13 Nisan 2018
Sayı: KB 2018/15

Halklar için tek çıkış yolu birleşik direniştir!
Krizi manipülasyonla yönetme çabası
Şovenizm dalgasını kırmak ya da işçilerin birliğini başarmak!
Akkuyu’da nükleer santralin temeli atıldı
TKİP: Sosyalist bir dünya için 1 Mayıs’ta alanlara!
1 Mayıs kimin günüdür?
Performans saldırısı ve AKP iktidarının gerici hesapları
Kaza mı, cinayet mi?
Tarihten güncelliğe dünyada ve Türkiye'de 1 Mayıs
Özgürlüğümüz ve geleceğimiz için 1 Mayıs’a!
Karanlığı yırtmanın adımlarını hızlandıralım!
“Dünyada en büyük adaleti ölüler ister!”
Çifte sömürüye ve gericiliğe karşı 1 Mayıs’a!
Kapitalizmin insanlığa dayattığı fatura
Fransa’da kavga büyüyerek sürüyor
İngiliz eğitim sektöründe yükselen direniş
İsviçre’de polis devleti yasaları
Taşeron işçileri “güvenlik soruşturması” gerekçesiyle işten atılıyor
TTE saldırısına sessiz kalmak tek tipleşmektir
1 Mayıs’ta alanlara!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Karanlığı yırtmanın adımlarını hızlandıralım!

 

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ile başlayan bahar süreci, Newroz, 1 Mayıs ve 6 Mayıslarla devam ediyor. Mücadeleyi kışın ortasında dahi sıcak tutan gençlik, her dönemin kendine has zorluklarına rağmen, kendi yolunu açmayı bir şekilde başarmıştır. ‘68’de, Ortadoğu kasabı olarak bilinen Komer’in arabasını ODTÜ’de yakarak emperyalist savaş baronlarına karşı sözünü söyleyen devrimci gençlik, bugün bu ateşi, üzerine örtülmeye çalışılan karanlığı yırtabilmek için yakmalıdır.

Onlar için, ölenler değil, ceplerine girenler önemlidir!

Ortadoğu toprakları her dönem işgallerin ve çıkar çatışmalarının beşiği olmuştur. Çoğu zaman bu işgaller ve savaşlar yanı başımızda olmasına rağmen uzaktan izlemekle, yaşananlara üzülmekle veya ABD emperyalizmine içimizden kin bilemekle geçirebildik bu süreçleri. Ama artık savaş hiç de uzakta değil, elimizi uzattığımızda dokunabileceğimiz kadar yanı başımızdadır. Bugün gençliğin kanı üzerinden kirli paylaşım planları yapılmaktadır. Uzun bir süredir Suriye’de yaşanan savaşın bir parçası olan Türk sermaye devleti artık dolaylı değil, doğrudan bu savaşın bir aktörü haline gelmiştir.

Bu arada gelen asker cenazelerini bile bir şova dönüştüren AKP şefi Tayyip Erdoğan, küçücük çocuklara şehitliği yakıştırarak, toplumda milliyetçi-şoven histeriyi arttırmaya, açlığa mahkûm ettiği milyonları eski Osmanlı hayalleri ile susturmaya çalışmaktadır. Oysa gerçekte onlar için kimlerin öldüğünün hiçbir önemi yoktur. Mavi Marmara sürecinde ilk başta İsrail’e yaptırım uygulamaktan bahseden Erdoğan mahkeme sonrasında ödenen üç kuruş karşısında susmuş, ailelerin tepkileri üzerine ise “Benden mi izin aldılar, Filistin’e gitmek için” diyerek, neredeyse gidenleri suçlu ilan edecek noktaya gelmiştir. Bütün bunlar herkesin gözleri önünde gerçekleşmiştir.

Çoktandır Suriye üzerinden Ortadoğu toprakları yangın yerine dönmüştür. Suriye’ye özgürlük getirme nidaları eşliğinde ÖSO çeteleri ile birlikte Suriye topraklarına giren Türk ordusu bölgedeki ateşe benzin dökmek dışında bir şey yapmamaktadır. AKP iktidarı görülmemiş bir yüzsüzlükle bütün toplumu kahramanlık hayalleri ile uyutmaya çalışmakta, savaşın faturasını da işçi ve emekçilere ödetmektedir. Gençlik içerisinde faşist çetelerin ipleri salınarak, lokum dağıtma, yardım toplama gibi bahaneler ile devrimci, ilerici öğrencilere saldırıların zemini hazırlanmakta, faşistler güç olamadıkları üniversitelere girmeye çalışmaktadırlar.

Savaş = faşist baskı süreci

Her savaş süreci içeride faşist baskı ve saldırganlığı da beraberinde getirir. Ciddi bir kriz ve bunalımın içerisinde olan sermaye devleti ve yönetmekte zorlanan AKP iktidarı OHAL’i de arkasına alarak saldırılarını doruk noktasına ulaştırmıştır. OHAL sonrası ilk saldırılarını toplumun diri kesimlerinin bulunduğu üniversitelere yaparak başlamıştı. Cemaat yapılanması bahane edilerek birçok ilerici akademisyen görevlerinden ihraç edilmiş, üniversiteler yandaş rektörler ve öğretim görevlilerinin beşiği haline getirilmeye çalışılmıştı. Bunun bir gereği olarak üniversitelerde ilerici ve devrimci öğrencilerin aktif olduğu kulüpler kapatılmış, birçok öğrenciye uzaklaştırma cezaları verilmiş, binlerce üniversiteli tutuklanmış, polisler üniversitelere konuşlandırılarak fiili karakollar yaratılmıştır. Üniversitelerde yapılan her türlü basın açıklaması ve hak arama eylemi polislerin saldırısının hedefi haline gelmiştir. Üniversitede yaşanan bir kadın cinayetini protesto etmek bile yasaklanmaya çalışılmış, yasağı tanımayarak açıklama yapan öğrencilerin basın açıklamaları ise yüzlerce polis tarafından terörize edilmek istenmiştir.

Savaşın bir parçası olmayacaklarını ilan ederek “katliamın lokumu olmaz” diyen Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri bizzat Erdoğan tarafından hedef gösterilmiş, “bunlar komünist zihniyeti, bunların üniversitelerde okumalarına izin vermeyeceğiz” sözleri ile niyetini açıkça ortaya koymuştur. Üniversite öğrencilerine satırlar ve bıçaklarla saldıranlar ellerini kollarını sallayarak okula girerken, bugüne kadar harçlara karşı, yemekhane zamlarına karşı mücadele eden, düşünceleri gereği eşit, parasız, bilimsel, anadilde eğitim mücadelesi veren devrimci öğrenciler okullardan uzaklaştırılmaya çalışılmaktadır.

Bu karanlık herkesin üzerine örülüyor!

Devrimciler bu baskılarla ilk defa karşılaşmıyorlar. Sınıflı toplumlarda her dönem ilerici ve devrimci dinamikler hedef halinde tutulmuştur. Baskının ve zorun ilk uygulandığı kesimler yine bu dinamikler olmuştur. Tüm baskı ve zora karşı yıllardır bu topraklarda anti-emperyalist mücadele ve gençlik hareketi yeni deneyimlerle sürüyor. İsrail siyonizmine karşı Filistin halkının yanında mücadele eden Denizlerden Irak’ta emperyalist savaşa hayır diyerek sokakları dolduran üniversite öğrencilerine, ODTÜ’de “Başkaldırıyoruz” diyen öğrencilerden Gezi barikatlarında elinde taşlarla direnen gençlere ve Rojava’da IŞİD barbarlığına karşı yiğitçe savaşan genç neferlere kadar gençlik her zaman mücadelenin içerisinde olmuş ve çıkış yolu için en aktif mücadeleleri örmeye çalışmıştır.

Bir taraftan ABD’ye laf ederken diğer taraftan ülkenin dört bir tarafında NATO üsleri kurulmasına izin verenlere karşı, 6. Filo’yu denize döken devrimci gençlerin samimiyeti ve yiğitliğini kuşanmak onuru biz devrimci gençlere düşüyor. Bu süreci en geniş birliklerle örmek ve gençliği devrim saflarına kazanmak bizim en kaçınılmaz ve zorunlu görevimizdir. Çünkü bu karanlık sadece biz devrimcilerin üzerine değil, aydınlıktan yana olan tüm toplumun üzerine çökmektedir. Önümüzdeki süreci daha soluklu, daha dinamik, daha girişken geçirmeliyiz. Dönemin ihtiyaçlarını ve çalışma tarzlarını iyi anlayarak baharın dinamiğine uygun bir süreç örmek ellerimizdedir. Günümüzün Denizleri, Mahirleri, İbrahimleri, Mazlumları 1 Mayıs’ta işçi sınıfı ile omuz omuza yürürken, gençlik içerisinde de sınıfın sözünü söylemenin iradesi ile kendilerini var etmelidir.

İzmir’den genç bir komünist

 
§