01 Mart 2013
Sayı: KB 2013/09

 Kızıl Bayrak'tan
İmralı heyetinin ardından
Almanya Başbakanı Merkel’in Türkiye ziyareti
Türk Metal’in arsızlık “Vardiya”sı
Kamu TİS’leri yaklaşırken
Berfo Ana 105 yaşında hayatını kaybetti
İnkar, asimilasyon ve imha saldırıları
Polis copu, gaz bombası, işkenceler,
yargısız infazlar
Büro emekçileri
hakları için grevdeydi
Kamu emekçileri
kurultayda buluştu!
Suçları sendika yönetimine girmeye çalışmak!
İşçi ve emekçi eylemlerinden
Kartal Belediyesi işçileri kazandı
Kurultay çağrısı büyüyor

Önderlik, örgüt ve
kadro sorunları

Devrimci Kadın Kurultayı Sonuç Bildirgesi
Devrimci Kadın Kurultayı tebliğleri - 3
Manisa’da 8 Mart etkinliği
Suriye’de yıkıcı savaştan çıkış arayışları
Militan kitle hareketinde güçlenme eğilimi
Gerici cepheden
savaşı Lübnan’a taşıma girişimleri
Burjuvazi kriz karşısında çözümsüzdür!
Devrimci baharı kazanmak için ileri
Doğaya ve yaşama sahip çıkalım!
Gerçeği derinliklerinde,
ölümü yüzeyinde bir tarih
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Gerçeği derinliklerinde, ölümü yüzeyinde bir tarih...

Struma: Karadeniz’de ölü canlar

T. Kor


Dünyayı savaşlarla paylaşma hevesinin ikincisi, yani dünya yüzeyinin her bir kıtasının her bir kara parçasının vahşetle tanıştığı dönem.

Lakin insanlığın ölüme ve vahşete bu denli alıştığı bir dönemde dahi burjuvazi yeni bir vahşeti yaratarak insanlığın bilincini de katledebildi.

Struma, Rodop Dağları’ndan başlayıp 425 kilometreyi kat ederek Ege Denizi’ne ulaşan nehir.

Struma, Romanya’dan bilmem kaç kilometreyi kat ederek Karadeniz’de ölümle buluşan gemi...

24 Şubat 1942 ölüm tarihi olarak kayıtlara geçti. Fakat bilinir ki Struma’yla yola çıkıp kurtuluş umudu taşıyanlar, Türkiye topraklarıyla karşılaştıkları anda zaten ölü sayılmıştı. Yok, elbette suç geminin değil. Lakin her şey unutulurken tek hatırlanan ölüme gidilen yolun tek ismi ona ait. Aynen Parita’dakilerin hissettiği gibi. Aynen Salvador’dakilerin yaşadığı gibi...

8 Ağustos 1939’da İzmir’e gelen Yahudi mültecileri taşıyan Parita isimli gemi gazetelerde çıkan “Serseri Yahudiler İzmir’den gitti” başlıklarıyla 14 Ağustos günü iki polis motorunun refakatinde limandan çıkarılması gibi. Gemidekilerin kaçışına “zor”la engel olunmasında bu ilk adımdı fakat son olmayacaktı ve umudu kırmak için ölüm şarttı. İşte bunun için unutulan yaşanmışlıklar içinde bir tek o gemilerin isimleri hatırattalar. Parita, Salvador ve Struma...

Keza Salvador az bilinen cinayetin gemisi. “Yüzen tabut” sıfatıyla anılan 40 kişilik bir teknenin denizde bir mil gidemeyeceğine dair emarelere rağmen yine zorla Türkiye karasularından çıkarılması gibi. Sonuçsa bilinenin ilanıydı. 13 Aralık 1940 günü Salvador’dan geriye kalanlarda 219 ölü toplandı. 219 ölü insan resmi makamlara gemi kazasında ölmüş olarak geçti. Ölüme yollananlar için kaza demek ölümlerine biçilen anlamı işaretliyordu. Kurtulan 123 kişiden 63’üyse ikinci kez ölüme sürüklendi. Filistin’e ulaşma hayalleri boğulan 63 kişi Bulgaristan’a geri yollandı.

Salvador’un anısı taze, ölümler yeniyken Türk sermaye devleti daha büyük bir ‘bela’ ile karşılaştı. Bu sefer gelen gerçek bir gemiydi. Her mülteci kaçışında olduğu gibi kontenjanın misliyle yolcusu olan her daim batmaya hazır külüstür bir gemiydi. Struma, 769 insan taşıyan yaşlı gemi. Boğaza zor yetti nefesi. Son nefesini verdiğinde römorkörlerle çekilmişti Boğaza. Motoru tamire gitti. Fakat motor tamirden hiç bir zaman gelmeyecekti. Yahudilere ölümü getirenler onları İstanbul Boğazı’nda da bulmuştu. Almanya devleti adına Türk sermaye devletine yapılan baskıyla gemidekilere zulüm başlamıştı. Gemiden inişler “karantina” yalanıyla engellendi. İngilterede diğer cepheden Filistin’e taşıdığı mülteci Yahudi sayısının Arap coğrafyasındaki gerilimi artırıp kendisine karşı bir muhalefete dönmesinden duyduğu korkuyu gösteriyordu. Türk sermaye devleti iki emperyalistin istemediği mültecileri ölüme göndererek kendi çözümünü yaratmıştı.

Struma cinayetini hazmedemiyordum. Kapana kısılmışlardı, çaresizlerdi. İstanbul’u o yüzen hapishaneden seyreden bu insanların hayatlarını çaldılar. Hepsinin umutları vardı, tek kişi kurtuluyor gemiden...”*

72 gün sürdü ölüm yolculuğu. 72 gün işkence gördüler boğaz sularında, İstanbul’un karşısında. İstanbul sessiz kaldı. Yüzen hapishanede her gün acı çekilirken İstanbul yüzünü çevirdi. Struma’dakiler vazgeçmedi seslerini duyurmaktan, görmeyenlerin görmesini dilemekten. Bez parçalarından yapılan “Yahudi Göçmenler” ve “Bizi kurtarın” pankartları geminin iki yanına asıldı. Polis tarafından yırtılan bez parçaları değil son umutlarıydı. Gemiden atlamayı düşünenleri polis vurmakla tehdit ediyordu. Ölüm yaklaşırken hangisi daha ağırdır, intiharı göze almak mı, kurtarılmayı beklemek mi? Soru yanıtsız...

Ve bir kez daha ölüm fermanı verilmişler için polis görev başındaydı. Motorsuz Struma Alemdar römorkörüyle Karadeniz’e uluslararası sulara çekildi. Kendi sınırının dışında yaşanan ölüme sessiz kalmak Türk burjuvazisi için makuldü. 24 Şubat 1941 tarihi bunun için Struma ile anılacak. Tüm kara propagandanın bunun üzerine kurulmasının nedeni de budur. Ölümü ilan edilen geminin bir hata sonucu batıranı olan Sovyetler, yıllarca hedef gösterildi.

Yok, gemiyi batıranın Sovyet denizaltısı olmasına bakmayın. Struma, telsize yanıt ver(e)meyen, kimliği belirsiz yabancı bir gemiydi Sovyet denizaltısı için. Savaş koşullarında o yılların teknik şartlarında atılan torpil Struma’dakilerin ölümü için sadece bir şanstı. Belki bir 72 gün daha sürecek işkence ve acıdansa bir patlamayla ölüme ulaştılar. 72 gün boyunca gemide yayılan dizanteri, açlık düşünüldüğünde atılan torpil ötenaziydi. Çünkü Struma’dakiler çarşaflardan yapılmış pankartlar parçalanıp Karadeniz’e tekrar ve motorsuz yollandıklarında sonlarını çaresiz biliyorlardı. Bunun nasıl olduğunun değişmesi Sovyetlerin katil ilan edilmesine fırsat verirken İngiltere, Almanya, Türkiye, Romanya dörtlüsünün aklanmasına vesile yapıldı.

Türkiye başkaları tarafından arzu edilmeyen insanlar için vatan hizmeti göremez. Bizim tuttuğumuz yol budur. Kendilerini bu sebepten İstanbul’da alıkoyamadık.”**

Bu itiraf ellerini kandan kaçırmış gerçek katillere ait. İtinayla seçilmiş cümlelerinden akansa kandan başka bir şey değil. “Arzu edilmeyen insanlar” diye bir tanım yapmaktan beis görmeyenler aynı cümlede bu sebeple İstanbul’da “alıkoyamadık”larını söyleyebiliyor.

Devlet, kuruluşundan gelişimine her daim sınıfsal kimliğini farklı vesilelerle göstermiştir. Devlet, her bir etnik kökene, ulusa saldırırken bunu sınıfsal kimliğinden bağımsız hayata geçirmemişti. Struma faciasının yazıldığı 1940’lı yıllarda da aynı kimliği alenen görürsünüz. Yahudilerin Nazilerden kaçış için Filistin’e geçişinde de aynı burjuva çıkarcılığı dışa vurur. Onlarca insanın ölümüne neden olanlar dönüp mülteciler için yasal düzenlemeye gittiklerinde dahi aradıkları kıstas savaş başlamadan önce Filistin’e giriş vizesi elde etmiş ve Suriye’den transit vizesi almış, “yeterli paraya ve de bilete” sahip olmaktı. Aranan kıstaslarsa ancak Yahudi burjuvazisinin sınırlı bir kısmının sahip olduğu imtiyazlardı.

Bir de atlanmaması gerek başka bir burjuvazi gereği taşır Struma.

Gemiden patlama anında kurtulan sadece bir kişiydi. Fakat Struma İstanbul’dan ayrılmadan bir ailenin gemiden ayrılmasına ayrıcalık tanınmıştı. Segal ailesi...

Martin, Elvira ve oğulları Alexander... Bir de dört aylık hamile Medea.

Yasal prosedüre uyanlar dışındaki bu ailenin özelliğiyse sınıfında gizli. Anlatılanlarda farklılıklar olsa da Martin Segal Standart Oil Company’nin Romanya Genel Müdürü. Böyle bir ismin ölümünü istemeyenler devreye Türkiye’deki işbirlikçi uşaklarını sokuyorlar. Yani Vehbi Koç’u.

Vehbi Koç, Almanya’ya silah endüstrisinde kullanılan Krom satışı nedeniyle ABD’nin kara listesinde, listeden çıkış biletiyse Segal aliesinde. Koç, sınıfsal konumunu kullanarak Segal ailesinin gemiden alınmasını sağlıyor. Kara listeden çıkış Koç ailesini hızla palazlanmasında önemli bir rol oynuyor. Struma Karadeniz’de ölü canlarla batarken burjuvazi kendi yaşamını sürdürüyor hem de tarihin tüm felaketlerini kat be kat büyütüp yeniden tekrarlatarak.

* İshak Alaton. Struma’ya el altından ilaç ve gıda taşıyan Türkiye’deki Yahudilerden.

** Başbakan Refik Saydam’ın Struma’nın motorsuz Karadeniz’e yollanmasıyla ilgili yaptığı açıklamadan