İçindekiler:

16 Haziran 2023
Sayı: KB 2023/09

Ya örgütlü mücadele ya derin sefalet
"Rahat nefes almak" mücadele ile mümkün!
Soygun düzeninde yola devam!
İlk işleri NATO'ya koşmak
"Kurtarıcı" Amerika'dan
Emekçileri yeni saldırı dalgası bekliyor
Direnmek ya da boyun eğmek
"Skandal veri sızıntısının" hatırlattıkları
Dünyada çocuk işçilik artıyor
Bizi yolumuzdan alıkoyamazsınız!
TPI sözleşmesi üzerine...
"Benian'ın icraatlarından haberi var mı?"
15-16 Haziran, sol hareket ve işçi hareketi
Dünya nükleer cephaneliğe dönüşüyor
G7'ye karşı BRICS!
NATO, Ukrayna'da kara hareketine mi hazırlanıyor?
Göçmenlerin önüne "demir perde"
Düzen mahkemelerine karşı mücadele!
ABD'de grev hakkına saldırı
Basel'de kitlesel ve politik feminist grev!
Paris'te panel
Devrimci Dersim emektar bir militanını yitirdi
ILO'dan Türkiye için uyarı
Çıraklar "çocuk işçi" değilmiş
Kapitalizm işsizlik sorununu çözemez!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

İlk işleri NATO’nun hizmetine koşmak oldu

 

Son seçimde yanlarına şeriatçıları da alan AKP-MHP iktidarı, sahtekarlıkta dünya birincisi olduğunu bir kez daha kanıtladı. Seçim propagandalarında Millet İttifakı’nı Amerikancılıkla suçlamış, suratlarına “anti-Amerikancı” maskesi takarak oy avcılığı yapmışlardı. Bu zokayı yutan bir takım milliyetçi/şoven çevreler, Tayyip Erdoğan’dan “anti-emperyalist” bir figür bile yaratmaya kalkıştılar.

Hem MHP’nin hem AKP’nin Amerikan imalatı ‘proje’ partiler olduğu dikkate alındığında, propaganda söylemlerinin sahteliği aşikardı. Buna karşın Saray beslemesi medya tetikçilerinin pompaladığı yalan dayalı propaganda belli bir kesimi etkilemişti. Hal böyleyken dinci-faşist rejim yine şaşırtmadı ve ilk yaptığı iş emperyalist savaş aygıtı NATO’nun hizmetine koşmak oldu. 

AKP şefinin ilk konuğu NATO şefi

Seçimlerden sadece birkaç gün sonra Tayyip Erdoğan ilk yabancı konuğu İstanbul Dolmabahçe Sarayı’nda ağırladı. Bu kişi NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’den başkası değildi. Ukrayna Savaşı’nın ateşine benzin döken ABD-NATO cephesi, Rusya’yı kuşatma ve militarizmi yayma politikası bağlamında Finlandiya ile İsveç’i savaş aygıtına almak için acele ediyor. Yapılan pazarlıkların ardından AKP-MHP rejimi Finlandiya’nın üyeliğini onaylamıştı. Ancak İsveç’le yapılan pazarlıklar devam ediyordu.

Stoltenberg’in seçimlerin hemen ardından AKP şefini ziyaret etmesi, İsveç’in NATO üyeliğinin onaylanması için zamanın geldiğini hatırlatmak içindi. Bu pazarlığın seçimlerden önce perde arkasında yapılmış olma ihtimali yüksekti. Zira Saray’dan beslenen dinci-gerici basın “Batı’ya karşı dik duran Tayyip” portresi çizerken, İbrahim Kalın ile Hulusi Akar’ın Amerika ziyaretlerini örtbas etmişti. Batılı emperyalistlerle özel ilişkileri olduğu söylenen bu ikilinin seçimlerden önce gerçekleştirdikleri ziyaretlerde efendilerine neler vaat ettikleri açılanmamıştı. Stoltenberg’in bu “ivedi” ziyareti, pazarlığın önden yapıldığı izlenimini güçlendirdi.

Görüşmenin ardından basın toplantısında konuşan Stoltenberg, şu ifadeleri de kullandı: “İsveç, Finlandiya ve Türkiye arasındaki üçlü uzlaşıların altını çizmek istiyoruz. Bugün sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’la ortak mekanizmanın güçlü bir şekilde devam etmesi için anlaşmaya vardık (…) Türkiye’nin meşru güvenlik endişelerini ele aldık. İsveç Türkiye’nin endişelerini gidermek için adım attı. İsveç taahhütlerini tamamlamıştır. 12 Haziran’da İsveç, Türkiye ve NATO bir araya gelecek.”

Türk askeri Kosova’da ‘NATO polisliği’ yapacak

Savaş aygıtının şefini sevindiren olay İsveç’in NATO üyeliğine onay verilecek olmasından ibaret kalmadı. “Yerli/milli” AKP-MHP rejiminin NATO’ya hizmetinin ikinci adımı Kosova’da atılacak. Stoltenberg’in Tayyip Erdoğan’la görüştüğü sıralarda Milli Savunma Bakanlığı (MSB) tarafından yapılan açıklamada, NATO’nun talebi üzerine Türk askerinin 4-5 Haziran’da Kosova’ya gideceği belirtildi.

Kosova’da baskıya, ayrımcılığa maruz kaldığı ifade edilen Sırpların gösterileri son günlerde yeniden alevlendi. Kosova’da işgalci güç bulunduran NATO, polislik görevini de üsteleniyor. Gittiği ülkelerde esas olarak işgalci askeri güç olarak bulunan NATO, Kosova’da ise polislik işini de yapıyor. Yani NATO’nun istediği şey, Türk askerinin orada polislik yapmasıdır. AKP-MHP koalisyonu ise bu talebi hemen karşılıyor.

Basın toplantısında da konuya değinen Stoltenberg, şu ifadeleri de kullandı: “…Türkiye’nin Kosova’daki NATO varlığına ilave birliklerle katkıda bulunması kararından dolayı müteşekkirim. Hali hazırda NATO’nun operasyonel rezervlerinden 700 askerin bölgeye intikali sürecindeyiz ve Türkiye bu sürece liderlik etmektedir…”

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le kurduğu ilişkilerden hareketle, kimileri Tayyip Erdoğan’ın Batı’dan uzaklaştığını iddia ediyor. Oysa seçimlerin üzerinden bir hafta bile geçmeden AKP şefi Amerikancı/NATO’cu olduğunu bir kez daha ispatlamıştır. Böylece seçimlerden önce edilen sahtekarca sözlerin hiçbir hükmünün olmadığının anlaşılması için birkaç günün geçmesi yeterli oldu.

 

 

AKP-MHP rejimi toplum sağlığını tehdit ediyor!

 

Bir sonraki şaibeli seçime kadar oy avcılığına ara verildi. Şimdi icraat zamanı. Sermayenin “demir yumruğu” olan bir iktidarın icraatlarının kime hizmet edeceği ise aşikardır. Nitekim baştan sona hile/hurda/şaibe/sahtekarlıkla bezeli seçimlerin ardından yapılan ilk işlerden biri, TL’nin değerini dramatik bir şekilde aşağı çekmek oldu. Birçok temel ihtiyaç maddesi ithal edildiği için döviz kurunun hızlı yükselişi toplumun geniş emekçi kesimlerini yeni sorunlarla baş başa bıraktı.

Daha önce Tayyip Erdoğan tarafından kovulan, bir yığın hakaret, küfür ve aşağılamaya maruz bırakılan eski Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, yine AKP şefi tarafından aynı göreve atandı. Londra’daki “faiz lobisi” ile yakın ilişkisi olduğu söylenen Şimşek, bir “kurtarıcı” olarak pazarlandı. “Kurtarıcı” diye pazarlanan bir diğer isim ise, Amerika’dan ithal edilip Merkez Bankası Başkanlığı’na atanan Hafize Gaye Erkan’dır.

Bu “kurtarıcıların” kimleri kurtarmak için işe koyuldukları şimdiden anlaşılmış bulunuyor. İcraatlarının ilk günlerinde, zaten derin bir sefaletin içine itilmiş olan işçi ve emekçilerin sırtına yeni yükler bindirdiler. Bu icraatlarıyla faiz lobisini memnun etmeye çalışıyorlar. Yani mali sermayenin bu yamyam takımını memnun edip Türkiye’ye yatırım yapmalarını teşvik etmek için, ilk adımda milyonlarca kişinin boğazını sıkmaya başladılar.

TL’deki dramatik değer kaybı fiili bir devalüasyon olarak nitelendirilirken, bunun olumsuz etkilerinin ilk görüldüğü yerlerden biri sağlık hizmetleri oldu. Tıbbi malzeme yetersizliği, ameliyatların ertelenmesi, bazı ilaçlara ulaşılamaması, SGK’nın kimi ilaçları ödeme listesinden çıkarması gibi sorunlar daha da derinleşti. Örneğin 6 bin MS hastasının kullanmak zorunda olduğu ve muadili bulunmayan ilacın ödemesi SGK tarafından durduruldu. Hastaların atak geçirmesini ve hastalığın ilerlemesini engelleyen Ocrevus adlı ilacı bulamayan MS hastaları korku ve endişeye sürüklendi. Türkiye MS Derneği, ciddi mağduriyetlerin yaşanabileceğini belirterek sorunun bir an önce çözülmesi için çağrı yaptı. Dernek, Sağlık Bakanlığı nezdinde de girişimlerde bulundu ancak sorunun çözüleceğine dair hiçbir emare görünmüyor.

Sorun MS hastalarının mağduriyetinden ibaret değil. Türk Tabipleri Birliği (TTB) İkinci Başkanı Doç. Dr. Ali İhsan Ökten’in BirGün’den Sibel Bahçetepe’ye verdiği bilgiler, sağlık sisteminin bir çöküş riskiyle karşı karşıya olduğuna işaret ediyor:

“Kamu hastanelerinde bu sorun bir süredir sürüyor. Firmalar, Sağlık Bakanlığı ile SUT (Sağlık Uygulama Tebliği) anlaşmazlığı yaşadığı için malzeme vermek istemiyor. Bir süredir sadece acil ameliyatları yapabiliyoruz. Elektif (acil olmayan) vakaları yapamıyoruz. Bunun birçok yerde böyle olduğunu düşünüyorum. Tıbbi ve medikal malzemelerin yüzde 80-90‘ını ithal ediliyor. Sağlık Bakanlığı ile firmalar anlaşamazsa bu sorun devam edecek ve kriz artacak. Ekonomik kriz artıkça bu pek çok alana da yansıyacak. Vatandaş yoksullaştıkça gıdaya ulaşımı azalacak, sağlıklı beslenme olmayınca hastalanma ve hastaneye başvurular katlanacak. Sağlık çökmüş durumdaydı. Aylar sonraya verilen randevu sorunu yaşanıyordu. Şimdi tüm bunlar süreci daha da çıkmaza götürecek.”

Rejim, toplum sağlığını sadece asgari ücreti açlık sınırının altına çekip emekçileri sağlıklı beslenme hakkından yoksun bırakarak tehdit etmiyor. Yanı sıra sağlık sistemini çöküşe sürükleyerek de bu tehdidi bir üst boyuta çıkartıyor. Bu vahim tablo, Saraylarda sefahat süren AKP-MHP şeflerinin “Türkiye Yüzyılı” dedikleri ucube sürecin başladığını gösteriyor. İşçi sınıfıyla emekçiler bu kokuşmuş rejime karşı örgütlü mücadeleyi yükseltmezse, toplum sağlığında büyük tahribatlar yaratacak icraatlarını pervasızlıkla sürdürecektir.