itilim sağlayabilecektir.

Taleplerin bu biçimde ortaklaştırılması, ortak bir örgütlenme için yolun açılması demektir. Fakat ortak örgütlenmenin zemini ve bu zeminde bir araya geleceklerin bileşimi yürütülecek mücadelenin gücü ve geleceği açısından belirleyicidir. Bugün üzerinde en çok tartışılan ve çözümlenmesi gereken sorunlar da bunlardır. Ortak örgütlenme zemini, yeni bir Emek Platformu mu, yoksa HSGGP türü bir platform mu olacaktır? Bu platformlar arasındaki ilişkiler nasıl olacaktır? Politik yapıların oluşturulacak bu tür platformlardaki yeri ne olacaktır? Bu ve benzeri sorular “ortak talepler” doğrultusunda kararlı bir mücadelenin yürütülmesi açısından belirleyici bir yerde duran “ortak örgütlenme” sorununun çözümü için kritik önemdedir.

Bugün bazı tartışma platformlarında ifade edildiği biçimiyle buraya aktardığımız bu sorulara yanıtımızı özetle şöyle ifade edebiliriz: Elbette her düzeyde oluşturulacak bu tür merkezi platformlardan hiçbirine itirazımız olmaz, bunları karşı karşıya koymak da gerekmez. Fakat bununla birlikte taban inisiyatiflerine yaslanmayan, işçilerin söz-yetki ve karar haklarını kullandıkları mekanizmalar temelinde örgütlenmeyen merkezi platformların hiçbirisi, sınıftan yana çözüm üretemeyeceği gibi, mücadelenin ağır görevlerinin hakkından gelme yeteneği ve iradesi gösteremeyecektir.

Örneğin Emek Platformu gibi platformlar “genel grev-genel direniş” gibi bir ihtiyacı karşılamak bakımından son derece işlevsel olmakla birlikte, taban inisiyatiflerinin belirleyici olmadığı her durumda, hem mücadelenin hedeflerinin bulanıklaştırılması hem de sınıfın enerjisinin soğutulması için kullanılmaktadır. HSGGP gibi iller ve bölgeler düzeyinde oluşan platformlar ise, mücadeleyi örgütlemek konusundaki tüm samimiyetlerine ve iddialarına karşın, bir yerden sonra en zayıf unsurlarından başlayarak geriye çekilme, merkezi bürokrasi engeli karşısında kırılma ve iradesizleşme gibi sorunlar yaşamaktadır. Bu bakımdan 2001 krizi sonrasında gündeme gelen yerel emek platformu deneyimleri açıklayıcıdır. Örgütlü taban inisiyatiflerine dayanmayan, mevcut imkanlara karşın bu inisiyatifleri örgütleme konusunda çaba göstermeyen ve bir yerden sonra da merkezi yönetimler karşısında bayrağı indiren, tersinden de devrimci politikaya karşı gericileşen bu platformlar kendilerinden beklenen yararı sağlamamışlardır.

Ülke, il, bölge düzeyinde merkezi mücadele platformlarına evet! Ancak bu platformların sendika ve kitle örgütlerinin bürokrasisine daraltılmasına hayır! CHP, DSP vb. düzen partilerinin temsiliyetine hayır! Her düzeyde işçilerin ve emekçilerin inisiyatifine açık, dahası bunun genel meclisler gibi somut mekanizmalar biçiminde güvence altına alınacağı, aşağıdan yukarı işleyen bir “ortak örgütlenme”! Örgütlenme uğruna harcanacak emek, havzalarda fabrika fabrika işçileri yan yana getirmeye yoğunlaştırılmalıdır. Sendikal kademeler bu doğrultuda ön açmalı, teşvik etmeli, örgütün imkanlarını örgütlü-örgütsüz işçilerin ortak zeminlerde bir araya gelmesi doğrultusunda kullanmalı, bununla birlikte oluşturulacak bu taban örgütlenmelerinin inisiyatiflerine tabi olmalıdırlar. Ortak örgütlenmenin zeminleri farklı kademelerde oluşturulabilir-oluşturulmalıdır. Ancak kritik halka, havzalarda oluşturulacak örgütlü-örgütsüz işçilerin yan yana getirileceği zeminler olacaktır. Farklı kademelerde oluşturulmuş olan ortak örgütlenme zeminleri içerisinde asıl belirleyici olacak olan da bu platformlardır. İç işleyiş de, “söz-yetki-karar işçilerin” anlayışına uygun olarak kurulmalıdır.

“Ortak talepler” doğrultusunda ve “ortak örgütlenme” zemininde sınıf ve emekçiler düzenli bir ordu gibi yan yana getirildiği ölçüde, “ortak mücadele” de hakkıyla verilebilir. “Ortak mücadele” kararlı, militan ve dişe diş verilecek bir mücadele olacaktır. Bir yandan tek tek her sınıf bölüğünün yaşadığı sıkıntıda yardımına koşacak, diğer yandan ise düzene karşı merkezi bir mücadeleyi omuzlayacaktır. Yerel direnişlerin genel bir sınıf dayanışmasıyla kucaklanması, düzeni gerileterek saldırıları püskürtecek bir genel grev-genel direnişin örgütlenmesi mücadelenin iki temel boyutunu oluşturacaktır. Bu mücadelenin hedefinde ise sadece sermaye düzeni, devleti ve hükümeti değil, onlarla işbirliği halinde bulunan ve bu işbirliğini sürdürmekte kararlı davranan sendika bürokratları da olacaktır.

Sınıf devrimcilerini, sınıfın ve emekçi hareketinin ileri unsurlarının düzene karşı sınıfın genel direnişini örgütlemek için tutması gereken yol bu olmalıdır. “Ortak talepler-ortak mücadele-ortak örgütlenme” hattından giderek işçi ve emekçilerin saflarındaki dağınıklığa son verip, krizi devrimci sınıf mücadelesiyle yanıtlamalıyız.

Halihazırda ilk dönemin şaşkınlık ve tepkisizlik halinin bir ölçüde aşılmış olması, bir takım örgütlenme girişimleriyle birlikte düzenlenen eylemler (zam eylemleri, 29 Kasım mitingi) kuşkusuz bu bakımdan önemlidir, fakat yeterli değildir. Önemli olan bu ilk adımların ortaya çıkardığı moral imkanlardan da yararlanarak ve zayıflıklara yüklenerek süreci bahsettiğimiz yoldan geliştirecek daha kararlı, daha azimli ve sistemli bir çabanın gösterilmesidir.

Özbucak işçileri ücret gaspına karşı direnişte!

Özbucak işçisi örgütlü mücadeleyle kazanacak!

Adana’da Özbucak Fabrikası’nda yaklaşık üç yıldır yaşanan hak gaspları artarak devam ediyor. Geçmiş aylarda yaşanılan ücret kesintileri işçilerin sırtındaki yükü daha da ağırlaştırıyor. Özbucak patronu Kasım ayı içerisinde ücretlerin ödenmesi konusunda işçilere söz verdi, fakat bu sözünde durmadı.

17 Kasım günü gece vardiyasındaki işçiler servislerin gelmemesi üzerine evlerine döndüler. Servis araçlarının ücretlerin ödenmemesi nedeniyle gelmediğini öğrenen işçiler, fabrika yönetiminin bulunduğu eski fabrikanın önünde 19 Kasım günü ücretlerini almak için eyleme geçtiler.

Özbucak işçileri: Vaatlere karnımız tok, hakkımızı istiyoruz!

Sabah saatlerinden itibaren fabrika önünde toplanmaya başlayan işçiler, burada yetkililerden sözler verilmesi yerine aylardır biriken ücretlerin ödenmesini istediler. Fabrika genel müdürü işçilerin yanına gelerek, Nusret Balkaroğlu’nun evini satışa çıkardığını ve satış sonrasında işçilerin parasını ödeyeceğini söyledi. Bu öneriye karşı çıkan Özbucak işçileri, buna benzer sözlerin aylardan beri tekrarlandığını, fabrikanın da satışa çıkarıldığını ancak bunun bir karşılığı olmadığını söylediler.

Türk-İş 4. Bölge Başkanı Hüseyin Elbek: “İşveren beni ikna etti”

İşçilerin bekleyişlerini sürdürmesi üzerine Türk-İş 4. Bölge Temsilci Hüseyin Elbek fabrikaya gelerek patronla görüştü. Yaklaşık yarım saat süren görüşmenin ardından işçilerin yanına dönen Elbek, burada kriz yaşandığını, amaçlarının işyeri kapanmadan ve işçiler mağdur olmadan bir çözüm bulmak olduğunu, işverenin kendisine söz verdiğini, evini satışa çıkardığını, eski fabrikanın da satış işlemlerinin Aralık ayı içinde sonlanacağını söyleyerek ücretlerin 21 Kasım ya da 24 Kasım günü ödeneceğini söyledi.

Bunun üzerine tepki gösteren işçiler geçen bayramdan bu yana aynı sözlerin verildiğini, artık bunlara karınlarının tok olduğunu ve somut adımlar atılmasını istediklerini söylediler. İşçiler sendikanın kendilerine sahip çıkması ve artık beklemek yerine harekete geçmesi gerektiğini söylediler.

Hüseyin Elbek’in, işçileri ikna girişimi boşa düşünce, fabrikadan ayrıldı. İşçiler ise patronun sözlerine güvenmediklerini, alacakları ödenene kadar fabrikayı terk etmeyeceklerini söyleyerek beklemeye başladılar.

Sİ-DER: “Artık yeter, şimdi mücadele zamanı!”

İşçilerin fabrika önüne gelmesiyle birlikte fabrikaya gelen Sİ-DER çalışanları, yaptıkları konuşmalarda işçileri birlik olmaya ve haklarını almak için mücadeleyi yükseltmeye çağırdılar.

Bu sırada içerisinde Özbucak’ta yaşanan son gelişmeleri içeren ve Sİ-DER’in işçilere çağrısının yeraldığı Adana Sanayi İşçileri Bülteni’nin Kasım 2008 tarihli sayısının dağıtımı yapıldı. Elden ele dolaşan bülteni işçiler, kendi düşüncelerini yansıttığı için sendika temsilcilerine ve işverene gönderdiler.

İşçilerin sendika tarafından yalnız bırakılmaları ve bir taban örgütlenmesinden yoksun olmaları en büyük eksikleri. Buna rağmen işçilerin fabrika bahçesindeki bekleyişlerini sürüyor.

Kızıl Bayrak / Adana