29 Mayıs 2009
Sayı: SİKB 2009/20

  Kızıl Bayrak'tan
  Sahte görüntülerle
gizlenemeyen gerçekler
  Resmi tarihle hesaplaşmak için sermaye düzeniyle hesaplaşmak gerekir!
“Kürt açılımı”nın körüklediği ham hayaller!
Grev ve direnişleri büyütmek için ortak mücadele!
Entes direnişinden...
İşçi ve emekçi hareketinden…
  Metal İşçileri Kurultayı’na doğru...
  Tokat Eğitim-Sen üyelerinden Tokat’ta yaşanan son gelişmeler üzerine açıklama…
  Bursa’nın “akıllı” hastanesinde çıkan yangının gösterdikleri…
  Üniversitelerden...
  ABD Guantanamo’dan
vazgeçmek istemiyor!
  Barack Obama-Benyamin Netanyahu görüşmesi……
  ABD’nin kirli ve karanlık icraatları
  Mamak İşçi Kültür Evi 8. Geleneksel Birlik ve Dayanışma Pikniği gerçekleştirildi…
  Onurlu çözüm mü? Yoksa dilencilik mi? - M. Can Yüce
  KESK ve bağlı sendikalara yönelik devlet terörü
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sermaye sınıfının “çare” sahtekârlığı!

Son günlerde burjuva basında sık sık bir kampanyadan söz ediliyor: “Kriz varsa çaresi de var!” Anlaşılan, sermaye sınıfı krize kendince bir çözüm bulmuş: “Eve kapanma pazara çık!” Neden? “Türkiye’nin yüzü gülsün diye!”

Bunlar, sermaye sınıfının tezgahladığı yeni bir oyunun tanıtım sloganları. Gülünç gelebilir ama sermaye sınıfı bu hokkabazlığı krizden çıkış planı olarak emekçilere yutturmaya çalışıyor.

Ekonomik veriler en açık bir şekilde, krizin olanca ağırlığıyla emekçileri ezdiğini gösteriyor. Ve gidişatın yakın gelecekte düzelebileceğine dair herhangi bir işaret de yok. Önümüzdeki ayların hatta yılların karanlık tablosu, burjuvaziyi paniğe sürüklüyor. İşte bu kampanya da bu paniğin bir ürünü olsa gerek.

“Üreten Türkiye Platformu” adı altında ve TOBB’un önderliğinde, Türk-İş, Hak-İş, TESK, TİSK, TİM, TÜSİAD, MÜSİAD ve Kamu-Sen’in bu kampanyada yer almaları, burjuvazinin, işçi ve emekçi kitlelerin gözünü boyamayı fazlasıyla önemsediğini gösteriyor. Aynı zamanda bu sendikaların yöneticilerinin hangi sınıfın emrinde olduğunu da yeterli açıklıkta bir kez daha gözler önüne seriyor. Beş hafta sürecek olan kampanya seferberliğinin amacı halkı tüketime davet etmek ve böylece iç piyasayı canlandırmak. Çünkü Türkiye’de %66’sını hane halkı harcamalarının oluşturduğu iç talep giderek gerilemekte, tüketim düşmektedir.

Peki burjuvazi bu kampanyayla neyi hedefliyor? Bu yolla kriz gerçekten çözülebilir mi?

Sermaye sınıfının tam bir arsızlıkla tezgahladığı bu oyun, modern kapitalist ilişkilerin tarihi kadar eski bir hokkabazlıktır ve bu hokkabazlığın sırrı sermayenin kendi doğasında yatmaktadır. Kampanyanın amacı tüketime davet. Yani halihazırda piyasada bulunan metaların kriz dolayısıyla tıkanma noktasına gelen dolaşımını canlandırmak.

Kampanyanın asıl hedef kitlesi, büyük bir çoğunluğu kendi emek-güçlerini satmaktan başka bir geliri olmayan işçi ve emekçilerden ve küçük birikim sahibi olan sınıf katmanlarından oluşmaktadır. Konunun en önemli noktalarından biri, birikim sahibi küçük-burjuvazinin üst katmanlarını bir yana koyarsak, bu kitlenin kendi emek-güçlerinden başka satacak herhangi bir sermayeleri olmamasıdır. Bu kitlenin karşısında duran sınıf ise sermaye sınıfıdır. Yani, bu kampanyayı örgütleyen, emekçileri ağır sömürü koşullarında çalışmaya zorlayarak ürettirdikleri ve kendi sermayelerinin doğrudan ürünü olan metaları satın alma konusunda yine emekçilere telkinlerde bulunan sınıf. Bir işçi, harcamasını ister üç-beş kuruşuk birikiminden yapsın, ister doğrudan kendi ücretinden yapsın, sonuçta harcadığı para kendi emek-gücünün bir kapitaliste belli süreliğine sömürülmek üzere ödünç verilmesinin karşılığında kazanılmıştır. Bu yüzden işçinin yapacağı harcama doğrudan kendi ücretinin harcanmasıdır. Ve işçi, piyasadan meta alabilmek için önce piyasaya bir meta sürmek zorundadır; bu meta onun kendi emek-gücüdür. Bu emek-gücü karşılığında ise niceliği daha önceden saptanmış olan bir miktar para alır. Bu aldığı para ile kendisi ve ailesi için gerekli tüketim araçlarını almak zorundadır. İşin ilginç yanı, almak zorunda olduğu gerekli tüketim araçlarını da üreten sınıf kardeşleri ve kendisidir. Elde edilen bu geçim araçlarını tüketerek kendisinin ve ailesinin yaşamını devam ettirir, emek-gücünün kapitaliste yeniden belli bir ücret karşılığında satılmasını sağlar ve bu döngü yinelenir.

Diğer yandan, sermaye sahibi kapitalist için bu döngünün neyi ifade ettiğine bakalım. Kapitalist, elindeki parayla işçinin emek-gücünü satın almakta ve dilediği gibi kullanmaktadır. Emekçiye üretim araçlarını kullandırtarak ve bu şekilde onun emeğini sömürerek dilediği metayı ürettirmektedir. Yukarıda değinildiği gibi, işçi, bir kapitalistin emri altında yine kendisi için gerekli olan tüketim araçlarını üretmektedir. Bu üretilen metalar piyasaya sürülmekte ve yine emekçiler tarafından belli bir para karşılığında satın alınmaktadır. Böylece kapitalist işçiye ürettirdiği metaları yine ona satarak, emekçiye verdiği ücreti geri almaktadır. Bu da sürekli tekrarlanan bir döngü oluşturur.

Şu nokta üzerinde dikkatle durmak gerekir: İşçi, sattığı emek-gücü karşılığında aldığı parayı, gerekli tüketim maddelerini elde edebilmek için yine kapitaliste vermek zorundadır. Kapitalist ise bu sayede emekçiye ödediği ücreti geri almaktadır.

İşte yazının girişinde sözü edilen ve boyalı basında genişçe yer bulan kampanya tezgahının hokkabazlığı tam da buradadır. İşçi meta dolaşımını canlandırmak için para harcayacak ve bu harcanan para da kapitalistin kasasına girecek. İşçi ya da daha üst katmanlardan herhangi bir alıcının harcadığı para, ister zorunlu tüketim maddesi olsun ister lüks tüketim ürünü olsun, daima sermayeye doğru bir yol izler.

Belirtmek gerekir ki, yukarıdaki anlatım birçok yan etkeni dışarıda bırakılarak yapılmıştır. Kapitalist, metaları işçiye doğrudan satmaz. Kapitalist ekonominin kendi yasaları pazarlama, ulaşım, sigortacılık, bankacılık, muhasebe vb. gibi birçok işkolunu ve ara katmanı da ortaya çıkarır. Fakat bu ara işlemleri atlayarak konuyu emekçi kitleler ve sermaye sınıfı karşıtlığı ve ekseninde incelemek, bizi, kapitalist piyasa ekonomisinin işleyişini ve özüne ilişkin herhangi bir ilkesel hataya düşürmez. Emek-sermaye çelişkisinin egemen olduğu her toplumda, her toplumsal olgu bu iki uzlaşmaz kutbun sınıfsal gerilimi üzerinden şekillenir.

Denecektir ki, “asgari ücretle geçinen bir emekçi ay sonunu getiremiyor bile. Bu harcama zaten yapılıyor.” Dört kişilik bir ailenin açlık sınırının 820 TL, yoksulluk sınırının ise 2300 TL iken, asgari ücretin 525 TL olduğu bir ülkede böyle bir kampanya düzenlemek tam bir hırsızlık örneğidir. Bu, geleceğe duyulan büyük güvensizlik nedeniyle biriktirilmeye çalışılan üç-beş kuruş birikime, kıdem tazminatına, emeklilik ikramiyesine göz dikmektir. Aynı zamanda bu kampanya, değil birikim yapmak, evine ekmek götüremeyen milyonlarca insanın gözden çıkarılmasıdır. Bu büyük emekçi kitlenin, krizden nasıl kurtulacağı sorusunun yanıtı tam bir suskunluktur.

Sermaye sınıfı aynı zamanda bu kampanyayla küçük ve orta ölçekli işletmelerden de olabildiğince para sızdırmak niyetindedir. Yine burjuva basında yer alan haberlere göre, ilerleyen haftalarda bu kesimlere de çağrılar yapılacakmış.

Bütün bunlardan çıkan sonuç şudur; burjuvazinin derdi krize çare bulmak değil, kârını artırmaktır. Bunun için de en sefil oyunlara başvurmaktadır.

Kampanyanın adı “Kriz varsa çaresi de var!” Evet, çare gerçekten var: İşçi sınıfının ve emekçilerin birleşik, devrimci ve örgütlü mücadelesi!