Güven Elektrik’te işten çıkartma saldırısı yaşanıyor
“Mücadeleyle kazanılan haklar yine mücadeleyle savunulur!”
Birleşik Metal-İş Sendikası İstanbul 2 No’lu Şube’de örgütlenen ve geçtiğimiz aylarda Toplu İş Sözleşmesi imzalanan Güven Elektrik’te işten atma saldırısı yaşandı. “Yaşanan kriz” ve “bölümün maliyeti arttırması” gerekçe gösterilerek geçtiğimiz haftalarda motor bölümünden 18 işçinin işine son verildi.
İşten atma saldırısının TİS’lerin hemen ardından gerçekleşmiş olması Güven Elektrik patronunun niyetini de açıklıkla ortaya koymaktadır. Güven Elektrik patronu işten çıkartma saldırısıyla birlikte sendikal örgütlülüğü tasfiye etmeyi ve buna paralel olarak sendikayı etkisiz, iradesiz bir tabela örgütü haline dönüştürebilmeyi hedeflemektedir.
Buradan da anlaşılacağı gibi asalak patronların sendikal örgütlenmeyi kırmak adına sıklıkla başvurdukları yöntemleri şimdi de Güven Elektrik patronu uygulamaktadır. Sendikal örgütlenmenin engellenemediği bir yerde yetki kabul edilip TİS imzalanmakta ama hemen sonrasında çeşitli gerekçelerle işten çıkartmalara gidilmekte, bölümler kapatılmakta, işler fasona devredilmekte ya da buna benzer yöntemler devreye sokulmaktadır. Böylece örgütlenmenin zayıflatılması ve tasfiye edilmesi zamana yayılarak gerçekleştirilmiş olmaktadır.
Elbette bu taktiklerin başarıya ulaşıp ulaşmaması her şeyden önce patronların karşılarında nasıl bir sendikal anlayış bulduklarına göre değişmektedir. Kendilerince örgütlülüğü dağıtmak adına en ufak bir zemin yakaladıklarında hiç çekinmeden bu planları devreye sokmaktadırlar. Bir yerde patronlar için böylesi yollar daha makul olmaktadır. Zira yaşanan saldırılar karşısında işçilerin ikna edilmesi, tepkilerinin dindirilmesi artık patronların “sorunu” olmaktan çok sendika yöneticilerinin “görevi” haline gelmektedir.
Nitekim son işten atılmalarla birlikte Güven Elektrik’teki örgütlenme süreci de zihinlerde bu ihtimali daha çok kuvvetlendirmektedir. En azından Güven Elektrik patronunun BMİS yönetimi şahsında bu imkânı bulabildiği görülmektedir. Şimdi ise tüm bunlara ek olarak, fabrikada yeni işten çıkarmaların yaşanabileceği ve motor bölümünün kapanabileceği söylentileri dolaşmaktadır.
Öte yandan sendika yönetiminin yaşanan çıkışlara dair yaptığı açıklamada; böyle bir saldırıyı daha öncesinden de bekledikleri, 40 kişilik bir liste varken “verilen mücadele” ile sayının 18’e düşürüldüğü, bunlardan 3’ün ise kendi isteğiyle çıkanlardan oluştuğu belirtilmektedir.
Böylece sendika yönetimi var olan durumu kaçınılmaz, hatta sayının 18’e düşürülmesini bir “başarı” olarak sunarak aslında yukarıda ifade etmiş olduğumuz görüşlerde ne derece haklı olduğumuzu ortaya koymaktadır. Çünkü tekrar etmek pahasına söylemek gerekir ki, bu saldırı sendikal örgütlülüğü zayıflatmayı ve tasfiyeyi hedefleyen bilinçli bir planın parçasıdır. Ve sendikal örgütlenmenin hemen ardından gelişen bu süreçte işçilere “sendikalı olsanız da ipler benim elimde” mesajını vermek isteyen patronun bu doğrultuda önemli bir kazanımı olacağı çok açıktır.
En ufak bir direnişe bile konu edilmeyen böylesi saldırıların işçilerin zihninde yaratacağı ilk soruların başında “sendikalı olduk da ne değişti” ya da “sendikalıyız ama iş güvencemiz nerede?” geleceği çok açıktır. Bu soruların da sendikaya ve sendikal örgütlülüğe olan güveni oldukça zayıflatacağı ortadadır.
Tüm bunlar BMİS yöneticilerinin bilemeyeceği gerçekler değildir. Ama çözüm bu gerçeklere uygun bir sınıf sendikacılığının hayata geçirilmesinde yatmaktadır. Oysa ki bugün “sınıf sendikacılığı”nı uyguladıklarını iddia eden BMİS yöneticileri bile “işçiler mücadele etmedikçe, direnmedikçe sendikacı olarak ben ne yapabilirim” sözlerini çok rahatından telaffuz edebilmektedirler. “Sınıf sendikacılığı” vasfına ulaşabilmek genel olarak işçilerin harekete geçtiği ve mücadelelerini arttırdığı dönemlerde “yöneticilik” yapmaktan değil, tam da mücadelenin durgun olduğu ve süreçlerin sancılı geçtiği dönemlerde hareketin ihtiyacı olan “önderlik” misyonunu karşılayabilmekten geçmektedir.
Bunun yolu ise tek işçiden de gelse “direnelim” talebine hayat vermekten, bu mücadeleyi diğer işçi bölüklerini de harekete geçirip birleştirmenin bir aracı olarak görmekten geçmektedir. Dahası, hiçbir işçiden bu talep gelmese bile onları bu yönde ikna etmeye çalışmaktan geçmektedir. Ama sırf fabrikada sendikanın ‘tabelasının’ korunması adına patronla gerilim yaşamaktan kaçınılmakta, 40 yerine 18 işçinin çıkarılması bir “başarı” olarak görülebilmektedir. Bunun adı ise sınıf sendikacılığı değil en kestirmesinden uzlaşmacı sendikacılıktır.
Asalak patronların bu uzlaşmacılığı gördüğü her yerde daha azgın bir şekilde saldıracağı ortadadır. Nitekim Güven Elektrik’te de patronun saldırılarının boyutunu sistemli bir şekilde arttırdığı görülmektedir. Bu saldırılara gerekli yanıt verilmediği sürece Güven Elektrik işçilerinin sendikalarına daha sıkı sarılmalarını sağlayacak olan sınıf bilinci de oluşturulamayacaktır. Bu tablo etkin bir devrimci müdahale ile aşılamadığı sürece Güven Elektrik kazanımı kaybedilme riskini sürekli muhafaza edecektir.
Küçükçekmece İşçi Platformu
|