5 Mayıs 2009
Sayı: SİKB 2009/17

  Kızıl Bayrak'tan
  Taksim’i kazandıran cüret ve kararlılıkla ilerleyeceğiz!
  Azgın devlet terörüne direnen işçiler, emekçiler ve devrimciler sokak sokak çatışarak Taksim’i kazandı…
Adana’da 1 Mayıs coşkuyla kutlandı…
1 Mayıs Türkiye’nin dört bir yanında coşkulu eylemlerle kutlandı…
Liseliler 1 Mayıs’ta alanlardaydı!..
  Sokak sokak sergilenen devrimci direnişle 1 Mayıs kazanıldı!.. .
  Kadıköy’de devletin icazetine sığınan Türk-İş gericiliği ile kuyruğuna takılanlar düzene hizmet ettiler...
  Sermayenin yalıtma politikası 1 Mayıs’ta da sürdürüldü...
  Taksim’in kazanılmasının ardından.... - H. Eylül
  Kürdistan’da 1 Mayıs eylemlerinden...
  Küçükçekmece’den işçi ve emekçilerle 1 Mayıs üzerine konuştuk...
  Almanya’da 1 Mayıs gösterilerinden...
  Başbuğ, sermaye düzenin bekçisi olan orduyu aklamaya çalıştı…
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Gençlik hareketinden...
  Hatice Yürekli anıldı
  Tamil Kaplanları: “Asla teslim olmayacağız!”
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Başbuğ, sermaye düzenin bekçisi olan orduyu aklamaya çalıştı…

Çürümüş düzene ve kurumlarına karşı mücadeleyi yükseltelim!

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, 29 Nisan günü son süreçteki gelişmelerle ilgili basın toplantısı gerçekleştirdi. Toplantıda gömülü silahlara ve Ergenekon’a ilişkin verdiği yanıtlar öne çıktı. Başbuğ, açıklamalarının önemli bölümünü Ergenekon soruşturmasına ayırdı. Öte yandan Başbuğ’un iddialarına konunun taraflarından yalanlama geldi.

Başbuğ’un konuşmasında dikkat çeken nokta, “az konuşma kararı alan, iletişim tekniği olarak ‘zamanında, yerinde’ konuşmayı benimseyen” İlker Başbuğ’un iki hafta arayla üst üste konuşmasıdır. Öyle anlaşılıyor ki, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Ergenekon’un son dalgasındaki mühimmat ve muvazzaf subaylarla ilgili tartışmalar orduyu yıpratmaya başlayınca konuşmaya mecbur kaldı. Konuşmanın ağırlığı ise, Ergenekon soruşturmasının ortaya saçtıklarıyla ordu arasında bir bağ olmadığını ispatlamaktan ibarettir.

İlker Başbuğ, Ergenekon davası kapsamında ele geçirilen askerî mühimmatın hiçbirinin TSK’nın envanterine kayıtlı olmadığını iddia etti. Oysa, diğerleri bir yana emekli Binbaşı Fikret Emek’in evinde çıkan cephanelik ve aldığı hapis cezası bile bu iddiayı çürütmeye yeter.

İlker Başbuğ’un, “Poyrazköy’deki İSTEK Vakfı arazisinin asker kontrolünde tutulmadığı ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin girip çıkabileceği” şeklindeki sözleri de Poyrazköy Muhtarı Özcan Bayraktar tarafından yalanlandı. Basına konuşan muhtar Bayraktar şunları söyledi: “Burası 50 yıla yakındır askerî bölge ve asker kontrolünde. SAT komandoları belli noktalarda kontrol noktaları oluşturarak belli noktalardan ileri geçilmesine izin vermiyorlar. Muhtar olarak ben bile İSTEK Vakfı arazisi ve çevresine giremiyorum. SAT komandoları kimseyi bırakmıyor. Arazi sahipleri dahi komutandan izin alıp yanlarına asker verilerek bölgeye girebiliyor.”

Bölgede yaşayan ve İSTEK Vakfı arazisinin eski sahibi Kadir Nurcan da, “Asker on yıllardır buraya kimseleri sokmuyor. Siviller burada tapulu arazilerine giremiyor. Sivillerin buralara rahatça girebildiği doğru değil” şeklinde konuştu. Dahası sözkonusu yere giden gazeteciler, Poyrazköy Muhtarı Bayraktar’ın sözlerini doğrulayan bir uygulama ile karşılaştı.

İlker Bağbuğ’un “GATA’ya sevkler Adalet Bakanlığı’nın gözetiminde yapılmaktadır” yönündeki açıklamasını ise, bizzat Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin yalanladı. Ergenekon davasından tutuklu generallerden Veli Küçük dışındakiler uzun süredir GATA’da tedavi görüyor. Bunların önemli bir kısmı GATA’nın verdiği sağlık raporu üzerinden tahliye edildi. Oysa, Adalet Bakanlığı yönetmelik ve tüzüklerine göre, Ergenekon tutuklusu generallerin de en yakın üniversite hastanesi olan İstanbul Üniversitesi tıp fakültelerine sevki gerekiyordu. Fakat generallere bu konuda da bir ayrıcalık gösterildiği anlaşılıyor.

İlker Başbuğ’un: “Bölücü terör örgütünün ortadan kaldırılması için Irak’ın kuzeyindeki yerel yönetimin de bu işe aktif olarak dahil olması zorunludur” şeklindekisözleri, Kürt sorunu konusunda  geleneksel inkar, imha ve asimilasyon politikalarında sermaye devletinin tepesindeki uyumu işaret ediyor.

İlker Başbuğ’un konuşmasının bütününde Ergenekon’la ilgili bölümü bir yana bırakırsak, özellikle dış politika alanında ve ABD’nin bölgesel planları doğrultusunda, Hükümet ve Genelkurmay arasında da tam bir uyum olduğu gözleniyor. Başbuğ’un, Ermenistan konusunda Başbakan Erdoğan’ın cümlelerini hatırlatıp, “Sayın Başbakan’ın görüşlerine aynen katılıyorum” sözlerini de bu çerçevede değerlendirmek gerekir.

Elbette, Türk dış politikasının ne olduğunu ve nasıl belirlendiğini anlamaya çalışırken, Türkiye’deki burjuva sınıf egemenliği, buna dayalı burjuva devleti gerçeği gözden kaçırılmamalıdır. Burjuvazi ve onun devleti, iç ve dış politikayı şekillendirmekte ve belirlemektedir. Yine gözden kaçırılmaması gereken bir diğer temel etken de, Türk burjuvazisinin emperyalizme göbekten bağlı bulunduğu, dolayısıyla Türk dış politikasının bütün temel unsurlarını emperyalizme bu bağımlılığın belirlediği gerçeğidir.

Özenle altı çizilmelidir ki, Türk burjuvazisinin izlediği dış politika çizgisi temelde ABD emperyalizmi tarafından belirlenmekte, temel tercih ve yönelimler buna göre şekillenmektedir. Çünkü, Türkiye emperyalizme iktisadi temel üzerinde çok yönlü, çok boyutlu bağımlı bir ülkedir ve bugün Amerikan emperyalizminin köleci egemenliği altındadır. Türkiye NATO üyesidir ve bu üyeliğin NATO hizmetinde savaşa girecek bir sadakat düzeyinde olduğunu defalarca göstermiştir. Türkiye’nin dört bir yanı NATO ve ABD askeri üs ve tesisleriyle kaplıdır. İhtiyaca göre ABD emperyalizmi Ortadoğu halklarına karşı bu üsleri dilediğince kullanabilmektedir.

Gerici bir burjuva sınıf devleti olarak Türk sermaye devletinin kendi özel çıkar, ihtiyaç, kaygı ve hasaplarından kaynaklı kendine özgü tutumları bulunsa da, bu kendini dış politikada da belli sorunlar ve tutumlar üzerinden gösterse de, bu özgül sorunlar, temelde bağımlılık ilişkileri tarafından belirlenen temel tercihleri ve yönelimleri değiştirmemektedir. Türkiye’nin dış politikasını temelde hep emperyalizme bu bağımlılık ilişkileri belirlemektedir.

Ayrıca, Türk burjuvazisinin yaşadığı palazlanmaya bağlı olarak beliren yeni çıkar ve ihtiyaçları, iç ve dış politikada da yeni tercih ve yönelimlere neden olmuştur. Türkiye kapitalizmi gelişmiş, Türk burjuvazisi, aşırı bir iç sömürü ve soyguna dayalı sermaye birikimi içinde sürekli palazlanmıştır. Bu birikimin yarattığı yeni ihtiyaçlar kadar, dünyada devrim ve sosyalizm dalgasının yarattığı sınıfsal korku da burada temel bir rol oynamıştır. Bu ihtiyaçlar ve korkular, aynı zamanda Türk burjuvazisinin dünya emperyalizmiyle yeni düzeyde bir bütünleşme ve bağımlılık ilişkisinin zeminidir.

ABD emperyalizmiyle kurulan çok yönlü ve köklü kölelik bağlarının sürdürücüsü durumundaki uşak takımının en başında ise generaller gelmektedir. Amerikancı generaller takımı, Türkiye’nin emperyalizmle ilişkileri üzerine en ufak bir tartışma dahi yapmıyor, yapamıyor. Tersine, bu bağımlılığın askeri ve siyasal simgesi durumundaki NATO ve Pentagon’la ilişkilerin en hararetli savunucusu ve fiili yürütücüsü bizzat generallerdir. Generallerin siyasal yaşam üzerindeki egemenliklerinin çerçevesini de oluşturan “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi”ne, “ABD ile ilişkiler tarihseldir ve çok yönlüdür” temel görüşünü yerleştiren ve bunu “NATO’daki rolümüzü korumalıyız, NATO’nun farklılaşan siyasetinde yerimiz olmalı” temel hükmü ile birleştiren de bizzat onlardır. 

Ordu, sermaye devletinin en temel kurumudur, onun omurgasıdır. Sermaye düzeninin organik bir parçasıdır. Sermaye düzeni ise sömürü ve kan üzerine kurulu bir düzendir. İlker Başbuğ sadece orduyu değil, onun şahsında sermaye düzenini de savunuyor. Konuşmasının temel dokusunu da bu yaklaşım oluşturuyor. Fakat savunmaya çalıştıkları düzen çürümüş ve yıkılmayı bin kere hak etmiş bir düzendir. Önemli olan, bu temel gerçeğin işçi ve emekçilere daha somut gösterilebilmesidir.