21 Ocak 2011
Sayı: SİKB 2011/03

 Kızıl Bayrak'tan
Artan sokak hareketliliği ve imkanlar
“Torba Yasa’’ya geçit vermeyelim!
Sosyal diyalog masalı ve sendikal rant hesapları
PTT işçileri mücadeleyi büyütüyor.
Birleşik Metal’den
grev kararlılığı
Metal işçileri greve
hazırlanıyor..
Sa-ba direnişi üzerine
DESA işçileri:
“Hakkımızı alana kadar
direneceğiz!”
Cıngıllıoğlu’nda sigorta
hakkı kazanımı
KESK Olağanüstü Genel Kurulu üzerine
Diktatör devrildi,
sıra diktatörlükte!
“Diktatör devrildi,
diktatörlük yerinde duruyor”
Kürt halkı ‘özgürlük’ için alanlarda!
Katledilişinin 4. yılında Hrant Dink anıldı.
Alevi hareketi toplumsal muhalefetle buluşmalır!....
Gençlikten
Avrupa’da bir “utanç duvarı” yükseliyor
Güvencesizler buluştu!
Kapitalizm ve kadına
yönelik şiddet.
İşçi sınıfının şanlı
Tariş direnişi 31. yılında!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kapitalizm ve kadına yönelik şiddet

Bugün insanlık dışı bir toplumsal düzen içinde yaşıyoruz. Bu düzen, insanlık onurunu ayaklar altına alarak, insan aklının kavramakta güçlük çekeceği boyutta ve çeşitlilikte şiddet üretiyor. Ezilen ve sömürülen milyonların yaşamı, acı, yoksulluk ve çaresizlikle örülen dramlara dönüşüyor.

Baktığımız her yerde, düzenin şiddetinin örnekleri ile karşı karşıyayız. Umutlarla dünyaya getirdiğimiz çocuklar polis kurşunuyla öldürülüyor, kapatılmayan foseptik kuyularına düşerek can veriyor, okullarda dayakla eğitiliyor, çocuk esirgeme kurumlarında cinsel tacize maruz kalıyor… Çalışıp didinerek, acılara göğüs gererek yaşlananlarımız, sermaye devletinin kaybettiği, katlettiği çocuklarının resimlerini, isyan bayrağı gibi taşıyarak alanlara çıkıyor. Yıkım kararına karşı gecekondusunu korumak için yaşlı bedenini siper ediyor, açlık sınırının altında emekli maaşını alabilmek için banka kuyruğunda bekleyerek, aç ve yalnız bırakıldığı evinde umutsuz kalarak son günlerini yaşıyor. Huzur evinde dövülerek ya da sokakta donarak ölüyor… Dört kişilik bir aile için açlık sınırının bin TL olduğu bir ülkede, milyonlarca işçi 630 TL asgari ücretle kölece çalıştırılıyor, binlercesi iş cinayetlerinde öldürülüyor, direnişteki işçilere polis azgınca saldırıyor… Sermayenin kar hırsı ile çevre sürekli tahrip edilirken, artık bebekler, anne karnında kansere yakalanarak dünyaya geliyor. İnsanca yaşanacak bir dünya için mücadele eden devrimciler, sokak ortasında polis kurşunu ile katlediliyor, yüzlerce hasta tutsak, tedavileri engellenerek cezaevlerinde ölüme terk ediliyor, toplumda korku ve yılgınlık oluşturmak amacıyla, polis-devlet terörü sürekli tırmandırılıyor… Tarihini, köy yakmak, kulak kesmek, cesetlere işkence yapmak gibi utanç sayfalarıyla dolduran sermaye devletinin sözcüleri, bir sözcüğü için binlerce can verilen, milyonların konuştuğu bir dil, mecliste konuşulduğunda, “bilinmeyen bir dil konuşuluyor” demek yüzsüzlüğü ile, imha ve inkar politikasını sürdürdüklerini ilan ediyorlar.  Burjuva medya, burjuva “sanat”, film endüstrisi, müzik endüstrisi, kitap, okul, her türlü araç kullanılarak, şiddet yaşamlarımıza sokuluyor, öğretiliyor, övülüyor, öğütleniyor. Çizgi film olup çocuklara, porno olup erkeklere, dizi film olup kadınlara dayatılıyor…

Akıl dışı ve insanlık dışı bir düzen olan kapitalizm, tarihi boyunca şiddet üretti, zor ve zorbalıkla çarklarını döndürdü. Savaşlarla, katliamlarla, işçi kıyımlarıyla süren bir düzen bu. Kadınlara yönelik şiddet ise, daima bu bütünün bir parçası oldu. Tüm kapitalist ülkelerde, modernleşme cilası altında, en acımasız şekilde sürdürüldü. Kadına yönelik şiddetten en acımasız payı alan elbette, emperyalist sömürü altında ezilen halkların kadınları ve kapitalist toplumlarda milyonlarca emekçi kadın oldu. Emperyalistlerin çıkarlarına hizmet eden savaşlarda kadınlar, öldürülmek, yakınlarını yitirmek, göç etmek zorunda kalmanın yanısıra cinsel şiddete maruz kaldı, kalıyor. Savaşlarda sergilenen cinsel şiddet; taciz, tecavüz, karın deşme, cinsel organların tahribi gibi dehşet verici bir çeşitliliğe sahip. 1971’de Bangladeş’te savaş sırasında 400 bin kadar kadına tecavüz edildi. Bbuna bağlı 25 bin gebelik oluştu. Bosna Hersek’te 20 binden fazla kadına tecavüz edildi. Ruanda’da bir yıl içinde tecavüze uğrayan kadın sayısı 15 binin üzerinde.

Bugün, tüm dünyada ve Türkiye’de, modernleşme, demokratikleşme yalanlarıyla birlikte kadına yönelik şiddet artıyor. Kadınlar, yaşamın her alanında şiddete maruz kalıyorlar. Kadına yönelik şiddeti şu başlıklar altında incelemek mümkün:

Fiziksel şiddet: Dayak, işkence, yaralama, öldürme. Türkiye’de yaşamının bir döneminde fiziksel şiddete maruz kalan kadınların oranı yüzde 39. Her 10 kadından 4’ü fiziksel şiddete maruz kalıyor. Kadın cinayetleri son yedi yılda yüzde bin 400 oranında arttı. Resmi rakamlara göre 2002’de 66 olan kadın cinayeti sayısı, 2007’de bin 77’ye, 2009’un ilk 7 ayında 953’e, 2010’un ilk yedi ayında ise 226’ya ulaştı. Kadına yönelik fiziksel şiddet, ailede başlayarak, okulda, sokakta sürüyor. Gözaltında ve cezaevinde, bir devlet politikası olarak hız kesmeden uygulanıyor. Resmi ağızlar ve medya tarafından; “töre cinayeti”, “namus cinayeti”, “aşk cinayeti”, “kıskançlık cinayeti” denilerek meşrulaştırılmaya çalışılan, tetikçilerinin genellikle erkekler olduğu kadın cinayetleri ise, kapitalizmin erkek egemenliği ile kucaklaşmasının en vahşi sonuçlarından birini oluşturuyor.

Cinsel şiddet: Sözlü ve fiziksel cinsel taciz, tecavüz. Türkiye’de her 4 kız çocuğundan biri cinsel şiddete uğruyor. Fiziksel şiddet gibi cinsel şiddet de, ailede başlıyor, sokakta, okulda, işyerinde sürüyor, gözaltı ve cezaevinde bir devlet politikası olarak sürdürülüyor.

Psikolojik şiddet: Baskı, tehdit, aşağılama, hakaret. Yaşamın kontrol altında tutulması, çoğu zaman ev hapsiyle denetlenmesi. Giyim tarzından, eş seçimine kadar kararlarına baskıyla müdahale edilmesi. Erkek egemenliğinin dayatıldığı, kadınların baskı ve kontrol altına alınması görevinin erkeklere verildiği toplumda, psikolojik şiddete maruz kalmayan kadın yok gibi. Baba, abi, eş tarafından sürdürülen psikolojik şiddet kadınların gündelik yaşamının bir parçasına dönüşürken, başbakanın kürsüden verdiği “üç çocuk doğurun” komutuyla taçlandırılabiliyor. Tuvalete gitmeleri bile izine bağlı olan, sürekli patronun, ustabaşının vb. hakaret, tehdit, aşağılamalarına maruz kalan işçi kadınların çalışma yaşamında ise psikolojik şiddet bir rutin.

Ekonomik şiddet: Kadınların çalışma hakkının engellenmesi, ev içinde ücretsiz çalışmaya mahkum edilmesi sonucu, yaşamlarını sürdürmek için ekonomik olarak bağımlılığa mahkum edilmesi. Kadının kazandığı paraya el konulması, yaşamını sürdürmek için gereksinimlerini karşılamasının engellenmesi vb.

Kapitalizm için, kadının ezilmesi ve çifte sömürüsü vazgeçilmezdir. İşçi ve emekçi kadınların oluşturduğu, ucuz işgücü ordusu, sermaye sınıfı için her dönem vazgeçilmez olmuştur. Aynı şekilde, ev işlerinin ücretsiz olarak kadınlara yaptırılması, böylece, emek gücünün yeniden üretim sürecinin sermayeye yük olmadan gerçekleşmesinin sağlanması da vazgeçilmez olmuştur. Fabrikalarda ucuz işgücü, ev içinde ücretsiz işgücü olarak sömürmekle yetinmeyen sermaye sınıfı, kadın bedenini bir metaya dönüştürerek, fuhuş sektöründen, moda, kozmetik, diyet, ilaç vb. sektörlerden de kazanç sağlamaktadır. Emekçi kadınları ezerek sınıf mücadelesinden uzaklaştırmak, eve ve aileye hapsederek, ailenin korunması görevini vererek, düzenin korunmasında önemli bir rol oynamalarını sağlamak da yapılan hesaplardan bir diğeridir. Sermaye sınıfının, emekçi kadınların sınırsızca sömürüsünü sürdürebilmek için, erkek egemenliğini kullanması, yasalarıyla, eğitimiyle, medyasıyla erkek egemenliğini sürdürmesi kolaylıkla anlaşılır.

Bugün Türkiye’de kadına yönelik şiddetin sürekli tırmanması, kadın cinayetlerinin dehşet verici şekilde artması inkar edilemez bir olgudur. Sermaye sınıfının farklı kurumlarından ve düzen partilerinden kadınlar, bu olgu karşısında çok “duyarlı” timsah gözyaşlarını esirgemezken, emekçi kadının sömürüsünden alacakları payı hesap etmeye devam etmektedir. Küçük burjuva feminist gruplar ise, bu olgu karşısında mücadele hırsıyla davranırken, sermaye devletinden çok sayıda sığınma evi açmasını talep etmekte, kadınları ise, ev işi yapmamaya davet etmektedir.

Bizim emekçi kadınlara çağrımız ise; kadına yönelik sömürü, baskı ve şiddetiyle, savaşları, katliamlarıyla, işçi sınıfına dayattığı kölelik ve yıkımla birlikte kapitalizmi ortadan kaldırmak için, insanca yaşanacak bir düzen kurmak için, devrimci sınıf mücadelesine katılmaları olacaktır. Sermaye sınıfı, emekçi kadınlar mücadele alanına çıktığı zaman, sınıf mücadelesinin kendileri için korkunç olacağını, 140 yıl önce Paris Komünü deneyimi ile öğrenmiş, Ekim Devrimi ile ezberlemiş ve unutmamıştır. Erkek egemenliğini de kullanarak emekçi kadınları ezmek, kadına yönelik fiziksel ve cinsel şiddeti bir devlet politikası olarak sürdürmek, elbette bu deneyim ve korkuyla da ilgilidir. Sermaye sınıfının korkularını gerçeğe dönüştürerek sınıf mücadelesini güçlendirmek, kadınların ve tüm insanlığın kurtuluşu için tek yolumuzdur.

 

 

 

Hollanda’da Konferans hazırlıkları

Bu yıl Venezuela’da toplanacak olan Dünya Emekçi Kadınlar Konferansı hazırlıkları çerçevesinde 15-16 Ocak günlerinde Hollanda’nın Tilburg şehrine yakın Loon op Zand beldesinde iki gün süren bir toplantı düzenlendi. Toplantının gündemini Venezuela İnisiyatif Komitesi’nin kararlaştırdığı 10 farklı konu başlığı oluşturdu. Bu başlıklar şunlardı:

1. Kadına karşı çifte sömürü, şiddet, fuhuş, kadın ticareti ve ayrımcılık,

2. Seksüel bilgilendirme, doğum kontrol ve kürtaj,

3. Kadın hareketi, feminizm, mücadele, mücadele deneyimleri ve dünya genelinde kadın hareketi,

4. Çalışan kadınlar, eşit işe eşit ücret, çocuk bakımı, annelere yönelik ayrımcılık, yüksek pozisyona gelmek isteyen kadınlara karşı ayrımcılık,

5. Çevre, tarım ve sağlık. Yarı- feodal, yarı- sömürge ve emperyalizme bağımlı ülkelerdeki tarım işçisi kadınların konumu,

6. Fazla üretimin yaşandığı dünyada besin, açlık ve bu problemlerin kaynağı olan emperyalizm ve kapitalizm,

7. Ezilen ve yok sayılan uluslardan kadınların sorunları, yabancı kadınların konumu, ayrımcılık ve ırkçılık,

8. Genç kızların ve kadınların dünya kadın hareketine,  politize, iş pazarına, eğitime, spor ve kültüre katılımı,

9.  20. yüzyılda sosyalist kadınların başarılı deneyimleri, kapitalizmin yenilenmesi ve bunun kadınlar üzerindeki etkisi. 

10. Saldırı savaşları ve kadınların bağımsızlık savaşı mücadelesindeki konumu. Emperyalist politika ve globalleşmenin sonuçları,

Bu 10 konuya, Hollanda Komitesi kendine özgü 3 konu başlığı daha ekledi. Bu başlıklar da şunlardı:

1. Yaşlılık ve yaşlıların gelirleri, sağlık ve konut sorunları, yalnızlaşma tehdidi,

2. Yoksulluk,

3. Sağlık sektöründeki problemler

Öğretici ve anlamlı tartışmalar

Toplantının birinci gününde, Konferans Hazırlık ve İnisiyatif Komitesi’nin 5. toplantısında 50 ülkeden kadının katılımıyla almış olduğu kararlar ve durum değerlendirmelerinden oluşan rapor okundu ve tartışıldı.

1 Şubat 2011’de 30 kişilik bir grup Venezuela’ya giderek Konferans hazırklıklarına yardımcı olacak. Bu hazırlıklar, tercüme, teknik hazırlıklar, konaklama, yemek gibi konulardan oluşuyor. Bazı konularda Venezuela Komitesi ve Avrupa Komitesi arasında fikir ayrılıkları yaşanıyor. Örneğin Venezuela’daki komite tarafından önerilen afişin mücadeleci kadın ruhunu tam yansıtmadığı, yazılan çağrı bildirisinin ise sadece işçi kadınlara yönelik olduğu, fakat diğer sektörlerdeki kadınları temsil etmediği gibi farklı görüşler ortaya atılıyor.

4-8 Mart 2011 tarihlerinde gerçekleştirilecek konferansın ilk üç gününde, tüm ülke delegasyonlarının katılacağı tartışmalar, workshoplar, forumlar, kültürel programlar yer alacak. Son gün olan 8 Mart 2011’de tüm katılımcılar ile birlikte 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün 100. yılını kutlamak amacıyla büyük bir yürüyüş düşünülüyor. Kapanış programında ise dünya çapında bir mücadeleci kadın örgütünün kurulması yönündeki öneriler tartışılacak.

Konferansın sunuşu İngilizce ve İspanyolca olarak yapılacak ve konuşmalar 5 dile (İngilizce, Fransızca, Rusça, Almanca ve İspanyolca) çevrilecek.

Avrupa çapında Enternasyonal sekreterlik bürosu oluşturuldu ve bu büro tüm dökümanların her dilde tercümesini yapıp her ülkeye ulaştırılmasını sağlıyor.

İnisiyatif Komitesi’nin raporunun ardından 13 temadan en önemli bulduğumuz 6 tanesini geniş bir şekilde iki güne yayarak tartışık. Hollanda’da bu sorunları çözme konusunda sınıfsal bakış ve faaliyetlerimiz nasıl olmalıdır konusunda ve fikir belirtmeye çalıştık. Konuşulan tüm bu konular rapor şeklinde hazırlanacak ve her delegasyon bir iki konuyu Konferans’ta gündeme getirecek.

Hollanda delegasyonu belirlendi

Tartışmaların ardından bir ay önce seçilen 8 kişiden oluşan Hollanda delegasyonu arasından ülkeyi Venezuela’da temsil edecek olan 5 kadın seçildi. Delegasyonda yer alanlar içerisinde, 2 Türkiyeli (1 BİR-KAR’dan ve 1 Veksav’dan), 3 Hollandalı (2 Rode Morgen-Kızıl Şafak ve 1 kadınların haklarını savunan bir kuruluş adına) katılmakta. Fakat tüm delegeler Hollanda Hazırlık Komitesi adına katılıyor olacaklar.

Hollanda Hazırlık Komitesi olarak Filistin’den gelecek olan 2 kadının masraflarını karşılama kararı aldık. Seyahat ve ikamet masrafları için gerekli parayı toparlayabilmek için 15 Ocak-15 Şubat 2011 arasında kampanya yürütme kararı aldık. İnsanları dayanışmaya çağıran bir mektup hazırlandı.

İleri düzeyde devrimci söylemlerin kullanıldığı bu iki günlük toplantı Hollanda emekçi kadın mücadelesi konusunda öğretici ve anlamlıydı.

BİR-KAR Kadın Komisyonu / Hollanda



8 ay sonra cesetlere ulaşıldı

Taşeronlaştırma, güvencesiz çalıştırma ve kölelik ücretinin hüküm sürdüğü maden ocaklarında her yıl yüzlerce işçiyi ölüme yollayan sermaye devleti, cesetleri 8 aydır yerin altında olan madencilere 17 Ocak günü akşam saatlerinde ulaşabildi.

Zonguldak’ta Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Karadon Müessese Müdürlüğü’ne bağlı maden ocağı 17 Mayıs 2010’da meydana gelen patlamada, 30 madenciye mezar olurken madencilerin 28’i ölü olarak çıkartılıp 2 madenciye ulaşılamamıştı. Eksi 720 metrelik kuyuya düşen Engin Düzcük ve Dursun Kartal’ın cesetlerine 8 ay sonra ulaşılabildi.

İki madencinin çıkarılması için hasarlı kuyunun onarılması ihalesini alan Çin’in Sino Steel Industr Trade (SSIT) Group Corporation şirketinden 19 kişilik ekip, çalışmalarına yaklaşık 15 gün önce başlamıştı.

Uzun süren çalışmalar ile madencilerin cenazelerine ulaşıldı. Çıkarılan madencilerin cenazeleri Atatürk Devlet Hastanesi Morgu’na kaldırıldı.

Cenazeler, bir süre morgda bekletilecek. DNA sonuçlarının belirlenmesinin ardından ailelerine teslim edilecek.

Şili’de Cerro San Jose Bakır ve Altın Maden İşletmesi’nde yerin 700 metre altında meydana gelen göçükte mahsur kalan 33 maden işçisi başarılı bir kurtarma çalışmasıyla yeryüzüne çıkarılmıştı. İşi arsızlığa vuran Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer ise “Şili’deki göçük bizde olsa 3 günde çıkarırdık” ifadelerini kullanmıştı.


Kübra bebek kapitalizmin kurbanı

Kapitalizm milyonlarca emekçiye açlığı ve yoksulluğu dayatıyor. Bir yanda kapitalistler saraylarında sefa sürerken diğer yanda bebekler yetersiz beslenmeden kaynaklı ölüyor.

Samsun’un Tekkeköy İlçesi Cumhuriyet Mahallesi’nde oturan 25 yaşındaki Necla ve 26 yaşındaki işsiz Murat Bakırcı çiftinin 2.5 aylık bebekleri Kübra Bakırcı yetersiz beslenme yüzünden yaşamını yitirdi. Rahatsızlandığı için 18 Ocak günü Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi’ne kaldırılan Kübra bebek tüm müdahalelere rağmen kurtarılamazken, yapılan otopsi sonucu bebeğin beslenme yetersizliğinden öldüğü tespit edildi.

Kübra’nın tutunamadığı bu hayatta milyonlarca çocuk benzer şartlarda yaşam mücadelesi veriyor. İşsizlik ve kölelik koşullarında çalışma arasında seçim yapmak durumunda kalan emekçiler ağır bir sefalet ücreti olan asgari ücretle geçinmek zorunda. Yaşam ve gelecek güvencesinden yoksun milyonlar açlık sınırında hayatlarını idame ettirmeye çalışıyor.

Kapitalistlerin kişisel servetleri ülkelerin bütçeleriyle eşdeğerken, her 8 dakikada bir çocuk açlıktan yaşamını yitiriyor. Bu sistemin kendisi emekçiler için bir ölüm fermanı anlamına geliyor.