İçindekiler:

1 Eylül 2023
Sayı: KB 2023/14

Örgütlü sınıf, topyekûn mücadele!
Kur Korumalı Mevduat (KKM) ucubesi...
Sarayın bilindik vizyonu: Riyakarlık
AKP, ekonomik kriz ve sınıf mücadelesi
Yaşam hakkı ancak mücadele ile korunabilir!
Suriye ile "normalleşme" mümkün mü?
"Liyakat" ve "mülakat" tartışmaları
1 Eylül Dünya Barış Günü
MESS Grup TİS süreci üzerine...
"Yaşasın onurlu mücadelemiz"
İşçi direnişleri sürüyor...
Sendikalar ve sınıf mücadelesi
Camp David ve BRICS zirvesi
AB Afrika'da yeni bir savaşa mı hazırlanıyor?
İsrail'in tehditleri ve direnişi
Libya-İsrail işbirliği krizi
Ukrayna'da savaşa itirazlar
Gate Gourmet'te işçilerin birliği
Hakan Fidan'ın Kürdistan ve Irak ziyareti
Hacı Bektaşı Veli etkinlikleri üzerine...
"Mental sağlığımız için adımlar atılmalıydı"
Vardık, varız, var olacağız!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

İşgal devam ederken Suriye ile “normalleşme” mümkün mü?

E. Bahri

 

Erdoğan ve Saray rejiminin ilhakta ısrar etmesi hem mülteci sorununu kalıcı hale getirecek hem bölgede her an yeni çatışmalara davetiye çıkartacaktır. Oysa hem Türkiye işçi sınıfı ile emekçilerin hem bölge halklarının talebi ve çıkarlarına uygun olan çözüm, ilhakın bitirilmesi, cihatçı terör örgütlerinin tasfiye edilmesi ve Suriye’de yeniden imarın başlamasıdır.

“İnşallah biz yakında Şam’a gidecek, Selahaddin Eyyubi’nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camisi’nde namazımızı da kılacağız” vaazı, AKP iktidarının Suriye’ye açık savaş ilanıydı. Bu, “Suriye’nin başkentini işgal edeceğiz” demektir. Zira Suriye’nin “düşman” ilan edildiği 2012’de Şam’a gitmenin başka bir yolu yoktu.

Erdoğan, o vaazında, haddini çok aşan şu sözleri de söylemişti:

“… Esed’in Suriye’nin geleceğinde yeri yoktur! Olamaz! Esed, bu şansını çoktan kaybetmiştir…”

2012’de “Osmanlıyı hortlatma hevesi” doruktaydı. AKP şefinin bu kadar kaba-saba, uluslararası hukuku ve devletler arası tüm teamülleri ayaklar altına alan laflar etmesi, Emevi Camisi’nde namaz kılacağına dair hayallerini gösteriyor. Nitekim “yakında” Şam’a gidemeyince histerisi doruğa çıkmış, Libya’da olduğu gibi emperyalist savaş aygıtı NATO’nun Suriye’ye saldırması için döne döne çağrı yapmıştı.

***

Erdoğan’ın başında bulunduğu rejimin haddini aşan kabalıkları, kendine duyulan güvenden kaynaklanmıyordu. AKP, emperyalist / Siyonist güçler tarafından “ılımlı İslam modeli” diye pazarlanıyor, Ortadoğu halklarının bunu satın alacağı sanılıyordu. AKP şefinin bu kadar kendinden emin bir havada vaazlar vermesinin esas nedeni buydu. Yani “İslam dünyasının lideri”, emperyalist/Siyonist güçlerin estirdiği rüzgarla kanatlanıp “Şam fatihi” olacağına inanıyordu.

Oysa hem Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin hem Washington ve Tel Aviv’deki akıl hocalarının Şam’a gitme hevesleri kursaklarında kaldı. Zira bazı kentlerde kitlesel olmayan eylemler yapılsa da iddia edildiği gibi Suriye’de halk ayaklanmış filan değildi. Öyle olsaydı hedeflerine ulaşmaları zor olmazdı. Ne de olsa “Suriye muhalefeti” diye anılanların önemli bir kesimi emperyalistlerin kullanışlı aparatıydı. Ancak ABD Libya senaryosunu Suriye’de uygulamayı tercih etmedi. NATO’nun Suriye’ye saldırmamasına en çok kızan kişi ise Tayyip Erdoğan’dır. Zira Şam’a gitme histerisi o kadar kuvvetliydi ki, bunun için Suriye’nin yakılıp yıkılmasının zerre kadar bir önemi yoktu.

***

Şam’a gidemeyen Erdoğan ve onun rejiminin Suriye’ye düşmanlıkları dinmek bir yana daha da şiddetlendi. Yüzlerce kilometrelik Türkiye-Suriye sınırı boydan boya cihatçı terör örgütlerine açıldı. Dünyanın 80’i aşkın ülkesinden devşirilen cihatçı tetikçiler Suriye halklarına karşı savaşa sürüldü. Para Körfez şeyhlerinden, silahlar ABD’den eğitim, lojistik destek ve koordinasyon Türkiye’den. Vahşi katil sürülerinden oluşan yerli ya da ithal cihatçılara her tür imkan sağlanarak Suriye’nin yakılıp-yıkılması, yüzbinlerin ölmesi, milyonların mülteci durumuna düşürülmesi projesi hayata geçirildi. AKP’nin zihniyeti ile cihatçı teröristlerinki arasında bazı nüanslar dışında fark yoktu. Ancak demokrasi ve insan haklarından dem vurmayı adet edinen ABD ve AB şefleri de bu kafa kesen cihatçıları el üstünde tuttular. ABD halen cihatçı terör örgütlerini kullanıyor.

Suriye’ye karşı savaşın “bir numaralı suçlusu” unvanını en çok hak eden Tayyip Erdoğan ve başında bulunduğu rejimdir. Zira bu suç ortaklığı olmasaydı, cihatçı terörün bu kadar büyük kıyımlar yapması imkânsız olurdu. Şam’a gidememe histerisi bununla da sınırlı kalmadı. Suriye sanayisinin merkezi olan Halep ve çevresinde kurulu bulunan bini aşkın fabrika yağmalandı. Makineleri sökülüp Türkiye’ye taşında, cihatçılarla suç ortakları tarafından “hurda” diye satıldı.

***

Vahşette sınır tanımayan saldırılara karşı Suriye ile müttefiklerinin direnip ayakta kalabilmesi, Rusya’nın Eylül 2015’te sürece dahil olmasını sağladı. Rusya fiilen devreye girince, Suriye’ye karşı savaş suçunun ortakları olan körfez şeyhleri, -Katar hariç- adım adım savaştan çekildiler. Cihatçı örgütler kendilerine en büyük desteği veren Türkiye ve Katar’la baş başa kaldılar. O dönem bir açıklama yapan eski Katar Dışişleri Bakanı, Suriye’de yönetimi yıkıp cihatçılar başa getirmek için 137 milyar dolar harcadıklarını itiraf etmişti.

O koşullarda AKP ülke içinde iki darbe yedi: İlki Haziran direnişi, ikincisi 7 Haziran 2015 seçim hezimeti. Faşist partiyle koalisyon kurarak yola devam eden dinci-gerici rejimi, dinci-faşist bir niteliğe bürünerek yola devam etti. Bu arada Suriye kentlerinden sökülüp atılan cihatçılar Türkiye sınırına yığıldılar. İdlib ve çevresini işgal eden terör örgütleri AKP-MHP rejiminin insafına kaldılar. Artık tek hayat damarları Türkiye’ydi.

Bu noktada Saray rejimi birkez daha zıvanadan çıkarak, Suriye topraklarını işgal etmeye başladı. Bunda Kürt halkına düşmanlığın payı olsa da esas güdücü kuvvet işgalci/ilhakçı histerinin devam ediyor olmasıydı. Şam’a gidemediler ama Türkiye sınırına yakın birçok Suriye şehrini, kasabasını, köyünü işgal ettiler. İlk andan itibaren bölgenin demografik yapısını değiştirerek, ilah için zemin hazırlamaya başladılar. Terör örgütlerini birleştiren AKP-MHP rejimi, TSK’yı cihatçılarla aynı mevzilere yerleştirdi. İşgal bölgesinde kendi yönetimini kuran Saray rejimi halen maaşa bağladığı 100 binden fazla cihatçı kullanıyor. Zira bunlar işgalin esas dayanağını oluşturuyorlar 

***

Suriye’ye karşı tek taraflı işlenen bu kadar vahim suçlara rağmen, Tayyip Erdoğan seçimlerden önce Beşar Esad’la görüşebileceği yönünde laflar etmeye başladı. Rusya’nın ara bulmasıyla istihbarat şefleri ve bakan düzeyinde bazı görüşmeler yapıldı. Ancak AKP şefinin açıklamalarının ne kadar samimi olduğu sorusu da doğal olarak gündeme geldi. Zira dün ak dediğine bugün kara diyen, keskin u dönüşleri yapan biridir söz konusu olan. Böyle birinin her sözünün doğruluğundan şüphe edilmesi kaçınılmazdır.

Saray rejimi ve onun şefi Erdoğan’ın kendilerine karşı izlediği tüm yıkıcı politikalara rağmen hem Esad hem de Suriye yönetimi ilişkileri düzeltmek istediklerini dile getirdiler. Hem buna ihtiyaçları var hem iki komşu ülke ilişkilerinin bu şekilde devam etmesinden yana değiller. Ancak haklı olarak, görüşmeden önce iki temel şartın yerine getirilmesini istediler: Bunlardan ilki, TSK’nin işgal ettiği Suriye topraklarından çekilmesi. İkincisi ise Saray rejiminin cihatçı terör örgütlerine verdiği desteği kesmesidir. Bu iki şartın yerine getirilmesi ya da yerine getirileceğinin garanti edilmesi durumunda Esad-Erdoğan görüşmesinin olabileceğini, Esad dahil Suriyeli yetkililer dile getirdiler. 

Tam da “Esad-Erdoğan görüşmesi yaklaştı” yorumları yapılmaya başlamışken sahneye çıkan AKP şefi, işgal ettikleri Suriye topraklarından çekilmeyeceklerini ilan etti. Bu ise, Esad’la görüşmenin belli olmayan bir tarihe atılması anlamına geliyor. Zira Esad’ın şartları çok açıktır. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in çabalarına rağmen Esad geri adım atmamıştı. Atamaz da. Zira ülkesinin topraklarını işgal etmiş bir rejimin şefiyle görüşmek hem ciddi bir geri adım olur hem Suriye halkları nezdindeki imajını zedelerdi.

***

AKP şefinin Suriye topraklarını ilhak etme hevesinin yeninden öne çıkması, ABD’nin Suriye’ye karşı daha saldırgan bir yönelime girmesiyle bağlantılıdır. Zira Türkiye’nin Suriye topraklarını ilhak etmesi, ABD-İsrail cephesinin de tercihidir. TSK’nin Suriye’den çekilmesi ve cihatçı örgütlere yapılan desteğin kesilmesi ise, Rusya politikasına uygun düşüyor. Bu koşullarda Biden yönetiminin saldırganlık dozunu arttıran bir yönelime girmesi, Erdoğan’ın anlaşma/uzlaşma laflarını bir kenara atıp, ilhakçı yüzünü birkez daha göstermesine vesile oldu.

10 Ağustos’ta Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Sky News Arabia adlı kanalına mülakat veren Esad, konuyla ilgili soruya verdiği yanıtta, Erdoğan’ın ilhak politikası devam ettiği sürece görüşmenin olmayacağını ifade etti. Kendi taleplerinin işgalin sona ermesi olduğunu vurgulayan Esad, Erdoğan’ın ise tersi yönde adımlar attığını, bundan dolayı Erdoğan’ın istediği koşullarda bir görüşmenin olmayacağını belirtti. Diğer bir soruya verdiği yanıtta ise, Suriye’deki terörün Türkiye imalatı olduğunu hatırlatan Esad, bu koşullarda görüşme yapmanın hem gereksiz hem yararsız olacağını söyledi.

Bu arada Esad’ı haklı çıkaran bir diğer gelişme ise, Türkiye güdümündeki cihatçıların bir kısmının ABD’nin kullanımına sunulup Fırat’ın doğusundaki Tenef Üssü’ne kaydırılmasıdır. Bu adım, Saray rejiminin halen Suriye’ye karşı düşmanca bir tutum içinde olduğunu teyit ediyor. Cihatçıların bir kısmının ABD’nin kullanımına sunulması, AKP şefinin Biden yönetimi ile perde arkasında kirli pazarlıklar yaptığına işaret ediyor. 

***

Yaptığı U dönüşleri ile Suudi Arabistan, BAE, Mısır gibi Arap ülkeleriyle yeniden ilişki geliştiren Erdoğan’ın, Suriye topraklarını ilhak etme politikası ise bu ilişkilere zarar veriyor. Ancak ilhak hevesi nedeniyle bu konuda da ikili oynuyor. İlhakın yaratacağı sorunlar bir yana, Suriye’de “normalleşme” ve “yeniden imar” başlamadan mültecilerin geri dönüşü de söz konusu olmayacak. Bazı mültecilerin TSK’nin işgal ettiği bölgelere transferi ise “devede kulak” türünden bir “çözüm” olabilir ancak. Erdoğan ve Saray rejiminin ilhakta ısrar etmesi hem mülteci sorununu kalıcı hale getirecek hem bölgede her an yeni çatışmalara davetiye çıkartacaktır. Oysa hem Türkiye işçi sınıfı ile emekçilerin hem bölge halklarının talebi ve çıkarlarına uygun olan çözüm, ilhakın bitirilmesi, cihatçı terör örgütlerinin tasfiye edilmesi ve Suriye’de yeniden imarın başlamasıdır.