27 Nisan 2018
Sayı: KB 2018/17

Aslolan devrimci sınıf mücadelesini büyütmektir!
Seçim oyunlarını sokağın gücü bozar!
Erken seçim ve düzenin siyasal krizi
Orman arazileri satışa çıkarılacak
Tutsak annesi: Çocuklarımıza insanca davranılmasını istiyoruz!
“Devrimci tutsakların sesi olmak zorundayız!”
“Bu bezirgan saltanatı, bu zulüm bitmesin diye...”
“Savaştan daha fazla insan ölüyor iş cinayetlerinde”
“İşimiz ve iş güvencemiz için 1 Mayıs’ta alanlardayız”
Genç işçilerde sınıfsal bakış ve kapitalizmin yaydığı ahlak üzerine...
Suriye’ye emperyalist saldırı güçler dengesini değiştirmeyecek
Blair’in anı defterinden Macron’a miras kalan yalanlar ve Suriye gerçeği
Avrupa Komisyonu Raporu ve AKP rejiminin çıkmazları
Fransa’da öfke dinmiyor, kavga kızışıyor
Küba seçimleri ve görev devri
Dünya işçi ve emekçi eylemlerinden…
Nafaka-sadaka ile süren bir hayat değil, özgür, eşit bir yaşam ve çalışma imkanı!
“1 Mayıs’ta da alanlarda, sahnede var olacağız!”
Onlar bölmek istiyorlar, bizler birleşiyoruz!
Fransa üniversitelerinde neler oluyor?
Emek olmayan yerde umut ölüyor
İhraç olan hayatlar
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Orman arazileri satışa çıkarılacak...

Doğa talanı devam ediyor

 

Bugünlerde mecliste tartışılan konulardan bir tanesi Marx’ın ünlü veciz sözünü akıllara getiriyor: Kapitalizm, gölgesini satamadığı ağacı keser. Odağına toplumu değil k-ârı koyan kapitalist sistem, kirli çıkarları için doğayı talan etmeye devam ediyor.

12 Mart 2018 tarihinde TBMM’ye sunulan ve bir ay gibi kısa bir sürede Tarım, Orman ve Köyişleri Komisyonu’nda görüşülen Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın ilk 20 maddesi ilgili komisyonda geçti. Hazırlanan bu yeni düzenleme ile “ihtiyaç fazlası” orman arazileri satışa çıkarılacak. 3. köprü ile Kuzey Ormanları’nı katleden, yandaş sermaye Cengiz Holding’in altın madenleri için Cerattepe’nin talanına izin veren, şehrin içindeki en ufak bir yeşil alana dahi göz diken sermaye devleti bu kez de doğrudan orman arazilerini satışa çıkarıyor.

Türkiye Ormancılar Derneği, konuyla ilgili yaptığı açıklamada şunları belirtti: “Kanunun yasalaşması durumunda yeni 2B alanlarının oluşacağı, dikili satışlar yoluyla ülke ormanlarının tahrip edileceği, ormanların ormancılık dışı ve toplum yararına olmayan pek çok iş ve işlemle zarar göreceği, orman köylülerinin bazı yasal hak ve imtiyazlarından mahrum kalacağı ve orman teşkilatına yapılacak atamalarda adaletsiz uygulamaların görüleceği kaygısı taşınmaktadır. Bu nedenlerle, tasarı geri çekilmeli ve konuyla ilgili tüm paydaşların demokratik katılımı sonucunda oluşacak bir mutabakata kadar yasalaşmamalıdır”. 2B, “orman vasfını yitirmiş alanların” kapitalistlere peşkeş çekilmesi anlamına geliyor.

Söz konusu kanunun 19. maddesinde “Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nca, bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında hiçbir yarar görülmeyen ve tarım alanına dönüştürülmesi de mümkün olmayan yerlerle bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte üzerinde yerleşim yeri bulunan ya da yerleşim yeri oluşturulması uygun olan taşlık, kayalık, verimsiz ve fiilen orman vasfı taşımayan alanlardan, Orman ve Su İşleri Bakanlığı’nın teklifi üzerine sınırları Bakanlar Kurulu’nca belirlenen alanlar, Bakanlar Kurulu’nca belirlenecek usul ve esaslara göre Orman Genel Müdürlüğü’nce orman sınırları dışına çıkartılarak tapuda Hazine adına tescil edilir. Orman sınırları dışına çıkartılan alanın iki katından az olmamak üzere devletin hüküm ve tasarrufu altında veya Hazinenin özel mülkiyetinde bulunan taşınmazlar Orman Genel Müdürlüğü’ne orman tesis etmek üzere tahsis edilir” denilerek yeni 2B araziler yaratılmaya çalışılıyor. “Bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında hiçbir yarar görülmeyen” tanımlamasına tepki gösteren Türkiye Ormancılar Derneği bu konuda şunlara dikkat çekti:

“- Bir yerin, ‘bilim ve fen bakımından orman olarak muhafazasında hiçbir yarar görülmemesi’ ifadesi bilimsel ve teknik açıdan kabul edilemez.

-Kaynağını Anayasa’nın 169. maddesinin son fıkrasından alan 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 2. maddesine yeni bir boyut ekleniyor. Buna göre Anayasa tarafından kesin bir dille yasaklanan 31 Aralık 1981 tarihinden sonra orman vasfını yitirmiş (üzerinde halen yerleşim yeri bulunan) yerlerin de orman rejimi dışına çıkarılmasına olanak sağlanıyor. Bu yönüyle madde, Anayasa’nın 169. maddesine açık bir şekilde aykırıdır.

-Anayasa’nın 10. maddesinde yer alan ‘Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır’ ilkesine de aykırıdır. Devlet ormanlarına yasal olmayan bir biçimde yerleşmiş olanlara bir kez daha prim verilmeye çalışılıyor. Kamu malı sayılan ormanlara suç işleyerek yerleşen kişiler yine ödüllendirilmek isteniyor. Yasa dışı yollarla orman alanlarında kurulan yerleşim yerleri meşrulaştırılıyor.

-Bu maddeyle yerleşim yeri oluşturulmasına uygun olan taşlık, kayalık, verimsiz ve fiilen orman vasfı taşımayan alanların da orman rejimi dışına çıkarılmasına çalışılıyor. Orman Kanunu’ndaki orman tanımı üzerinde ağaç bulunan alanları orman olarak kabul ediyor. Ancak orman içindeki ağaçsız taşlık, kayalık alanlar orman ekosisteminin önemli bir parçasıdır. Bu alanlar özellikle yaban hayatı için son derece önemlidir. Kayalık alanlar dağ keçileri, yırtıcı kuşlar gibi bir çok hayvan türü için özel habitatlar oluşturuyor. Bu maddenin uygulanması halinde bu habitatlar tahrip olacak.

-Maddenin ilk fıkrasının sonuna eklenen ‘orman sınırları dışına çıkartılan alanın iki katından az olmamak üzere devletin hüküm ve tasarrufu altında veya Hazine’nin özel mülkiyetinde bulunan taşınmazlar Orman Genel Müdürlüğü’ne orman tesis etmek üzere tahsis edilir’ şeklindeki hüküm yanıltıcıdır. Çünkü, ormanların korunmasında esas olan orman örtüsünün, orman niteliğinin kaybolmamasıdır. Orman sayılmayan bazı Hazine arazilerinin orman vasfını kazanması 300 yıl gibi zamanları gerektirir. Dolayısıyla bu durum orman sınırlarında daraltma yapılmadığını göstermez. Kaldı ki, Anayasa devlete orman alanlarını artırmak görevi vermiştir. Dolayısıyla orman olarak kullanılması gereken yerlerin orman rejimine alınması hiçbir koşul veya karşılık olmaksızın zaten devletin görevidir.”

Bir alana iki fidan dikince katlettiği ormanları telafi ettiğini sanan gerici iktidar, bir ormanı yok ettiğinde aslında o şehrin, hatta o bölgenin ekosistemini yok ettiğini, yüzyıllar boyunca onarılamayacak zararlar verdiğini gözden kaçırıyor, ya da işine gelmiyor. Kapitalist sistem kendi bekası için tüm dünyayı yıkıma sürüklüyor. Tutarlı bir çevre mücadelesi, anti-kapitalist bir bakışı zorunlu kılıyor.

 

 

 

 

Nükleer santral Karadeniz’i öldürebilir”

 

Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) İstanbul Şubesi, 25 Nisan’da Harbiye’deki eğitim binasında, Çernobil patlamasını 32. yıldönümü nedeniyle “Nükleer santralin etkileri” başlıklı bir panel ve basın açıklaması düzenledi.

EMO İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Erol Celepsoy tarafından okunan açıklamada, nükleer karşıtı eylemlerin yasaklanmasına tepki gösterilerek 7 yıl önce gerçekleşen Fukuşima patlamasının radyoaktif kalıntılarının temizlenmesi için 48 bin yıla ihtiyaç olduğunu belirtti. Çernobil’in ardından devlet yetkililerinin açıklamasının tam tersine Türkiye’de kanser oranının arttığına dikkat çekilen açıklamada bugün de Sinop’a nükleer santral kurulmak istenmesine ve İğneada’da nükleer santral yapılması planlarına değinildi.

Türkiye’nin enerji ihtiyacı olmadığına, Akkuyu’ya kurulan nükleer santralin gereksiz olduğuna dikkat çekilen açıklamada AKP’nin ısrarla sürdürdüğü nükleer politikasının akıl ve bilim dışı olduğu ifade edildi.

Açıklamanın ardından düzenlenen panelde konuşan Prof. Dr. Hayrettin Kılıç, Akkuyu nükleer santralinin ÇED raporuna dair bilgi verdi ve raporun kes-yapıştır yöntemiyle hazırlandığını, hiçbir bilimsel bilgi içermediğini belirtti. Sinop’ta yapılacak bir nükleer atık yayılımının ise Karadeniz’i ölü denize çevireceğine dikkat çekti.

Panelin devamında Fukuşima’dan gelen nükleer felaket tanığı Masumi Kowata, iktidarın Fukuşima’da nükleer atıkların temizlendiği iddiasıyla yaptığı eve dönüş çağrısının pek de karşılık bulmadığını, çünkü rüzgar oluştuğunda radyasyon seviyesinin 100 kat arttığını, dönenlerin de radyoaktif kirliliğe maruz kaldığını anlattı. Özellikle çocuklarda kanser vakalarının arttığını söyleyen Kowata, devlet yetkililerininse bu durumun Fukuşima’yla ilgisi olmadığını iddia etmesine tepki gösterdi. Kowata, nükleer santrallere karşı bir araya gelerek mücadele etme çağrısı yaptı.

Nükleer Karşıtı Platform (NKP) da Çernobil faciasının 32. yıldönümü dolayısıyla 22 Nisan’da İstanbul’da Beşiktaş ve Kadıköy’de; Sinop ve Mersin’de eylemler gerçekleştirdi.

 
§