21 Kasım 2008 Sayı: SİKB 2008/46

  Kızıl Bayrak'tan
   Krizin faturasını kapitalistlere ödetmek için...
  Düzen krizin faturasını sınıfa keserken…
Yeni kölelik anlaşmalarına geçit yok!
Sosyalist Kamu Emekçileri’nin deklarasyon çalışmasının gösterdikleri...

Gerçek bir bağımsızlık için de, insanca bir yaşam için de sosyalizm!

Metal işçileri faturayı ödememek için yürüyor!
  29 Kasım’a çağrı eylemlerinden…
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Partinin gelişme sorunları...
Devrimci ideoloji, devrimci örgüt, devrimci sınıf!..
  Sınıfın partisi selamlandı…
  Sınıf çalışmalarından...
  Düşünce özgürlüğü yasa koyucuların
iktidarını devirmekten geçiyor!
  Kapitalist düzende kadın, şiddeti tüm boyutlarıyla yaşıyor!
  Gençlik hareketinden...
  Dünyadan…
  Almanya’da İG Metal’in ihanetine tepkiler büyüyor!
  Bir kez daha Ergenekon
operasyonu üzerine
M. Can Yüce
  Bültenlerden...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Düşünce özgürlüğü yasa koyucuların iktidarını devirmekten geçiyor!

Kapitalist sistemde düşünme, düşündüğü ifade etme, eleştirme ve eyleme geçme özgürlüğünün sınırı sermaye devletinin dönemsel ihtiyaçları doğrultusunda sürekli olarak değişir. Yine de devletin gerek stratejik gerekse dönemsel politikaları ile uyumlu kaldığı sürece düşünme hakkının tanındığı, herkesin burjuva siyaseti sınırlarında düşüncesini ifade etmesinin ve hatta aynı sınırlara riayet etmek koşuluyla eyleme geçmesinin mümkün olduğu genel olarak kabul edilir. Oldukça geniş görünen bu hak silsilesi aslında bir hiçtir. Zira ne zaman ki bir şekilde devlet aygıtının unsurlarına dokunulursa işte o an yasalarda ve kimi basın toplantılarında edilen süslü laflara rağmen bu hakların suç olduğu yüksek perdeden ilan edilir.

Bütün bunlar şaşırtıcı değildir. Sonuçta iktidardaki sınıfın temel amacı kendi egemenliğinin sarsılmadan sürmesidir. Bu yüzden Fransa’da Cezayir meselesi, İspanya’da Bask bölgesi, ABD’de Irak işgali halkın düşünemeyeceği konuların başında gelir. Söz konusu Türk sermaye devleti olunca düşünme, yasağı getirilmiş olan konuların listesi biraz daha uzamaktadır. Kürdistan, Ermeni soykırımı, militarist kurumsallaşmalar ve kirli savaş aygıtlarının her türlüsü bu listenin içerisine dahil edilebilir.

Özcesi her coğrafyada sermaye iktidarı üzerini örtüp toplum gözünde meşrulaştıramadığı kirli politikalarını yasaklar listesine dahil eder. Bu listenin uzunluğu tersten bakıldığında, o coğrafyanın emekçileri açısından bir olumluluğun da işaretidir. Zira yasakların çok olduğu yerde, yasak koyucuların korkularının da çok olduğunu bilmek gerekir. Ne kadar yasak varsa, o iktidarda o kadar boşluk vardır. Ve yasaklar aslında o boşlukları asla gerçekten kapatamayacak olan yamalardan ibarettir. 

301. madde bir dokunulmazlık ilanıdır!

Türkiye’nin ceza hukuku tarihinde hep bir takım sembolleşmiş kanun maddeleri vardır. Eski Ceza Kanunu’nda düşünce ve eylem özgürlüğünün en büyük düşmanı olarak 141-142. maddeler ilan edilmişken, yalnızca kılıfı değişen ve dili sadeleştirilen sözde yeni yasa ile birlikte yerini 301. madde almış oldu.

Yine de 301. maddenin benzerlerinden farklı yanları olduğunu kabul etmek gerekiyor. Zira bu madde “düşünce ve eylem özgürlüğünün alt sınırını” derli-toplu bir biçimde ifade ediyor. Ceza Kanunun sayfaları karıştırılacak olsa, aslında 301. madde içerisinde arka arkaya sıralanan hususlara ceza yağdıracak bir dizi hüküm bulunmaktadır. Ama 301. madde bütün bir topluma neleri “hiçbir zaman düşünemeyeceğini ve dile getiremeyeceğini” en net tarzda dile getirmektedir.

Burada asla düşünülemeyecek şeylerin de değişken olması, değişmemesi gereken tek konunun devletin her fetvasına boyun eğmek olduğunun yalın bir göstergesi. Bir örnek bu tartışmayı anlaşılır kılacaktır. Örneğin bugün “Ermeni soykırımı vardır” demek 301’den yargılanmanın temel sebeplerinden biri. Ama olacak şey olmasa da, yarın bir dizi pazarlıktan sonra bir yasa çıkıverir ve sermaye devleti bu konuda geri adım atmak zorunda kalır, işte o zaman “Ermeni soykırımı vardır” demek devleti aşağılamak değil de, çağdaş bir görüş ifade etmek mertebesine yükseliverir. Buradaki değişken, bir devletin ilericileşmesi değil, değişen çıkarlarının 301. maddenin kapsamına giren hususları da değişime uğratmasından ibarettir. Ama değişmeyen bir nokta yine kalır. O da devletin sürekliliği için ilan ettiği dokunulmazlıklardır; yarın Ermeniler olmaz, Kürtler olur. Öbür gün Türkiye bir başka coğrafyayı işgal eder ve o zaman işgalci sözcüğü bir anda devleti aşağılayan sözcüklerin arasına ekleniverir. Kısacası 301 ve türevlerinin mesajı açıktır: Vatandaş neyi sorgularsan sorgula, ama beni sorgulama!

İşte bu yüzden 301. maddeye karşı mücadele, ceza kanununda onun işlevini görecek bir dizi madde olmasına rağmen önemlidir. Zira bu madde devletin dokunulmazlığının ilanıdır.

Bakan hükmü verdi, mahkeme cezayı kesecek!

301. madde ile ilgili tartışmalar uzunca bir süredir devam ediyor ve bir süre daha devam edeceği de görülüyor. Zaten böyle olacağı 301. maddenin sözde değişikliği sürecinde görülmüştü. Meclis tarafından maddenin içeriği aynen korunmuş, usulen 301’den yargılanmak Adalet Bakanı’nın iznine bağlanmıştı. Bunun üzerine “301. madde düşünce özgürlüğüne aykırı” diyerek baskı kuran Avrupa Birliği de rahatlamış ve Türkiye’ye bir “aferin” vermişti. Oysa ki maddenin yeni hali eskisinden çok daha anti-demokratik ve maddenin uygulamadaki etkisini güçlendirir nitelikteydi. Zira artık Adalet Bakanı’nın elinde önüne gelen dosyalar arasında hizmet ettiği ideoloji ve değerlerin gerektirdiği biçimde bir eleme yapabilme silahı bulunuyor. Artık 301. madde yalnızca her düşüncenin yargılanabilir olması anlamına gelmiyor, egemenlerce seçilmiş kimi düşüncelerin yargılanmadan suçlu ilan edilebilir olduğu anlamına geliyor.

Bu vargının son destekleyicisi Adalet Bakanı’nın Temel Demirer’e dava açtıktan sonra yaptığı açıklamalar oldu. Adalet Bakanı, davanın açılmasına onay verdikten sonra bu onayı, “çünkü suçludur” diyerek gerekçelendirdi. Yani Temel Demirer henüz yargılanmadan Adalet Bakanı nezdinde zaten suçlu ilan edildi ve mahkemeye düşen ise artık yalnızca cezasını kesmek... Yine de Adalet Bakanı’nın bu çıkışının taktir-e şayan bir yanı da bulunmuyor değil. Zira kendisi bu açıklamasıyla 301’de yapılan değişikliğin bir makyajdan ibaret olduğunu anlamayanlar varsa, onlara bu gerçeği en özlü biçimiyle özetleyiverdi.

Bakan Şahin, Temel Demirer’in suçlu olduğunu ilan ettikten sonra; “Kimse kusura bakmasın. Ben devletime katil dedirtmem” dedi. Yani Demirer’in yargılamaya konu olan açıklamasında yer alan Hrant Dink’in katledilmesi, Ermeni soykırımı, Kürt halkının maruz kaldığı imha uygulamalarını bir kalemde es geçti ve ekmeğini yediği kapıyı kirletmekten çekinen bir kabadayı edasıyla hareket etti. Ama işte o kapıdan oluk oluk kan sızıyor.

Yüksek perdeden verilen fetvalar toplumun muhalif seslerini kısmakta başarılı olsaydı, bu coğrafyanın son çeyrek yüzyılında yaprak kıpırdamaması gerekirdi. Ama bugün hala birileri sermaye devletinde yasaların yasak, adaletin yalan ve devletin katil olduğunu biliyor ve yüksek sesle de ifade ediyor. İşte bu yüzden kapıdan sızan kanı gizlemeye 10 kere 301 bile yetmiyor!

Eskişehir İHD’den basın açıklaması…

Eskişehir’de İHD üyeleri 16 Kasım günü son dönemde yaşanan saldırı ve işkenceleri protesto etmek için bir basın açıklaması gerçekleştirdiler. Adalar Migros önünde gerçekleşen basın açıklamasında polis kurşunuyla ve işkencede son aylarda onca genç ve çocuk yaştaki insanın zarar gördüğü, TMY yasalaşırken itirazların ne kadar haklı olduğunun kanıtlandığını söylendi. Cezaevlerindeki işkencelerin ve sokaklarda örgütlenen linç girişimlerinin sistematik bir politikanın ürünü olduğu dile getirildi. Açıklamada Kürt halkına ve özgürlük ve adalet isteyen basına yönelik saldırılar da kınandı.

Yaklaşık 30 kişinin katıldığı açıklamaya siyasi parti ve devrimci kurumlar da destek verdi.

Kızıl Bayrak / Eskişehir