13 Mart 2015
Sayı: KB 2015/10

Toplumsal sorunlar toplumsal devrimlerle çözülür
AKP’nin öfkelileri çekilirken...
‘Demokratik cumhuriyet’ hayallerine karşı devrimci sınıf çizgisi! - Evrim Erdoğdu*
Saray basınının dilleri KABA, vicdanları TAŞ, cepleri para dolu!
Düzenin büyüyen ekonomik krizi
Berkin için Okmeydanı’nda militan direniş
Berkin devrimci liseli mücadelesinde yaşıyor!
Berkin unutulmadı!
Sokağı susturma girişimi
Grup sözleşmeleri, imkanlar ve çıkış arayışı
Baran: Taşeron köleliğine karşı taban örgütlülüğü!
“Kazanılmış haklarımızı gasp ettirmeyeceğiz!”
Emekçi Kadın Komisyonları nedir? Neyi savunur?
EKK'dan devrimci 8 Mart eylemleri
Kadınlar 8 Mart'ta alanlardaydı
Direniş Divanı'nda 8 Mart
Avrupa'da 8 Mart eylem ve etkinlikleri
Syriza ve gücünün sınırları
İşçi ve emekçiler faturayı ödemek istemiyor
Hitler'den Neo-Nazilere, Neo-Nazilerden Pegida'ya
Burjuva gericiliği, emperyalist savaş ve saldırganlık...
Berkin'e sözümüz devrim olacak!
Çocuk işçilik: Sömürünün en ağır biçimlerinden biri
'Hüseyin Hoca' mezarı başında anıldı
Çağdaş Kawalarla gerçek Newrozlara!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Hitler'den Neo-Nazilere,
Neo-Nazilerden Pegida'ya

 

Savaş suçlusu Alman burjuvazisi 1918 Kasım Devrimi’ni savuşturmuştu. Ancak bir yandan 1922 yılına dek devam eden içerdeki devrimci kaynaşmalar, öte yandan bu kaynaşmaları besleyen, onlara esin kaynağı olan ve tetikleyen Ekim Devrimi’nin etkileri sürüyordu. Devrim korkusu Avrupa’da, en çok da Almanya’da dolaşmaya devam ediyordu.

Alman burjuvazisi ve devleti suçlusu olduğu I. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan yenik çıkmıştır. Savaşın yol açtığı yıkımı onarmaya çalışır. Ne var ki, adeta buna zaman bulamaz. Kriz var; kriz işsizlik, yokluk ve yoksulluk gibi bir dizi soruna neden olur, onları gün be gün daha yakıcı hale getirir. 1929 bunalımı patlak verir. Bunalım kapsamlıdır ve çok şiddetlidir. O kadar ki, sadece Almanya’nın ve Alman burjuvazisinin değil, tüm bir kapitalizmin soluğunu keser.

Krizi bahane ederek yoğun sömürüye başvurulur. İşsizlik nüfustan hızlı bir gelişme gösterir ve sürekli artar. Yokluk ve yoksulluk tehlikeli boyutlar kazanır. Kriz o denli derinleşir ve yayılır ki, işçi ve emekçilerden öte, Alman küçük-burjuva ve orta sınıfının da yaşamını derinden sarsar. Huzursuzluğunu arttırır, tepkilerini büyütür. Bütün bunların şahsında, toplum bir geleceksizlikle karşı karşıya gelir.

Bu aynı koşulların bir büyük tehdit ve tehlike haline getirdiği gelişmelerden biri de, ırkçı-faşist saldırganlık oldu. Krize, onun yol açtığı katmerli sömürüye, yokluk ve yoksulluğa, bir kabusa dönüşen işsizliğe ve gelecek güvencesinden yoksunluğa bir sorumlu aranıyordu, bulundu; Yahudiler. Ari ırk Almanlar, ırkçı-faşist propagandası eşliğinde zincirlerinden boşalmış bir Yahudi düşmanlığı başlatıldı. Irkçı-faşist bu saldırganlığın arkasında Alman tekelci burjuvazisi vardı. ThyssenKrupp, Siemens vardı. Her türlü imkan seferber edilerek Nazi belası türetildi. Beslendiler, teşvik edildiler, korundular, büyütüldüler. En başat Almanya işçi ve emekçileri olmak üzere dünya halklarının başına bela edildiler.

Tekelci kapitalizm ve onun en emperyalist, en gerici ve en şoven temsilcisi olarak Alman burjuvazisi, Ekim Devrimi’ne faşizmle cevap verdi. Hitler şahsında kendisini ifade eden faşizm Ekim Devrimi’ne ve sosyalizme dönük insanlık düşmanı bir saldırganlıktı.

Nazilerin kirli silahı: Sosyal sorunlar
temelli faşist demagoji

Naziler 1920 ve 30’lu yıllarda Almanya’nın Bavyera ve Baden-Württenburg gibi, o tarihlerde en geri ve en yoksul eyaletlerinde çıkış yaptı. Hitler Nürnberg’deydi ve çevresiyle birlikte burayı ırkçı-faşist saldırganlığın merkezi haline getirdiler.

Almanya’da ve özellikle de bu eyalette işsizlik, yoksulluk, eğitimsizlik ve açlık yakıcı bir sorundu. '29 bunalımı buna ek bir ivme kazandırdı. Bunalımın sonuçları gerçekten de yıkıcıydı. En çok ve en ağır biçimde gençliği etkiliyordu. Hitler Nasyonal-Sosyalist adı ile bu sorunlara el attı, alabildiğine istismar etti, oldukça yaygın ve etkili faşist bir demagojiye başvurdu. En önce ve en fazla gençliğe yöneldi. Başta eğitimsiz, işsiz ve ırkçı-faşist propagandaya en açık kesimlerini örgütledi. Halkçı söylemlerle onları sersemletti. Gençlik içinde Yahudi düşmanlığını kışkırttı, Almanlar’ın ari bir ırk, üstün bir ırk olduğu ırkçı-faşist propagandası eşliğinde, onları baştan çıkardı. Büyük çoğunluğunu SS ve SA üyesi caniler haline getirdi.

Hitler faşizminin ikinci önemli dayanağı ise, krizin de tetiklemesi ile iktisadi, sosyal ve moral açıdan iyiden iyiye çökmüş, bununla da kalmayıp dejenere olmuş küçük-burjuva ve orta sınıf mensuplarıydı. Irkçı-faşist içerikli Ari ırk propagandası ile birlikte toplumda, ama esas olarak da bu kesimde bir aidiyet arayışı baş gösterdi. Bu kesimler toplumda dışlandıklarını düşünüyorlardı. Bu nedenle hızla yeni bir karakter arayışına girdiler. SS ve SA kostümleri ve gamalı haçları kullanarak itibar kazanmak ve ciddiye alınmak beklentisi ile toplum yaşamına daldılar. Kısa süre zarfında Hitler’in ikinci büyük gücü oldular.

Önceleri ciddiye alınmadılar. Marjinal olarak nitelendiler. Ancak adım adım bir büyük tehlike haline geldiler. Fabrikalarda, işyerlerinde, okullarda, semtlerde, sokaklarda, kısacası toplum yaşamının her alanında ve her bakımdan tam bir bela haline geldiler. Terör estirdiler, yaşamı çekilmez hale getirdiler. Tüm bir ‘20’li ve ‘30’lu yıllarda en başta Alman ve Avrupa halkları gelmek üzere dünya halklarına emperyalist savaşı da devreye sokarak tarifsiz acılar ve yıkımlar yaşattılar.

Onları neo-Naziler takip etti. Onlar da benzer propagandalarla yola çıktılar. Yine kriz vardı, işsizlik ve yoksulluk yine en yakıcı sorunlardı ve onlar da mirasçısı oldukları Naziler gibi bu yakıcı hale gelen sosyal sorunları istismar ediyorlar, onlar gibi faşist demagojiye sarılıyorlar. Yine en iğrenç cinsinden bir ırkçılık ve yabancı düşmanlığı yapıyorlar. Bu kez sadece muhataplar değişmiştir: İtalyan’ı, Yunan’ı, İspanyol’u, Türkiyeli’si ve diğer uluslardan emekçileriyle göçmenler.. Şimdi de bunlar günah keçisi ilan edilmiştir. Bugün de “tüm sorunların kaynağı bunlardır” deniyor. Hepsine düşmanlar ve tümüne de “Dışarı!” diyorlar.

Arkalarında da yine tekeller var, devlet var, iç içe çalıştıkları polis, istihbarat örgütleri ve sermaye partileri var. Yine korunuyorlar, mahkemeler de dahil devletin tüm kurumlarınca kollanıyorlar, finanse ediliyor, gelişmeleri için imkanlar sunuluyor ve sokaklara salınıyorlar. Tıpkı Naziler gibi Neo-Naziler de, toplumun deklase kesimlerinin mensuplarıdırlar. İşsiz, eğitimsiz, toplumdan dışlandığını düşünen, kestirmeden itibar kazanmak ve bunu da kolay yoldan elde etmek isteyen gençlerdirler. Naziler'de olduğu gibi, yine ileri derecede dejenere olmuş küçük-burjuva kesimler ve konumu sarsılan, geleceği hakkında oldukça kaygı duyan orta sınıf mensupları bunları tamamlamaktadır.

Neo-Naziler bugün her yerdeler, ama bu kez esas olarak işsizliğin ve yoksulluğun en çok olduğu NRW, Hessen ve Doğu Almanya eyaletlerinde kendilerini gösteriyorlar. Bu eyaletlerde eylemler yapıyorlar. Saldırılarını en çok bu eyaletlerde gerçekleştiriyorlar. Bir de adları değişmiştir: NSU, Pro-Köln, Pro-NRW, Holigan, NPD...

Şimdi sahnede Pegida var

Naziler, Neo-Naziler'den sonra şimdi Pegida sahne almış bulunuyor. Şimdi de Pegida ve eylemleri toplumun gündemini işgal ediyor.

Pegida farklı olarak bir Doğu Alman kenti olan Dresden’de çıkış yaptı. Pegida, esasta, ahlaki ve moral açıdan çökmüş, dejenere olmuş ve ciddi düzeyde bir gelecek korkusu yaşayan orta yaş küçük-burjuva ve orta sınıf mensuplarından oluşuyor. Öte yandan, Dresden merkezli oluşları da bir tesadüf değildir. Dresden bu sözünü ettiğimiz dejenerasyonun en çok yaşandığı ve bu kesimlerin yoğun olduğu bir eyalettir. Dolayısıyla çıkış isabetlidir, bilinçlidir.

Bilindiği gibi Pegida sahneye hızlı bir giriş yaptı. Dresden merkezli olarak on binleri sokağa çıkardılar. Sonra kurgulanmış bir biçimde Almanya’nın en çok güç bulacakları eyaletlerinde de ortaya çıktılar. Pegida daha sinsi, daha temkinliydi. İlk dönemde Nazilere ait semboller taşımadılar, onların kullandığı söylemleri tekrarlamadılar, benzer sloganları atmadılar. Her yerde değişik isimlerle boy gösterdiler. Ellerinde gamalı haç da yoktu. Üstüne üstlük Pegida mensuplarının kostümleri de değişikti. Bu kez takım elbiseli, kravatlı ağırbaşlı kent orta sınıfı mensupları yürüyorlar, sokaklara çıkıyorlardı. Irkçı-faşist Tilo Sarazin’den alınma “Almanya yok oluyor.. Aidiyet duygumuz zedeleniyor. Almanya’yı kurtaralım” gibi popülist söylemlere sarıldılar. “Biz radikal değiliz” diyerek Nazi benzeri suçlamaların önünü almayı da ihmal etmediler.

Bu ise ilk önce toplumda bir yanılsamaya neden oldu. Kimilerini etkiledi. Ortalama Almanlar Pegida’nın oldukça sinsilik yüklü söylemleri ve davranışlarından etkilendi fakat bu çok da uzun sürmedi. Önce başlarını çekenin kirli, kanlı ve karanlık geçmişi deşifre edildi. Sonra çekirdek kadrolarının Naziler’den oluştuğu açığa çıktı. Pegida kısa sürede yakayı ele verdi böylece. Zaman içinde gerçek niyet ve hedeflerini gizlemekte zorlandılar. Bu ise onları agresifleştirdi. Derken gerçek kimlikleri açığa çıktı.

Gelinen yerde Pegida nedir, toplumun hangi kesimlerine dayanıyor artık biliniyor. Böyle olunca, ilk dönemde biraz da safça onları destekleyen, gösterilerine katılanlar araya mesafe koymaya başladılar. Haliyle her pazartesi gerçekleştirdikleri eylemlere katılım oranında ciddi bir düşüş yaşanmaya başlandı. Kimi yerlerde bu bir avuç insana dönüştü.

Pegida hala, özellikle Dresden’de gösteri yapmaya devam ediyor. Boy gösterdiği kentlerde tutunmaya çalışıyor. Ancak kesin olan şudur ki, düşüşe geçmiştir. Bunda, hiç kuşkusuz ilerici, anti-faşist ve devrimci çevrelerin propaganda ve teşhir faaliyetlerinin önemli bir rolü vardır. Faşizmin ne olduğu konusunda deneyimi olan, Nazi vahşetini yakından ve yaşayarak bilen Alman emekçilerinin de cesaretlendirici tepkilerinden de güç alınarak anında sokağa çıkıldı, karşıt gösteriler yapıldı. Özellikle Dresden’de dışarıdan da güç alınarak Pegida’ya dur demek üzere çok yönlü çabalar ortaya kondu ve bu sonuç verdi.

Ne var ki, Pegida gider başkası sahne alır. Düzen hala aynı düzendir. Adına kapitalizm denen bu düzen her daim Pegida’lar üretir. Bu bataklık kesin, köklü ve kalıcı biçimde kurutulmadıkça, yani layık olduğu tarihin çöplüğüne atılmadıkça ırkçı-faşist örgütler hep var olacaktır, ırkçı-faşist saldırganlık her zaman bir tehlike olarak halkların yaşamında acılar ve yıkımlar yaratmaya devam edecektir.

Her yerde Pegida’lara ve faşizme ölüm!

Nazilerin, Neo-Nazilerin ve Pegida’ların kaynağı kapitalizmdir. Tümü de bu bataklıkta üremektedir. Faşizm de kapitalizmin, onun aç gözlü tekellerinin devrimi ve devrimci sınıf mücadelesini boğmak amaçlı karşı-devrimci saldırganlığının adıdır.

Tam da bu nedenledir ki, Nazilere, Neo-Nazilere ve Pegida’lara, dolayısıyla da faşizme karşı mücadele kendi içinde, tecrit edilmiş ve kendi kendine yeten bir mücadele olmayıp, kapitalizme, tekellerin egemenliğine karşı bir mücadeledir. Faşizm bir sınıf politikasıdır, bir sınıf saldırısıdır. Öncelikli hedefi de işçi sınıfıdır. Onu ırklara, mezheplere ve renklere ayırarak bölen, daha da ötesinde birbirine düşman eden bir politikadır, pratiktir.

Sonuç olarak, faşizm toplumsal-siyasal bir sorundur. Faşizme karşı mücadele de toplumsal mücadelenin bir parçasıdır ve böyle ele alınmalıdır. Faşizm de diğer tüm toplumsal sorunlar gibi toplumsal bir devrimle çözüme kavuşturulur. Ona karşı mücadele özünde bir sınıf mücadelesidir ve sınıf mücadelesinin tabanına dayalı olarak yürütülmelidir. Öte yandan, faşizme karşı mücadele burjuvazinin bir yönetim biçimine karşı mücadele olarak sınırlanmalıdır. Zira o esasta bir iktidar mücadelesidir. Kapitalizmin devrilip, devrimci sınıf iktidarının kurulması mücadelesidir. Faşizm belası ancak ve ancak kapitalizm ait olduğu hurdalığa atıldığı zaman kesin olarak ortadan kalkar.

O halde kapitalizme ölüm! Faşizm bir daha asla!

 

 

 

 

Frankfurt’ta Pegida karşıtı eylem

 

9 Mart akşamı Haupwache’de yoğun polis koruması altında toplanan 50-60 kişilik ırkçı-faşist grup, bini aşkın kişi tarafından protesto edildi. Faşistlerin yabancı düşmanı ırkçı propagandaları ıslıklar, düdük sesleri ve sloganlarla bastırılarak konuşmalarına izin verilmedi.

Ayrıca Pegida karşıtları da kendi ses cihazlarından faşistlerin gerçek yüzünü teşhir ederek neo-Naziler olduklarını ifade ettiler.

BİR-KAR’ın da bayraklarıyla katıldığı eylem faşistlerin dağılmasının ardından sonlandırıldı.

Kızıl Bayrak / Frankfurt

 

 

 

 

 

FKÖ ‘güvenlik koordinasyonu’nu durdurdu

 

Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), işgal rejimi ile güvenlik koordinasyonunu durdurma kararı aldı.

FKÖ’nün 5 Mart akşamı gerçekleştirdiği toplantının ardından yapılan açıklamada “İsrail’in iki taraf arasında imzalanan anlaşmalara riayet etmemesi nedeniyle işgal yönetimiyle güvenlik koordinasyonları durdurulacaktır” ifadeleri kullanıldı. Açıklamada İsrail’in işgal altında tuttuğu Filistin halkına karşı sorumluluklarını yerine getirmesi ve uluslararası yasalara uyması gerektiği belirtildi.

Konsey, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne de çağrıda bulunarak “İsrail işgalinin sona ermesi için bir tarih belirleyin ve 1967’den beri işgal altında bulunan Filistin Devleti’nin kendi toprak bütünlüğünü koruyabilmesini sağlayın” dedi.

Açıklamada ayrıca şunlar belirtildi:

Yahudi Devleti kavramını reddediyoruz. Ayrıca geçici sınırlarda bir Filistin Devleti’ni de reddediyoruz. İsrail Ordusu’nu Filistin topraklarında tutacak her türlüğü formülü reddediyoruz.”

FKÖ Yürütme Kurulu Üyesi Vasıl Ebu Yusuf ise FKÖ Merkez Komitesi’nin, “günlük işlediği ihlalleri, Filistin’e ait gelirlerden oluşan vergiyi havale etmemesi ve bütün anlaşmaları ihlal etmesi” gerekçesiyle koordinasyonu durdurduğu kaydetti.

Hamas ile olan ilişkilerde değinen Yusuf, “Komite ayrıca Hamas hareketiyle uzlaşı sürecinin devam ettirilmesinin yanı sıra Filistin’in bütün haklarına kavuşması için uluslararası mesaisini sürdürme yönünde de karar aldı” dedi.

Ebu Ayn’ın ölümünün ardından

Filistinli Bakan Ziyad Ebu Ayn’ın İsrail askerleri tarafından katledilmesinin ardından FKÖ İsrail’le olan işbirliğini bir süre askıya aldığını açıklamış ve İsrail’in keyfi politikalarını sürdürmesi durumunda koordinasyonu sonlandırabileceğini belirtmişti.

İsrail’e Filistinli kalkan

İsrail Savunma Bakanı Moshe Yaalon ise koordinasyonun durdurulma ihtimalinin küçük olduğunu belirterek “tehditten öteye geçemez” demişti.

FKÖ ile İsrail arasında 1993 yılında imzalanan Oslo anlaşması ile devreye giren ‘güvenlik koordinasyonu’ Filistin polisinin kurulmasını ve polisin işgal güçleri ile sürekli koordinasyon halinde olmasını ön görüyordu. Bahsi geçen koordinasyon ile birlikte Filistin direnişi ‘koordinasyon’ halinde baskı altına alınırken emekçiler ve direniş örgütlerine karşı baskı ve terör uygulanıyordu.

 
§